İşe ilk önce erdemin tanımı ile başlamalı ama bu konuda oldukça fazla tanımlar yapılmış. Antik Çağ’da Sokrates, Platon, Aristoteles gibi felsefeciler etkinliklerinin önemli bir bölümünü erdem konusu üzerine kurgulamışlar. Sokrates ahlaksal eylemlerin amacının mutluluk olduğuna vurgu yaparken bunun bilgi ile mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Dolayısı ile erdemli olmak bilgi ile yakından ilgilidir ve ben bu
İşe ilk önce erdemin tanımı ile başlamalı ama bu konuda oldukça fazla tanımlar yapılmış. Antik Çağ’da Sokrates, Platon, Aristoteles gibi felsefeciler etkinliklerinin önemli bir bölümünü erdem konusu üzerine kurgulamışlar. Sokrates ahlaksal eylemlerin amacının mutluluk olduğuna vurgu yaparken bunun bilgi ile mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Dolayısı ile erdemli olmak bilgi ile yakından ilgilidir ve ben bu düşünceyi doğru kabul ediyorum. Sözlük anlamı olarak ise bu kavram Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı olarak tanımlanmış.
Bu bağlamda erdem güvenilir olmak, fedakârlık, cesaret, adil olmak, insanın kendini tanımlayabilmesi, yapmaya çalıştığımız hedefler bağlamında kararlı davranışlar içerisinde olabilme gibi birçok manada kullanılabilir. Bu tanımlamaları dolaylı olarak farklı anlamlarda çoğaltmamız da mümkündür. Bu yüzden de felsefe ile ilgilen diğer yazarlar da bu kavrama birçok farklı manalar yüklemişler.
Friedrich HEGEL “Erdem, varlığın bilincidir” demiş. GEULINCX ise “Erdem, Tanrı’nın düzenine boyun eğmektir” demiş. Joseph Butler ise “Kişinin kendi kendini yargılamasıdır” demiş.
Nietzsche ise erdemle alakalı olarak “bir inancı sırf adettir/gelenektir diye kabullenmek namussuzluk, korkaklık, tembelliktir” demiş.
Hz Ali (R.a) da bu konuda erdemin ilk adımının ilim olduğuna vurgu yapmış. Alında ilim ya da bilgi erdemli davranışın gerçekten de ilk adımıdır. Ve müminler doğru bilgilere sahip olmadan erdemli olmayı asla başaramazlar. Hatta mümin olamazlar.
Kur’an’da ”Andolsun sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, topunuzu asacağım.” (Taha–71) diyen Firavun’un tehditleri karşısında dik duruşlarını muhafaza edip korkuya kapılmayan sihirbazların bu dik duruşları arkasındaki ilk adım sahip oldukları bilgi ile yakından ilgilidir. Asıl meslekleri sihir/büyücülük olan bu sihirbazlar Hz. Musa’nın asasını atmasıyla oluşan sahnenin bir göz yanılması ya da sihir olmadığını sahip oldukları bilgi sayesinde fark ediyorlar. Ve bu kavrayış onlara Firavun karşısında erdemli olmayı öğretiyor. Firavun’un tüm ölüm tehditlerine karşı tek bir sözü haykırıyorlar. “Sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir.” (Taha 72–73)
Ve onlar öteki dünyanın varlığından sahip oldukları bilgi sayesinde bütün kalpleri ile emindirler. Bu onlara erdemli bir duruş sergilemelerini sağlıyor.
Dikkat ederseniz burada erdemli olmak bu duruşu sergilemek sonrasında bir eylemi ve ispatı gerekli kılıyor. Sarf edilmeyen yeri geldiğinde gösterilemeyen tavır gereksiz/anlamsız bir tavırdır. Ve bu kimseler bu halleri ile erdemli kimseler olamazlar. Bu konuda zaten Kur’an’da da bir uyarı söz konusu.
“Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz hem de ilahî kelâmı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?“ (Bakara–44)
Bu tanımlamaları (İyi kul olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, cesaret, doğruluk, Allah’a boyun eğmek, varlığın bilincine varmak v.b) kendi üzerimizde taşıyıp ispat etmeden başkalarını uyarmamız söz konusu olamaz. Bu şekilde bir hareket tarzı İslam’da yasaklanmıştır. İslam inancında erdemli olmak önce kişinin kendisinin yapması gereken bir ahlak kuralı olarak belirlenmiştir. O yüzdende yukarıdaki örnekte olduğu gibi erdemli olmak Rabbimizin buyruklarını hayatımızda yaşıyor olmakla mümkündür. Sadece sözlerde kalan davranışlar kişiyi erdemli kılmaz. Bugün çevremizde hiçbir zaman yapamayacakları şeyleri dillendiren yığınla Müslüman var. Hatta Kur’an’da yapmaları istenen birçok hükmü de gizleyip gündemlerine dahi almıyorlar. Çünkü kendileri için sakınca doğuracak bu Kur’an ayetlerini hayatlarında yaşıyor olmayı göze alamıyorlar. Bu hali ile bu kimselerin erdemli olmaları ve toplumlarını Rabbani yönde değiştirmeleri mümkün değildir. Böyle kimselerin toplumlarını ya da kendilerine bağlanan kimseleri farklı bir yönden değiştirmeleri mümkündür fakat bu değişim İslami bir değişim değildir. Bu anlayış Kur’an’ın bir kısmından beslenen, eksik parçacı bir Müslüman anlayışıdır ki bu şekli ile bu kimselerin İslam dairesi içinde olmaları söz konusu olamaz.
O halde erdemli insan önce kendini tanımalı sonra gerçek manada ilim sahibi olmalı ve hayatı ile ilgili bir endişesi olmamalıdır. Kendisini davasına adayabilmeli davası konusunda asla şüpheye düşmemelidir. Tağutu red etmeden erdemli olunabileceğini asla aklından dahi geçirmemelidir.
Erdemli olabilmek Hak ile Batılın çarpıştığı savaş alanında olabilmektir. Bu kimseler “Hak ile Batılın çarpıştığı savaş alanında olmadıktan sonra; çağının şahidi, toplumunun şehidi olmadıktan sonra nerede olurlarsa olsunlar! İster namaza dursunlar, ister içki sofrasına otursunlar; ne fark eder!” (Ali Şeriati)
Erdemli kişiler;
— Tağuta kulluk (İbadet) etmekten sakınırlar (Nahl–36), Onlar asla tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istemezler. Tağutu inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emr olunduklarını bilirler. (Nisa–60)
— Onlar Allah’ın yanı sıra başka ilahlara yalvarmazlar, Allah’ın yasakladığı cana sebepsiz yere kıymazlar ve zina etmezler. (Furkan–68)
— Gaybe iman ederler. (Bakara-3, Fatır-18, Yasin-11)
— Allah için mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler. (Tevbe-44)
— Geceleri az uyuyup, seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerler. (Zariyat-17 ve 1)
— Verdikleri sözü yerine getirirler. (Bakara-177)
— Yapacakları işleri aralarında istişare ederler. (Şura-3)
— Sabır sahibidirler. (Bakara 45 ve 177, Âl-i İmran 17–20–186, Hud 115, Kehf 2)
— Emr edildiği gibi dosdoğru olurlar. (Hud–112)
— Rablerinin davetine icabet ederler. (Şura 3)
— Hesap gününden korkarlar. (Ra’d-21, Mearic 26–27, İnsan-7) Irzlarını korurlar. (Mü’minun 5–7)
— Boş şeylerden yüz çevirirler. (Furkan-72, Lokman-5, Mü’minun-3)
— İyilikte yardımlaşırlar. (Maide-2)
— Kimseye hakaret etmezler, yapılan iyiliği küçümsemezler ve müminlere karşı güler yüzlüdürler. (Hadis Tirmizi)
— Zulme uğradıklarında -haddi aşmadan- yardımlaşarak haklarını alırlar. (Şura 39) Muhsin kimselerdir (Hud 90, Zümer 33–34). Salih amel sahibi kimselerdir. (Meryem 60–63)
— Gerçek takva sahipleri Allah’a ve Resulüne iman eder, ondan sonrada asla şüpheye düşmezler, Allah yolunda malları ile canları ile savaşırlar. (Hucurat–15)
— İslam’da üstünlüğün ölçüsünün dil, ırk, renk, kavim, soy-sop, yaşanılan coğrafî mekan ile değil sadece ve sadece “takvaları” ile olduğunu bilirler. (Hucurat-13)
— Allah’ın sürdürmesini emrettiği ilişkileri sürdürüler, Rablerinden korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler. (Rad–21)
— Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmezler. (Nisa–139)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *