Umremizi Diyanet aracılığı için yaptığımızdan buradaki Diyanet’te yetkili kardeşler ara sıra umreci kafilemizi toplayıp kendi deyimleri ile irşat sohbetleri yapıyorlar. İrşat toplantılarının bir tanesine Trabzon Müftüsü katılıyor. Kudsi hadisler, genel ahlaka dair konular ve zikir konularında tavsiyelerde bulunuyor. Zikr ve kudsi hadis konularında daha derinlikli bir bilgiye sahip midir bilmiyorum ama anlatılan konular dinleyiciler tarafından
Umremizi Diyanet aracılığı için yaptığımızdan buradaki Diyanet’te yetkili kardeşler ara sıra umreci kafilemizi toplayıp kendi deyimleri ile irşat sohbetleri yapıyorlar. İrşat toplantılarının bir tanesine Trabzon Müftüsü katılıyor. Kudsi hadisler, genel ahlaka dair konular ve zikir konularında tavsiyelerde bulunuyor. Zikr ve kudsi hadis konularında daha derinlikli bir bilgiye sahip midir bilmiyorum ama anlatılan konular dinleyiciler tarafından nasıl anlaşılıyor ben bunu gözlemliyorum. Bu konular kendi arasında çok fazla çelişkili görülüyor. Zaten kafilemizle yaptığımız tanıtım gezileri boyunca hadisler ağırlıklı bir bilgilendirme ile karşılaşıyoruz. Genelde senedi çok zayıf hadisler hiç uyarı yapılmadan anlatımlara delil olarak kullanılıyor. Nitekim yukarıda bahsi geçen Kudsi hadis ifadesi terim olarak hicrî VI. yüzyıldan sonra bu alanda yazılan derleme çalışmalarından sonra ortaya çıkmış. Söz konusu hadisin ilk tanımı ise VIII. hicrî asırda Hüseyin bin Abdullah et-Tîbî (ö. 743/1342) tarafından yapılmıştır. Daha sonraki süreçte de diğer tarifler yapıla gelmiş. Dolayısıyla VI. asra kadar İslam ümmetinin zihin dünyasında kudsî hadisin ve onun ne olduğu hususunda düşünsel anlamda bir sorgulama olmadığı görülüyor. Şimdi bunu din görevlimiz önemle anlatıyor. Anlamı Allah’tan lafzı-sözü Peygamber (s) Efendimizden nakledilmiş diye. Yani bir nevi Kur’an dışında Peygamberimize (s) çeşitli yollar ile iletilmiş ayrı bir vahiy gibi anlatıyor. Bunların yanlış olabileceği, ayet gibi olmadıkları hususunda hiçbir açıklayıcı bilgi de verilmiyor. Bu konular kimi kesimlerce istismara oldukça açık kapı aralıyor. Kur’an’da geçen kesin hükümler bile bu gibi sözler ile yok sayılabiliyor.
Bu umre ibadetimiz boyunca Kur’an’da 250’den fazla yerde geçen zikir ifadesi de oldukça yoğun bir şekilde dillendiriliyor. Çok geniş bir anlama sahip olan zikir kavramının manası bu kimselerce çok daraltılmış görünüyor. Aslında zikir Müslümanların Allah adına yapmış oldukları her türlü amelin genel adıdır. Zaten bütün ibadetlerimizin özü Allah’ı hatırlamak, akılda tutmak şekli ile O’na itaat etmektir. Bu insanlar ise zikri Allah’ın adını dil ile anmakla sınırlandırmışlar. Hayatlarına yansıyan onu yönlendiren hiçbir yanı yok. Hele ki Allah’ı, Allah’ın sözlerini hatırlarında tutarak tağutun hükümlerini onaylamayarak ret etmeleri gerektiği bilgisine de sahip değiller. Zaten zikir kelimesinin sözlük anlamı da düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, öğüt, ihtar, uyarı anlamlarına geliyor.
Buradaki insanlar zikrin sayısal boyutu ile de çok ilgililer. Beş yüz kez ya da beş bin kez tevhid çekme ya da Peygamberimize(S) salâvat getirmekle vakitlerini harcıyorlar. Anlamadıkları dilden yaptıkları bu ve hatimlerini de ölülerin ruhlarına hediye ediyorlar.
Kâbe’deki günlerimiz azalıyor. Artık Medine’ye hareket edeceğiz. Bu arada sizlere Mekke’de kaldığımız yemekhaneyi de göstereyim.
Yemeklerde genel olarak bir sorun yok. Arada kullandıkları yağdan kaynaklanan bir sorun oluşuyor. Fakat bu tüm yemeklerde yok. Açık büfe beş altı çeşit yemek yiyebiliyorsunuz. Daha önce söylediğim gibi garsonlar fakir ülkelerden ve bol bol bahşiş veriyoruz. Dinar bizim paramızın yarısı civarı değerde. Bizim paramız değerli yani. Burada mazot ucuz su pahalı. 33 Lt arabanızı doldurduğunuzda 12 TL veriyorsunuz. Yarım litre su ise 2,5 TL
Evet, Mekke’de geçirdiğimiz günler sona erdi. Kâbe’ye çok alışıyorsunuz. İçinizde buruk bir duygu oluşuyor. Otelin Kâbe’ye yakın olması çok güzel bir şey. Umreye gidecek kardeşler buna dikkat etmeliler. Orada Kâbe’nin karşısında namaz kılmak gerçekten çok muhteşem bir duygu.
Umremizin Medine bölümü
Medine yaklaşık Mekke’den 400 km uzakta. Akşam yolculuğumuz başlayacak. Sabah namazı gibi orada olacağız.
Evet, burası Medine’de Mescid-i Nebevi. Burası da mescidin avlusu. Avlu içerisindeki sütun gibi görülen şeyler kelebek yani şemsiye. Gündüz bunları açıyorlar ve çok güzel bir görüntü oluşuyor. Cami alanı 100 da civarı, ön taraftaki avlu ile birlikte 400 da civarı bir alanı buluyor.
İşte bunlar kelebekler yani yukarıdaki sütunların açılmış hali. İçerideki sütunların hemen altından klimalı hava delikleri var. Yani tüm bu alan klima ile soğutuluyor. O yüzden de mescit içerisinde cemaatten çok uyuyanlar oluyor.
Yukarıdaki resim mescitin arka kısmı. Yukarıdaki yeşil kubbenin olduğu yerde Peygamberimizin(s) kabri var. Ayşe validemizin evi imiş. Cami içerisinde böyle hücre evler var. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir gibi sahabenin mezarları da bu mescit içerisinde. Burası daha önce çok küçük bir alan iken bu hali almış. Arap yönetimleri mezar olayını olumlamıyorlar. O yüzdende çok belirgin şeyler yapmıyorlar. Hemen içeride minberin yanında yeşil bir halı var. Orada da bazen izdihamlar yaşanıyor. Sebebi de orada namaz kılan kimseyi yine cehennem ateşi yakmayacakmış. Bu tarz inançlardan dolayı bu görüntülere sık sık rastlıyoruz. Hemen bu alanda sabah irşat dersleri vardı. Bizim kardeşler bu yeşil kubbeye yani Peygamberimizin mezarına dönüp duada bulunuyorlardı. Ben ve bir kardeşimde onların ters istikametine Kâbe’ye dönüp dua yapıyorduk. Bir ara Suudi polisi gelip bu kardeşlerimize kızdı ve Kâbe’ye doğru dua etmelerini istedi. Yapılan şeyin şirk olduğunu onlara anlatmaya çalıştı. Tabi bizim kardeşler biz aslında yine Allah’a dua ediyoruz. Böyle yapmakla Peygamberi (s) ilah yerine koymuyoruz ki diye serzenişte bulunuyorlar.
Umreci kardeşlerin birisinin cebinde Arif Pamuk’a ait bir kitapçık görüyorum. Hemen inceliyorum Arif Pamuk bazı tiyolar vermiş. Kimlerin şefaatine nasıl nail olacağımız ile ilgili taktikleri sıralamış. Hatta hangi Peygamberden nasıl şefaat koparılır bunun için ne yapmalıyız onu bile açıklamış. Bu konularda kardeşimiz ile konuşuyoruz. Sohbetimiz genel olarak olumlu geçiyor. “Bize ne verilirse biz onu okuyoruz ben bu anlattığınız şeyleri bilmiyordum” diyor. Şefaat konusu umre boyunca en çok işlenen konulardan birisi. Dualarda sürekli yerini alıyor. Her ne hikmet ise Yüce Allah’ın kendilerine Ey iman edenler diye hitap ettiği ayet sürekli görmezlikten geliniyor.
“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”(Bakara–254)
Bakara suresi 123. ayetinde ise ısrarla Rabbimiz ısrarla “Hiç kimsenin başkası adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye kabul edilmeyeceği, hiç kimseye şefaatin yarar sağlayamayacağı ve böylelerinin hiçbir yerden yardım görmeyeceği günden korkun.” diyor. Fakat bu hakikatler hatırlatıldığında bu kimseler ya müşriklere Rabbimizin verdiği “izin verdiğim kimseler müstesna” cümlesinin geçtiği ama izin vermediğini yukarıdaki ayetlerle açıkladığı cevap ayetlerini dillendiriyorlar. Bizim kafile sorumlumuz ise bu duruma “iyi de bu konuda hadis şefaat var diyor ya şimdi biz bu hadisleri inkâr mı edeceğiz” şeklinde bana tepkisini bildiriyor. Tabi bu şekli ile ayetlerin hükmünü de ortadan kaldırmış oluyor. Bir de bu aktardığı hadisler kudsi hadis ise zaten bu da Allah’ın sözü(!) olduğundan iş çözülmüş oluyor. Bir başkası ise “biz Kur’an ayetlerini anlayamayız. Bu bizim işimiz değil. Orada ne kast edildiğini bilemeyiz” demekle olayı geçiştirmeye çalışıyor.
Neyse bu konuya burada nokta koyup tekrar Medine’ye dönelim. Burada mescitler çok büyük hem burada hem Kâbe’de sık sık birbirlerini kaybedenlere rastlıyoruz. Burada kadınların olduğu yere erkekler giremiyor bu yüzden kaybolanlar fazla oluyor. Eğer yaşlı bir anneniz ya da yakınız varsa mutlaka bayan bir refakatçi yanında olmalı. Yoksa bir araya gelmek çok zor oluyor. Anlatılanlara göre bu şekilde eşlerini bile kaybedenler oluyormuş.
Gezilip görülen resimlerini çektiğimiz çok yer var fakat ben burada hepsini anlatamayacağım.
Haftaya: Umre Notları 4 – Uhud Dağı ve Mülk’ün sahibi
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *