“Evvel zaman içinde bir fakir keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan’ın babası, bir gün hastalanmış; oğlunu yanına çağırmış: – Oğlum sana nasihatim olsun. Adı Musa, boyu kısa, sakalı köse alan adamla aksata etme. Hatta değirmenin de bile buğday öğütme, demiş. Gel zaman, git zaman bu adam ölmüş. Bir gün Keloğlan’ın anası: – Oğlum, unumuz kalmadı. Değirmende bir
“Evvel zaman içinde bir fakir keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan’ın babası, bir gün hastalanmış; oğlunu yanına çağırmış:
– Oğlum sana nasihatim olsun. Adı Musa, boyu kısa, sakalı köse alan adamla aksata etme. Hatta değirmenin de bile buğday öğütme, demiş.
Gel zaman, git zaman bu adam ölmüş. Bir gün Keloğlan’ın anası:
– Oğlum, unumuz kalmadı. Değirmende bir yük buğday öğüt de gel, demiş.
Keloğlan, değirmenin yolunu tutmuş. Bir değirmene varmış ki, kısa boylu bir adam orada oturmakta. Bu adam üstelik köseymiş. Keloğlan’ın aklına hemen babasının öğütleri gelmiş.
– Amca senin adın ne? diye sormuş.
Adam ‘Benim adım Musa’ deyince, bu değirmende buğday öğütmekten vazgeçmiş. Başka bir değirmene gitmiş. Meğer Musa Dayı, işin farkına vardığından, kestirme yoldan değirmene gitmiş. Keloğlan gelmiş, bunu orada görünce geri dönüp gitmek istemiş ama Musa Dayı seslenmiş:
– Oğlum beyhude yorulma. Buralarda üç değirmen var, üçü de benim, demiş.”
Evet tüm değirmenler onların ve her kapı aynı yere çıkıyor. İşte böyle bir çıkmazın içerisindeyiz. Eğer ki sistem kendi içerisinde bir takım değişikliklere gidiyorsa bu asla kendi rejiminden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Sadece değirmeninin dönmesi için sizden ekmeklik buğday istiyordur. O buğdayı eğer o değirmende öğütürseniz o değirmen her daim çalışır durumda olacaktır. Peki, siz ısrarla öğütmek istemezseniz ne olur? O zaman yeni tekliflerle karşılaşabilirsiniz?
O halde hikâyemize devam edelim;
“Demiş ama Keloğlan’ın inadı inat.
– Mademki değirmenler senin; ben de un öğütmekten vazgeçtim, demiş.
Musa Dayı bakmış ki ne yapsa çare yok, Keloğlan buğdayı öğütmeyecek.
– Gel, sen gene öğütme. Gel seninle birer okkalı yalan söyleyelim. Ben kazanırsam hayvanı üzerindeki yüküyle beraber alırım. Sen kazanırsan değirmenlerimden birini sana veririm, demiş.
Bu fikre Keloğlan sevinmiş. Önce Musa Dayı bir yalan söylemiş.
(İşte keloğlan burada hata yapıyor sonuç ne olursa olsun değirmen yine dönecek kazananı belli bir tartışmaya girişiyorlar.)
– Keloğlan, benim babam çiftçi idi. Bizim harman yerinde kendi kendine bir karpuz göğerdi. Biz buna güzelce baktık. Bu da büyüdükçe büyüdü, dağ gibi bir karpuz oldu. Olduğu zaman babam bir baltacı tuttu. Bunlar kesmeye başladılar. Bunlardan birisinin elinden baltası karpuzun içine düştü. Adam baltasını almak için karpuzun içine girdi. Baltayı ararken içeride bir adamla karşılaştı. Baltacı sordu ki ‘hemşerim sen bu karpuzun içerisinde balta gördün mü?’ dedi. Adam da ‘Yavu sen ne söylersin? Ben bir bezirgânım. Develerimi ve adamlarımı yitirdim. Bir hafta oldu arayıp bulamadım. Sen baltanı mı bulacaksın?’ dedi. İşte, bizim bu karpuzun suyundan Van Gölü meydana geldi, demiş. Adam sözünü burada kesmiş. Sonra da Keloğlan’a dönüp ‘haydi, bir yalan da sen söyle bakalım’ demiş.
Keloğlan da başlamış:
– Musa Dayı, benim babam arıcı idi. Petekten sabah kaç arı gitti, akşam kaç arı döndü hepsini sayardı. Günlerden bir gün bizim bir topal arı vardı, bu peteğe dönmedi. Babam da ‘bu arı ne oldu’ diye sabaha kadar uyumadı. Sabahleyin bizden bir çuvaldız istedi. Çuvaldızı yere dikip, yalın ayak üzerine çıktı. Dört tarafa bakarken, çift süren bir öküzün üzerine konmuş olan arıyı gördü. Hemen bana seslendi, ‘horozu eğerle getir’ diye. Ben de hemen horozu eğerledim. Babam da üzerine binerek gidip bizim topal arıyı kurtardı. Ama bizim horozun sırtını eğer vurduğu için yara olmuştu. İşte o yaraya ceviz yağı çaldık. Derken oradan bir ceviz çıktı. Bu büyüdü de büyüdü, kocaman bir ceviz oldu. Yapraklarını döktüğü zaman, kocaman bir tarla oldu. Biz bu tarlayı ekip biçmeye başladık. Ekinler olduğu zaman ele tırpanları aldık. Tam biçmeye başladık ki bir tilki çıktı. Babam tırpanı fırlattı. Tırpanın ipi, tilkinin kuyruğuna geçti. Tilki de tarlada bir o tarafa bir bu tarafa gittikçe bizim ekinler biçildi. Toplayıp harman ettik. Harmanı savurduk. Buğdayları ölçmeye başladık. Ölçerken gıratın içinden bir kâğıt çıktı. Alıp okuduk ki ‘yalanı Keloğlan kazandı, Musa Dayı hapı yuttu’ yazıyor.”
Önce Kur’an’dan nasihat dinleyen sonra yalan yarışına tutuşan sonra da kendi yalanlarına inanan Müslümanlara! çok benzemiş. Yani bu yalan atılacaksa biz bu konuda da onlardan daha iyi yalan söyleyebiliriz değil mi? Keloğlan da böyle yapmış. Aslında Keloğlan’ın babasının bildiği ya da yaşadığı bir şeyler olmalı. Çünkü bu değirmenci Musa Dayı’ya güvenmiyor. Mutlaka aralarında bir şeyler geçmiş olmalı. Maalesef kimse sözü dinlemiyor işte. Güvenmemeleri gereken yerlerde gezinip duruyorlar.
Bu yalana ağzı açık kalan Musa Dayı ne yapmıştır sizce?
“Bunun üzerine Musa Dayı ‘Keloğlan, baban daha çuvaldızın üzerine çıktığı zaman ben hapı yutmuştum. Ondan sonra nefesini boşa harcadın. Ben de tam senin gibi bir adam arıyordum. Bir değil üç değirmenimi de sana bırakayım, sen çekip çevir gayri’ demiş.”
Evet aynen böyle oldu işte. Baktı ki sistem kendini idare edemiyor halkı kandıramıyor. Onlar da öyle yaptılar. Alın size yönetim bu halkı ancak siz kandırırsınız dediler. Nasılsa tüm değirmenler de onların ya, değişen bir şey yok. Siz sadece bekçisiniz orada ama değirmen bozulursa da tamir etmek zorundasınız. Bakın Musa Dayı bile öyle herkese değirmenini teslim etmiyor. Önce halkı kandırabiliyor mu ona bakıyor. Eğer o kabiliyeti görmüşse teslim ediyor. Demek ki bu sistemin sahipleri muhafazakâr kesimde bu beceriyi görmüş ki sistemlerini yönetme hakkını onlara vermişler. Şimdi de uzun zamandır değirmenlerinde buğday öğütmek istemeyen bir kesim aniden buğdaylarını öğütmeye karar vermiş. Neden acaba?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *