“Babalarımızı Kur’an’ı anlayabildikleri dilden okumaz halde bulmuş ve Kur’an’ı anlayabildiğimiz halde okuyarak onları üzerinde bulduğumuz yoldan sapmışızdır. Babalarımızın emperyalistlerin dünyayı emellerine hizmet ettirebilmek için oynadıkları oyunları bilmez, öğrenme gereği de duymaz bir yolda bulmuş ve bu yoldan sapmışızdır. Şayet sapıklık; babalarımızı üzerinde bulduğumuz yolu Kur’an ölçüleri ile yargılayarak, sapılması gerekeninden sapmaksa, biz sapığız. Bu sapıklığı
“Babalarımızı Kur’an’ı anlayabildikleri dilden okumaz halde bulmuş ve Kur’an’ı anlayabildiğimiz halde okuyarak onları üzerinde bulduğumuz yoldan sapmışızdır. Babalarımızın emperyalistlerin dünyayı emellerine hizmet ettirebilmek için oynadıkları oyunları bilmez, öğrenme gereği de duymaz bir yolda bulmuş ve bu yoldan sapmışızdır. Şayet sapıklık; babalarımızı üzerinde bulduğumuz yolu Kur’an ölçüleri ile yargılayarak, sapılması gerekeninden sapmaksa, biz sapığız. Bu sapıklığı da Peygamberimizden öğrendik O’nun da Kur’an’dan öğrendiğine eminiz ” (Ercüment Özkan – 1990)
Gerçekten de babalarımız bu tarz şeyleri düşünemiyorlar. Daha doğru bir ifade ile düşünmeye cesaret edemiyorlar. Onlarda kendi babalarından bir şeyler dinlemişler. Bir an düşünmek, olaylar üzerinde tefekkür etmek istediklerinde bunun sonu çok acı katliamlarla sonuçlanmış. Şu sıralar aileleri ile İslam adına sohbet eden kardeşlerimiz hep aynı cevaba muhatap oluyorlardır. İslam adına yanlış olan bir inanışı ayetler ile anlatmaya başladığınızda “bunun bari İslam’da olmadığını söylemeyin” diyorlardır. Çünkü öyle bir din algısı oluşturulmuş ki Kur’an’ı okuyan Müslümanlar ile atalarını dinleyen Müslümanların! ortak hiçbir dini yönleri kalmamış. Hali ile onlara daha önce edindikleri bilgilerden kopmak çok zor geliyor.
Öyle garip kimseleri dinleri adına güvenilir kimseler olarak görüyorlar ki hayret etmemek mümkün değil. Geçenlerde bir kardeş anlatıyor. Falanca cemaatin bir sorumlusuna Laiklikle ilgili bir soru soruyorlar. Bu kimsede bu soruya şöyle cevap veriyor. “Laiklik layık olma demektir. Yani neye layıksanız öyle yönetilmenizdir. Eğer bizler dinimize yakışan ve ona layık kimseler isek bu laiklik iyi bir laikliktir.” Ne güzel söylemiş değil mi? Geçenlerde bu şahıs ile de tanışma fırsatım oldu. Söylediği bazı şeylere Kur’an’ın kapağını açtırıp okutturma şansımız oldu. Söylediği cümle ise şu idi. “Bu ayet oraya yanlış yazılmış” Neden yanlış yazılmış. Çünkü kafasında ezberinde o ayetleri yalan sayan tamamen söylediği hükmün tersini söyleyen bir sürü hadis var. Burada tercih malum hadisten yana oluyor. Gerçi bu kimseler gerçekten düşünemiyorlar o yüzden asıl bu kimselerin ağababalarını görmek gerekiyor. Çünkü bu tarz kimseler çok zavallı kimseler. Belki de bildiği şeyi samimice yaşamaya çalışıyor. Allah inşallah hidayetlerine vesile olur.
Yalnız şu hususu da belirmeliyiz ki işte biz böyle bir toplum içerisinde yaşıyoruz. Bu bizim değişmez bir gerçeğimiz. O yüzden bu kimselere karşı bir yaklaşım tarzımızın olması gerekiyor. Çünkü çok sert davranışlar kırıcı ve dışlayıcı bir söylem bu kimseleri savuna geldikleri düşünceleri noktasından daha da taassuplu yapacaktır. Bir de şunu asla unutmamalıyız ki bir davet yapılır iken bilgi ve birikimimiz kadar beden dilimiz de bu konuda çok belirleyicidir. Yaptığımız daveti severek yapmalıyız. Sonuçta elimizde tuttuğumuz ve vermek istediğimiz şeyler Allah’ın ayetleridir. Bu işi istediğimizin ispatı ise güler yüzlü olmaktır. Yoksa bilgi ve birikimlerimizi, Allah’ın uyarılarını bir başkasına aktaramayız. Tabiî ki hiç kimseyi de ikna edemeyiz. İnsanlara tepeden bakarak, suratımızı asarak, karşımızdaki kardeşimizi yok sayarak herhangi bir davette bulunmamız söz konusu olamaz.
Bu konuda güzel bir hikâye var;
“Köylünün biri ufak bir küpe bal doldurur, sırtına yükleyip pazarda satmaya çıkarmış. Ancak bir kaşık bile satamadan akşam eve dönermiş. Babası bu durumu merak etmiş. “Neden oğlumun balını kimse almıyor?” diye düşünmüş. Bir sabah oğlunun peşine takılmış ve takip etmiş. Çok geçmeden oğlunun neden balını satamadığını anlamış.
Asık bir suratla “Bal, bal!” diye bağırdığı için kimsenin ondan bal almadığının farkına varmış. Oğlunun yanına varmış ve: “Ben senin balını niye satamadığının sebebini buldum, demiş. Senin dilin bal satıyor, ama suratın sirke satıyor. Oğulcuğum, asık suratlılık, soğuk durma, buz gibi olma, duvar gibi durma insanları kişiden uzaklaştırır.”
Ne dersiniz kendimize şöyle bir aynada bakalım mı? Acaba bizlerde asık suratlı, buz gibi ya da duvar gibi miyiz? Eğer böyle isek kesinlikler kimseye bal satamayız değil mi?
Evet, toplumumuzda her kesimden insan var ve bu kimseler ile bir arada yaşamak zorundayız. Yapılan eleştirilen bizlere ters gelse de yaşadıkları şeyler Kur’an dışı da olsa bu kimseler yeniden yeni bir dil ile islama davete muhtaçlar. Aramızda geçen tartışmaları bir kenara bırakarak bu büyük topluluğa daveti götürme çabası içerisinde bulunmalıyız. Hele ki bir kısım kardeşlerimizin bin bir güçlükle davette bulunup olumlu sonuçlar almaya başladıkları süreçte diğer kardeşlerimizin asık surat göstermeyip bu yeni kardeşlerimizi davetten soğutmamak için büyük gayret göstermeleri gerekmektedir. Bu tarz şeylere ilgisiz kalmamalı soğuk tavırlar sergilememeliyiz. Çünkü bazen tek bir cümle tek bir davranış şekli bir kimsenin tüm hayatını değiştirebiliyor. İnşallah bu konuların da öğrendiğimiz bilgiler kadar kıymetli olduğunu anlayabiliriz. Bu, gerçekten de çok önem arz ediyor. İnşallah heyecanımız tekrar oluşur da zaman içerisindeki bıkkınlık ve makineleşmiş halimiz bir an önce son bulur.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *