Her şeyi bilemeyiz elbette ama şunu çok iyi bilmeliyiz; rahmetli Malcolm X’in ifadesiyle “bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter!” Uyanmalıyız ve harekete geçmeliyiz. Çünkü uyumak için hem çok geç hem çok erken. Ve hatta hatta ölüysek/öldürüldüysek, gerekirse dirilmeliyiz!
İslam Toplumlarında Slogancılık, Şeyleşme ve Kayboluş
Ahmet Ferhat Öksüz
Bugün İslâm dünyası toplumları basit, şeyleşmiş ve alabildiğine slogancı toplumlardır. Bu tür toplumlarda düşünce, rahmetli Cemil Meriç’in ifadesiyle “kuduz köpek gibi kovalanmaktadır.” Bu yüzdendir ki düşünce/fikir/edebiyat vs. adamları değil de çok konuşan ama boş konuşan, tektipçi, hem şeyleşmiş hem şeyleştiren, slogancı adamlar itibar görmektedir. Kısacası itibar ayaklara düşmüş, düşürülmüştür. Bu tür toplumların aykırı herhangi bir kişi ya da sese tahammülleri dahi yoktur. Modern toplumların son derece tahammülsüz olmaları işte bu yüzdendir. Çünkü modern toplumlar düşünmezler; şeyleştirilmiş, köleleştirilmiş, etkisiz/tepkisizleştirilmiş oldukları için yönlendirilirler. En basit ifadeyle içi/zihni/dimağı boş birer et parçası haline getirilirek robotlaştırılmışlardır. Ve biz biliriz ki robotlar düşünemez, müstakil hareket edemez hatta bizzat “kendileri” bile olamazlar. Ve yine biz biliriz ki robotlarda kalp ve bununla birlikte vicdan olmaz. Onlar merhamet nedir bilmezler, acımasızlaştırılmışlardır. Ve yine onların canları da acımaz daha doğrusu onlar acıyı da hissetmezler, hissizleştirilmişlerdir. Hülasa bugün İslam toplumlarında görülen basitlik, kişiliksizlik, hissizlik bu toplumların kendi öz bilinçlerine yabancılaşıp, kendilerini unutup benliklerini başka bedenlerde aramasına ve giderek modern dünyanın sarmaladığı tektipçi bir ortama adapte olmalarına/evrilmelerine ve bu sebeple giderek yok olmalarından kaynaklanmaktadır. İşin acısı İslâm, giderek “toplum” olma yetisinden/dinamiğinden feragat ettirilmekte ve İslâmi düşünce, sanat, edebiyat alanları/ekolleri büyük bir yara almaktadır hatta meşruiyetini kaybetmekte ve yok sayılmaktadır. Bundan dolayıdır ki Müslüman halklar ve hareketler etki/tepki güçlerini kaybetmekte ve İslâm toplumları giderek dünya ölçeğinde söz sahibi olma hakkından yoksun kalmakta, bırakılmaktadır. Bu son derece rahatsız edici ve kötü bir tablodur. Oysa bugün Müslüman toplumların bütün bu hadiselerden haberleri dahi yoktur. Müslümanlar dava ve iman bilincinden yoksun oldukları için İslâmi hassasiyet barındıran herhangi bir olayda söylemden öteye gidememekte, eylemsel bir varlık gösterememekte hatta ve hatta kendi içinde tefrikalara bulanmaktadırlar. Ama ne acıdır ki aynı Müslüman toplum kendi benlikleri için herhangi bir fayda oluşturmayan hatta beyinlerini uyuşturan, narkozlaştıran, birer slogan mabedi haline gelen/getirilen devasa stadyumları bir çırpıda doldurup boşaltabilmektedir. Ya da ahlâkî bir dezenformasyon/kanalizasyon içeren TV programlarını/dizilerini saatlerce ve hem de başını bir saniye bile olsun ayırmadan izleyebilmektedir. Bu çok patolojik bir durumdur. Rahmetli Cemil Meriç’in ifadesiyle “Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da yok eden bir cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan ve bir hayal dünyasında yaşatan hissi bir istimna… Tam bir kaçıştır televizyon. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı… Bu korkunç tiryakilik, kurbanlarını batılılaştırmaz batırır.” Olay bu kadar basittir; insanımız alabildiğine şuursuzlaştırılmış, şeyleştirilmiş ve giderek içi boş, gürültüden başka hiçbir mânâ ve ifadesi bulunmayan sloganlara hapsedilmiş durumdadır yani boşluğa, karanlığa, her türlü ahlaksızlığa esir hale gelmiş, getirilmişlerdir.
Slogan toplumları ayrıca sözün/kelimenin gücünü/etkisini de yok eden, boşa çıkaran toplumlardır. Bu gibi toplumlar çok konuşmakta ama boş konuşmakta, kelimeyi/sözü çoğaltıp o derin manasından/havasından koparmakta ve kaba bir tabirle sürekli “gevezelik yapmaktadırlar.” Bu toplumlarda sanat ve edebiyat içeriksiz, boş ve manasızdır. Basit olduğu için ahlaksız ve laubalidir de. Sevgi ve aşk gibi aziz kavramlar bu toplumlarda maalesef fuhuş gibi düşük/düşkün kavramlara indirgenmekte, bir tutulmakta ve maalesef giderek mahremiyetini kaybetmektedir. Bu sebepledir ki bu toplumlar cinsel ilişki/fuhuş gibi basit, seviyesiz vakaların sürekli arttığı sıradan, derinliksiz ve haysiyetsiz toplumlardır. Bedenleri de fuhşun ve cinsel zevklerin tatmin olması amacına ulaşılması için araçsallaştırılmış, değersizleştirilmiş ve basit birer et parçası haline getirilerek ahlaksızlığa, seviyesizliğe meze edilmiştir yani yok pahasına satılmış kısaca yok sayılmış, hiç edilmiştir.
Bu toplumlar daha evvel belirttiğimiz gibi slogan toplumları oldukları ve sözün/kelimenin muhteviyatını boşalttıkları için ayrıca da liderci/tektipçi/putçu toplumlardır. Bu toplumlar kendilerine lider olarak seçtikleri ya da gördükleri kişiyi putlaştırırlar. E haliyle putlar tenkide tabi tutulamazlar hatta onlara karşı herhangi bir harekette bulunulmasına dahi tahammül edilemezler. Onların sözleri birer kanun hükmündedir, tartışılmazdır. Buna karşı bir fikir beyan edenler neredeyse linç edilirler hatta cezalara tabi tutulurlar. Bu toplumlar liderlerinin sarf ettiği kelimelerin muhteviyatına da bakmazlar. Çünkü onlar için sözün ne için/hangi sebeple söylendiğinin zerre-i miskal önemi yoktur. Mühim olan sözün nasıl söylendiğidir. Yani sözün zihinsel etkisi değil duygusal etkinliğidir önemli olan. Onlara göre söz, duyguları harekete geçiriyorsa/coşturuyorsa önemlidir, etkilidir, geçerlidir. Aksi takdirde o söz zihinsel olarak ne kadar derin/güçlü olursa olsun boştur, etkisizdir hatta ve hatta gereksizdir. Hatta bu zihniyeti TV reklamlarında görmek de ne yazık ki mümkündür. Tıpkı bir reklamda geçen mottoda söylendiği gibi; “ne dediğin değil nasıl dediğin olay!” İşte asıl “olay” burada, olay bu kadar basit işte! Dünya üzerinde şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm diktatörlerin konuştuğu dil, bu duygusal/coşkun dildir. Çünkü diktatörlerin fikirleri, siyasi görüşleri değişse de üslupları/yolları/teknikleri aynıdır, değişmez; bu şaşmaz bir kuraldır, bozulmaz, sapmaz. Bazen mutlaka denk gelir, duyarsınız; yanınızdaki kişi televizyonda konuşan liderini dinledikçe coşar hatta duygusal olarak bir nirvana yaşar ve sonunda size dönüp der ki; “ya hu adam ne konuştu be!” Bu sırada ona şu öldürücü/panzehir soruyu sorarsanız emin olun ki dut yemiş bülbüle dönecektir. Soru şudur; “evet konuştu da ne konuştu, ne anlattı, nereye vardı, neyi çözdü; sonuç?” Evet işte bu cevap onu bir çırpıda susturmaya yetecektir. Buradan da görüleceği gibi bu gibi toplumlar sözün duygusal ikna gücüne tapmış slogancı/liderci/putçu/tektipçi toplumlardır ve toplumlar en dibi görmeden maalesef iyileşemezler/iyileştirilemezler, bunun aksi neredeyse mümkün değildir.
Bu toplumlar okumayan, eleştirmeyen bunun yanında eleştirilemeyen, eleştiriye/eleştirilmeye tahammül dahi edemeyen, düşünmeyen, düşünmekten ve düşünenden ve hatta düşünceden nefret eden topluluklardır. Buradan varacağımız nokta da maalesef toplu bir yok oluş, kayboluş ve boğuluştur. Bu toplumlar kendilerini bu şekilde cehalete ve karanlığa teslim etmişler ve aydınlığa küsmüşler, sırt çevirmişlerdir. Hatta aydınlıktan nefret eder hale gelmişlerdir. Gene rahmetli Cemil Meriç’in ifadesiyle; “her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi!” Ne muazzam bir ifade ve -ne yazık ki- ne kadar da bizi anlatıyor değil mi? (Esefle…)
Sonuç olarak bizler, İslâm dünyası toplumları olarak maalesef bir “kayboluş/yok oluş/tükeniş” sürecinin tam da ortasındayız. İşin en kötü tarafı uyuyoruz hatta kimilerimiz uyuyor gibi yapıyor ki bu daha kötü! Çünkü uyuyan bir insanı uyandırabilirsiniz ama uyuyormuş gibi yapanı asla! Kendimizi toparlama gibi bir gayretimiz yok bilakis daha da dağıtıyoruz. Samimî ve iman/ihlas sahibi değiliz. Her şeyimiz yapmacık ve giderek daha da samimiyetsizleşiyor. Bizi ayakta tutan/tutacak olan ve yeni bir dirilişte/uyanışta bizi diri tutacak, bize ön ayak olacak değerlerimizi muhafaza etmiyor/edemiyor bilakis onları dünya nimetleri uğruna satıyor/şeyleştiriyor/değersizleştiriyor/kullanıyoruz. Kısacası İslâmî değerler artık bir çoğumuz için amaç değil maalesef birer araç sadece. Dünyaya gereğinden fazla bağlanıyoruz. Nefsimizi ilah edinmişiz bir çoğumuz. Oysa rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi; “burası dünyaydı, ne çok kıymetlendirdik oysa bir tarla idi ekip biçip gidecektik.” Bir lokma bir hırka dedik, onu da yalan/talan/viran ettik. Kısacası biz çok zarar ettik. Ama zararın neresinden dönersek kâr, bunu da bilmeliyiz. Ne olursa olsun, her hâl û kârda uyanmasını bilmeliydik, bilmeliyiz. Çünkü uyumak ölmek/ölmeye karar vermektir, bunu iyi bilmeliyiz. Her şeyi bilemeyiz elbette ama şunu çok iyi bilmeliyiz; rahmetli Malcolm X’in ifadesiyle “bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter!” Uyanmalıyız ve harekete geçmeliyiz. Çünkü uyumak için hem çok geç hem çok erken. Ve hatta hatta ölüysek/öldürüldüysek, gerekirse dirilmeliyiz!
Selâm, sevgi ve muhabbetle…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *