Avrupa tipi demokratik toplum ve devletlerde yapılan seçimler, devletin yapısına, kurumsal niteliğine ve başkalaşmasına karşı olmayıp, oturmuş toplumsal ve siyasal sistemin istikrarı ve sistemin müsaade ettiği kadar refahın dağılımını düzenleme tercihidir.
Seçimler Neyi Değiştirir?
Hüseyin Alan
1: Önce konunun bağlamına ve gelişimine dair bir özet; modern tarih anlatısına göre evren bir şekilde var olduğunda içinde insan yoktu, evren şekillendikçe ve doğa kanunları yürürlüğe girdikçe atası hayvandan türeyecektir. Önce insanımsı bir varlıktı, sonra biyolojik ve akıl yapısı olarak evrimleşti, nihayet bu günkü şeklini ve yapısını aldı.
İnsan, doğada kurduğu ilişkilerde ve tarihte sosyolojik kimi evrelerden geçti; en yaygın bilimsel izahlara ve antropolojik bulgulara/kurgulara göre üç ana devre söz konusu oldu: İlkin avcılık ve toplayıcılık dönemi; yeme içme barınma, üreme ve savunma gibi ilkel/ilk/temel ihtiyaçlarını karşıladı. İkinci olarak, bu devrenin sonuna doğru tarım ve üreticilik dönemine sıçradı; Alet üretti, ekip dikip biçmeyi ve toplamayı, üretmeyi ve biriktirmeyi, lojistiği, saklamayı, pazarda satmayı, kazanmayı, rekabeti öğrendi. Kazandıkça ihtiyaçları çoğaldı, üretim çeşitlendi. Takas aracı olarak parayı keşfetti. Kent kurdu, kentsel uygarlık aşamasına geçti. Siyasi organizasyonu, toplumsal düzeni başlattı, hukuk geliştirdi.
Üçüncü olarak tarım toplumu aşaması içinde tekamül ettikçe sanayileşme aşamasına atladı. Alet üreten alet üretti, makinalı üretime, fabrikalaşmaya, endüstriyel toplum yapısına geçti. Borsayı, faizi, vadeye ve kiraya dayalı rant piyasasını kurdu. İhtiyaçlar daha da çoğaldı, detaya önem verdi, lüx tüketimi artırdı. Uluslaştı, kurumsal devlet oldu.
Sanayileşmede ileri dereceye ulaşan Batı Avrupalılar bilimi, teknolojiyi, inovasyonu mal ve hizmet üretiminde kullandığı kadar kitle imhasına sebep olacak ateşli, kimyasal, biyolojik silahların icadında da kullandı. Metropolitan merkezlere, üretim fazlasına, kapital birikimine, tekelleşmeye, askeri bakımdan saldırı gücüne erişti. Doğayı mülkiyetine geçirdi, her tür tasarrufta bulundu. Rakipleriyle tutuştuğu pazar hakimiyeti savaşlarını sınırları ötesine taşıdı, dünyayı istilaya çıktı, emek, hammadde ve pazarlarda markalaştı..
A: Tarihsel süreçte ve sosyolojik aşamalarda her aşamanın bilgisi, bilgi edinme kaynağı kendine hastı. İlkinde mit, mitoloji, fetişizm, büyü; ikincisinde tanrı, din ve bunları temsilen mabed ve ruhban; üçüncüsünde rasyonel akıl ve bilim, bu ikisini temsilen üniversite bilgide söz sahibi oldu. Bunlar kendi tarihsel dönemlerinde ve sosyal şartlarında tek doğru bilgi oldu.
B: Toplumsal/sosyolojik/bilimsel olarak tarihsel ilk aşamada devletsiz komin bir yaşam, doğal bir hayat, doğal bir hukuk, karşılıklı dayanışma söz konusuydu. İkincisinde mülk ve hukuk sahibi efendi ile mülksüz ve hukuksuz köle ilişkisi oluştu, politik iktidarı tekeline alan hanedanlık, toplumsal üretimde emeğe ve zenginliğe el koyan yönetici sınıfı, tanrı kaynaklı hukuk egemendi. Üçüncüsünde toprak mülkiyeti yerine fabrika ve banka sahibi patron ile emeğini ve bilgisini satarak yaşamak zorunda bırakılan işçi ilişkisi oluştu, üretim ilişkilerine hakim olan burjuva sınıfının ekonomik ve mali iktidarı, kurumsal yapısıyla politik iktidarı temsil eden ulus devleti baskı aracı olarak düzenledi. Devlette merkezi iktidar, militarizm, seküler hukuk, bilimsel ve rasyonel meşruiyet söz konusu oldu.
C: Burada özetlenen bilimsel tarih, doğa ve toplumsal tarih kurgusunda Liberalizme göre sosyolojik ve siyasi tarihin sonu geldi; geriye evrensel tek ideoloji olarak liberal kapitalizm kaldı. Özgür ve özerk birey, seküler hukukun üstünlüğü, katılımcı demokrasi, serbest pazar ekonomisi, sermayenin serbest dolaşımı, zenginlik ve refah, evrensel insan ve onun haklarından ötesi yoktur.
Modern/bilimsel ideolojilerden sosyalist tarih şablonuna göre insanlık kapitalist toplumsal aşamaya geçtiğinde sistem kendi kendine çökecek, sınıf çatışmasına dayalı tarih bitecek, halkın sırtında ve ötesinde örgütlenen ve egemenin sınıfın baskı aracı veya bizzat kendisi sömürücü ve baskıcı olan devlet ortadan kalkacak, yerine egemensiz, sınıfsız demokratik toplumsal yaşam gelecek.
Sosyalizm; dünya siyasetinden geri çekildiğine, toplumsal model olma cazibesini yitirdiğine, varlığın anlamı, insan-doğa-toplum münasebeti ve bilgi meselesini izahta ileri sürdüğü ‘ekonomi/madde her şeyi belirler’ tezinin sosyalistler tarafından dahi tartışıldığı günümüz dünyasında, teorik muhalefet dışında karşılık bulamıyor.
Faşizmin; yurtsever milliyetçi bir insan, militarist ve üstün bir millet, güçlü ve kutsal bir devlet teziyle, erken sanayileşme dönemi şartlarında ulusal birliğin sağlanması ve sınırların belirlenmesinde etken olmuştu. İleri sanayileşme dönemi şartlarının evrensel insan ve değerleri karşısında cazibesini yitirmişti. Etkinliğini tekrar kazanması için ya içerde büyük bir krizin çıkması ya da, dünyada yeni bir paylaşım savaşının başlaması gibi arızi şartlar gereklidir. Normal dönemlerde köşesine çekildiğini, cazibesini kaybettiğini söylemeli.
Liberalizm dışında kalan bu iki ideolojinin tezleriyle günümüz dünyasını anlamak, ulus devletler içinde/iç politika ve ulus-devletlerüstü/dış politika arenasında olup bitenleri kavramak teorik olarak da, iktisadi ve politik çerçevede pratik olarak da kavrayıp izah etmek yahut doğru yerde pozisyon almak pek sağlıklı olmaz. Masada oyunu liberalizm kazandıysa, liberal tezler hükümranlığını ilan ettiyse oyunun kuralları ve sonuçları için onun tezlerine bakmak doğrusu olmalı.
2: Geçmişi dört yüzyıla dayalı modern çağda iki tür toplum modeli ve siyaset/devlet yapısı gelişti. Detay farklılıklar olsa da genelde toplumsal örgütlenme biçimi sanayi ve ticaretin ihtiyaçlarına göre şekillendi; sivil, eğitimli, kentli, kendisi kazanıp kendisi harcayan, devlet dışında kimseye hesap vermeyen özgür birey tipi insandan müteşekkil sivil toplum ve ulus devlet hiyerarşisi oluştu. İnsan ile devlet arasında sivil toplum aracı kurum oldu. Politik iktidara karşı bireyin özel iktidar alanı ve hakları yasal olarak korunmaya alındı.
Devlet türleri, kurumsal ve soyut örgütlenme bakımından benzerlik gösterse de iki isimle anıldı; Batı tipi demokratik, doğu tipi despotik. İsimlendirme, ekonomik ilişkilerde egemen olup tekelleşen sermaye sınıfı iktidarının baskı aracı olarak düzenlenen devlet yapılanmasıyla; iktidarın merkezileşerek devlete, devletlü sınıfa/bürokrasi ait olduğu politik yapılanma.
İlkinde iktidar ve sömürü, üretim araçlarını ve toplumsal üretim kaynaklarını tekelleştirmiş %10’luk burjuva sınıfının, emeğini ve bilgisini satarak geçinmek zorunda bıraktığı %90’lık çoğunluğu hem zor gücüyle hem de ideolojik araçları kullanarak ikna etmesiyle gerçekleşir. İkincisinde, zor gücüne dayanan devletin sosyo-iktisadi birikime el koymasıyla gerçekleşir.
A: Batı toplumları tarih boyunca mülk sahibi efendi ile mülksüz köleler; malikane sahibi senyör ile toprağa bağlı serf; fabrika sahibi patron ile fabrikada çalışan işçiler şeklinde sınıfsal olarak örgütlenen toplum biçimi oldu. Ekonomik iktidarı elinde tutan mülk sahipleri aynı zamanda politik iktidarı da tekelinde tuttu. Modern çağla birlikte toplumsal yapıya uyumlu olarak temsili demokrasiye geçildi. Parlamentoyu ön plana çıkartıp kendisini geri planda konumlandıran sermaye, yasal ve kurumsal teminatla yeni devleti baskı aracı olarak düzenledi. Böylece çoğunluğu oluşturan yoksulların ve zayıfların birleşerek seçimler yoluyla kitle diktatörlüğünü ele geçirmesini, servete el koyup paylaşma tehlikesini önledi.
Bu devlet türünde politik iktidar, toplumsal sınıflar arasında düzenleyici ve denetleyici rolüyle sermaye sınıfının lehine baskı aracı oldu.
Batı toplumları ayrıca, kökleri Grek, Roma, Ortaçağ, Aydınlanma Dönemi ve Günümüz dahil, baştan bu yana süregelen zihinsel ve kültürel yapısı; bilgi biçimi ve dünya görüşü itibarıyla tarihsel sürece ve değişen dönemlerde zamanın ruhuna uygun olarak kendini yeniden üreterek gelişti. Toplumsal hiyerarşi, sınıflar arası münasebetler, kadın erkek ilişkisi, haklar, talepler, ihtiyaçlar, meslekler, sanat, örf vs “etik kurallar” olarak şekillendi, siyasal alandaki yasal düzenlemeler etik değerlerin yönetime yansıması olarak uyumluluk arzetti.
Toplumsal etikle yasal düzenlemeler arasında yapısal bir çelişki olmadığı için toplumsal hayat ve siyasal düzen uyumlu, istikrarlı oldu. Kent hayatı, kent kültürü kadar kentli sivil insan da haddini bildi, vazifesine baktı, işini yaptı, yasal hakları için yaptığı mücadele dışında sınıfsal aidiyetini muhafaza etti.
Sosyalist kuramın ve muhalif politik hareketliliğin ileri sanayileşme devrinde devrimci akım olarak ortaya çıkmasıyla sermaye sınıfı vahşi kapitalizm uygulamasından geri adım attı, refahtan pay verdiği işçi sınıfı, Avrupa tipi sosyalizm icat ederek kendi enternasyonalizmini oluşturdu.
Avrupa tipi demokratik toplum ve devletlerde yapılan seçimler, devletin yapısına, kurumsal niteliğine ve başkalaşmasına karşı olmayıp, oturmuş toplumsal ve siyasal sistemin istikrarı ve sistemin müsaade ettiği kadar refahın dağılımını düzenleme tercihidir. O sebeple orada siyaset sınıfı diye ayrı bir sınıf yoktur.
B: Doğu tipi toplumlarda mülkiyet temelli sınıfsal yapı ve ikisi arasında çatışma oluşmadı; politik iktidar hem ekonomik hem de siyasi alanda tek iktidar olarak örgütlendi. Siyasi amaçlı muhalif örgütlenmeler dirlik ve düzene hıyanet olarak nitelendi, siyaseten katl beka meselesi yapılarak meşruiyet sağladı.
Bu tür devletler içerde büyük krizler dışarda güçlü baskılar olmazsa kolayına yıkılmadı. Tarihsel köklerinde yönetici sınıf karşısında özerk statü sahibi başka bir sınıf oluşmadığı için yenilenemeyen toplumsal ve siyasal yapı, modern çağa geçişte Batı karşısında yenilip çözüldüğünde ancak devletlü sınıf değişti, devlet el değiştirdi. Yeni iktidar şeklen reformlar yapıp kapitalist ekonomiye ve demokratik siyasete geçti fakat, eski devlet aklı ve geleneği yeni form içinde kendini yeniden üretti.
Devlet, yapısal ve nitelik olarak tek güç ve tek iktidar olduğu için muhalif örgütlenmeleri ya şiddetle bastırdı ya da muvazaa ile kendi muhalifini kendi örgütledi. Demokratik seçimlerde politik iktidara gelen partiler, devleti ele geçirdiklerini ve dönüştüreceklerini düşünmüş olsa da gerçekte kendileri devlet tarafından ele geçirildi ve dönüştürüldü.
Devlet, ekonomik alanda yatırım, istihdam, kalkınma ve refahın artması için burjuva sınıfına muhtaç olduğunda o sınıfı kendisi yarattı; ekonomik krizlerde sermaye el değiştirse de hisse senetleri el değiştiren şirketler misali yönetim ve denetim devletin tasarrufunda kaldı.
Bu devlet türü, dünya düzeninde bir değişiklik yahut içerde sosyo ekonomik buhranlar olduğunda içerde iktidarı değiştirdi, böylece suçlu iktidardaki hükümetler oldu, kendisini temize çıkartmayı ve yenilemeyi bildi.
Bunlardan demokratik seçimlerle siyasi iktidarların değiştirilmesi imkanını sunanlar, demokratik standartları menfaatlerine uygun biçimde esnettikleri için gerçekte devletin yapısal ve meşruiyet bakımından değiştirilip dönüştürülmesinin ve yeniden örgütlenmesinin de yollarını tıkadılar. Dolayısıyla devletin kurumları halka değil devlete bağlı kaldı, devlete hesap verir oldu.
3: Gerek Batı tipi demokratik gerekse Doğu tipi despotik devlet türlerinde demokratik seçimler kurulu siyasi düzene, devlet örgütlenmesine, yerleşik kurumsal istikrara ve toplumsal sınıfsal yapıya dair hiçbir şeyi değiştirmez; zaten seçime girip iktidar yarışına katılan partiler de böylesi bir programla halkın önüne çıkmaz.
O halde seçimler niye yapılır? Sanayileşmenin şu veya bu aşamasına geçmiş, endüstriyel ihtiyaçlara göre örgütlenmiş toplumlarda sosyo kültürel iktidarın dağılımı, bireylerin ve farklılıkların temsili ve refahın paylaşımı kadar, periyodik olarak değişen iktidarların tabanının hazzına ihtiyaç duyulur. Bu tür taleplerin ve değişen zamanın ruhunun ve şartların ortaya çıkartacağı yeniliklerin karşılanması umudu, seçimlerle canlı tutulur.
Mevcut dünya düzeni içinde siyaset yapma biçimi de doğal olarak uluslararası hiyerarşiye, siyasete, topluma, hukuka ve teamüllere uymak durumundadır; serbest pazar ekonomisi, evrensel insan hakları, demokratik siyaset biçimi, bireysel özgürlükler, hukuksal teminatlar uluslar-üstü kurumlarca düzenlenip denetlenmektedir.
Post-modern küresel çağda, bu dünya düzenine dahil olmuş bir ülkede tek başına bağımsız bir ulus devletten bahsetmek saflık olurdu; dolayısıyla bunların herhangi birinde demokratik yoldan hasıl olacak yapısal bir değişime imkan ve fırsat verilmez. Seçmenlerin olmasa da seçimlere giren partilerin ve kurmaylarının politikada ilk dersi bellidir!
4: Buraya kadar anlattıklarımızın modern tarihsel şablonun ürünü olarak toplumsal ve siyasal realiteye işaret eder. İnsanlar da eğitim yoluyla genelde bu sosyal gerçekliğe ikna edilmişlerdir. Başka tür yahut mevcuttan daha ileri seviyede ve daha iyi bir toplumsal örgütlenme/model ve siyaset yapma biçimi/devlet modern çağda ortaya çıkmadı. Bu türlüsünü entellektüel bazda programlaştıranlar da pek olmadı. Muhalif olarak ortaya çıkanlarsa mevcudun içinden bir yerlerde pozisyon almayı yeterli gördü.
3’üncü milenyum sonrası İslamcıların mevcut dünya düzeni içinde demokrasiyi araçsallaştırıp iktidar imkanını elde etmeleri, seçimlerle iktidarlarını pekiştirmelerine de rağmen toplumsal yapıya ve siyasete modernleştirici katkılarından fazlasını yapamadıkları tecrübe edildi. Devleti ele geçirip değiştirecekleri umuduyla yola çıkanların devletleri tarafından ele geçirilip dönüştürüldükleri gözlendi.
İslamcıların, bireyin dindar devletin laik/her dine eşit mesafede duran olmasını öğütleyen mollaları ve entellektüelleri oldukça; ‘devlet esas, din dahil gerisi teferruattır’ tarihsel kabulü benimseyeceklerini; halkın üstünde ve dışında İslam’dan özerk olarak teşkilatlanmış despotik devlet yapılarını ‘adalet devleti, Medine’i Fazıla, çok hukuklu siyaset’ nitelemesiyle savunup iktidar mücadelesine katılacaklarını söylemek, abartı sayılmamalı.
Şu halde gerek İslamcılar gerekse diğerleri seçimlere girip iktidar imkanı elde ettiklerinde modern çağda kurulmuş devletin iki türünün de yapısını ve meşruiyetini değiştirip yeniden düzenlemek yerine devlet imkan ve gücünü kullanmaktan gayri bir amaç gütmeyeceklerdir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *