Çok gerilere gitmeye gerek yok, son 10 – 15 yılı şöyle bir gözümüzün önünden geçirdiğimizde, önceleri aynı ilkeleri dillendirdiğimiz, aynı ölçülerden söz edip, aynı duyarlılıkları paylaştığımız nicelerinin, beklenmedik şekilde makas değişimine gidip eskiden hayır dedikleri birçok şeye evet demeye başladığına tanık olduğumuzu görürüz. Bu coğrafyanın Müslümanları olarak, bu açıdan yakın geçmişimizin hayal kırıklıklarıyla dolu olduğunu
Çok gerilere gitmeye gerek yok, son 10 – 15 yılı şöyle bir gözümüzün önünden geçirdiğimizde, önceleri aynı ilkeleri dillendirdiğimiz, aynı ölçülerden söz edip, aynı duyarlılıkları paylaştığımız nicelerinin, beklenmedik şekilde makas değişimine gidip eskiden hayır dedikleri birçok şeye evet demeye başladığına tanık olduğumuzu görürüz.
Bu coğrafyanın Müslümanları olarak, bu açıdan yakın geçmişimizin hayal kırıklıklarıyla dolu olduğunu kabul etmemiz gerekir. Her badirede, her toplumsal/siyasal kırılma sürecinde Müslümanlardan dökülenler, iddialarından vaz geçiverenlere tanıklık etmekteyiz. Üstelik bütün bunlar bir oldu–bitti ile, bir “ben yaptım oldu” ölçüsüzlüğü ve sorumsuzluğuyla gerçekleşiyor. Kimse kimseye ne olup bittiğini, geçmişte benimsenen ve söylenenlerden niçin vazgeçildiğini soramıyor, kimse kimseye bırakalım hesap vermeyi izahatta bulunmaya bile yanaşmıyor.
Düne kadar, vahye dayanmayan, yüce Allah’ın hükmüne razı ve tâbi olmayan ve bu sebeple şirk ve zulüm düzeni olma vasfını hak eden düzenleri inkılaba uğratma ve yeryüzünde İslam’ın iktidarını inşa etme perspektifine sahip olan nice Müslümanın, son dönemlerde bu devrimci iddialarını terk ederek, ufuklarını sistem içi iyileştirmelerle daralttıklarını gördük.
Düne kadar, Allah’sız hiçbir alanın tasavvur edilemeyeceği ve Allah’sız bir mutluluk ve başarının söz konusu olamayacağını vurgulayan nice Müslümanın, şimdilerde Allah’sız adalet söylemlerine savrulduğunu, adalet mefhumunu Allah’ın ölçülerine tâbi olma ön şartından soyutladıklarına tanıklık ettik.
Düne kadar, tağuttan, müstekbirden, kıyamdan, inkılabdan söz eden nice Müslümanın, makas değişimine giderek kişisel değişim ve aile seminerleri gibi zülfü yare dokunmayan alanlara yöneldiklerine ve giderek muhafazakâr partilerin sivil toplum kuruluşu niteliğini aldıklarına şahitlik ettik.
Düne kadar, cahiliye ile uzlaşmazlıktan ve Kur’an’ın ilk emirlerinden olan, cahiliyeden ayrışma yükümlülüğünden söz eden nice Müslümanın, tüm bu söylemlerini bir anda terk ederek, halkı cahiliye sistemi ile bütünleştirme misyonu üstlenen partilere destek verir olduklarına tanık olduk.
Düne kadar, laik sistemin Diyanet teşkilatı aracılığıyla Allah’ın dini üzerinde kurmaya çalıştığı vesayete karşı çıkan ve bu sebeple camilerdeki resmi din dayatmasına karşı çıkan nice Müslümanın, bu tutumlarından niçin vazgeçtiklerine dair bir ölçü ve ilke deklare etme ihtiyacı duymadan, Diyanet’in resmi din dayatmasına ayarlı hutbelerini sessizce dinleyen cami cemaatine karışıverdiklerini gördük.
Kısacası geçmişten bugüne tevhidi bilinçlenme sürecinde yer alan kesimler bünyesinde birçok ölçüsüz ve sürpriz değişimler yaşandı ve yeryüzünde İslam nizâmını hâkim kılmak gibi temel İslami iddialardan vazgeçip, laik bir sistemde Müslümanlara verilecek haklara razı olma boyutuna varan bu değişimler, Müslümanlar arasındaki farklılıkları iyice derinleştirdi.
Bugün şahit olduğumuz manzara, Rabbimizin Rum Sûresi 32 ve En’am Sûresi 159. ayetlerde ifade ettiği “fırkalara ayrılma ve her fırkanın kendi yanındakiyle avunması” haline ne kadar da benzemektedir. Maalesef , Müslümanlar olarak benliklerimizi aşıp, Rabbimizin Kitab-ı Kerim’in’de bildirdiği ölçü ve ilkeler çerçevesinde bir araya gelerek hepimizin olacak güçlü yapıları tesis etmek yerine “Küçük olsun benim olsun” sığlığında ısrar etmekteyiz. Zira bu benliklere hoş ve kolay gelmektedir. Her grup kendi küçük gettosunu teşkil etmekte ve orada tavuğuna kış denilmesinden emin olarak, steril bir ortamda çalışmalarını sürdürmektedir. Oysa “Büyük olsun hepimizin olsun” vizyonu, benliklere ağır gelen, fedâkarlık ve diğergamlık gerektiren, liderliğin değil, ilkelerin belirleyici olduğu bir işleyişi ifade etmektedir. Dolayısıyla bu vizyona pek yanaşılmamaktadır.
Bir önceki yazımızda, İslami çevrelerdeki hakim örgütlenme biçiminin, İslam’ın öngördüğü yatay örgütlenme biçiminden daha çok, modern ve geleneksel toplumsal örgütlenme biçimi olan piramid usulüne dayalı olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Lider veya dar bir kadronun mutlak belirleyici olduğu bir örgütlenme biçiminin asla İslam’ın kabul edeceği bir yapılanma olmadığını, İslam’ın, vahyi anlama ve yaşama çabası içerisinde olan / olması gereken Müslümanların akıllarını akıllarına, gayretlerini gayretlerine katarak hayatı birlikte inşa etmeye koyulmalarını öngördüğünü ifade etmeyi amaçlamıştık.
İşte, yukarıda sözünü ettiğimiz ölçüsüz ve kontrolsüz sürpriz değişimlere sıkça tanıklık ediyor olmamızın temel sebeplerinden biri, bu yanlış örgütlenme biçimidir. Lider veya lider kadro ne tarafa dümen kırarsa tâbiler de sorgusuz sualsiz o tarafa dümen kırmakta, böylece bir veya birkaç kişinin kanaat değişimi, kitlesel bir değişime yol açmaktadır. Dolayısıyla bu örgütlenme biçiminde ilkeler ve ölçüler yerine liderlerin kanaatleri belirleyici olmaktadır. Bir ölçüsüz değişim durumunda, liderler ölçü ve ilkelere uymaya dâvet edilecek yerde, tâbilerce ölçü ve ilkeler liderlerin kanaatine uydurulmaya çalışılmaktadır!
Yüce Rabbimizin “Müslümanların işlerinin aralarında istişare ile olduğu / olması gerektiği” (Bkz. Şûra 42 / 38) yönündeki beyanı, bu açıdan da üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur. Vahyin öngördüğü yatay örgütlenme biçimi ve bu örgütlenme biçimiyle işlevsellik kazanan sahici istişare zemini, oldu – bittilere ve “ben yaptım oldu” ölçüsüzlüğüne geçit vermeyecektir.
Ölçüsüz değişimlerin bu kadar sıkça ve yaygın şekilde yaşanmasının ardında yatan sebeplerden biri de, Müslümanlar arasında velâyet ilişkisinin pratikte olmamasıdır. Rabbimiz Müslümanların birbirlerinin velileri olduğunu beyan ettiği ve buna dayalı olarak birtakım karşılıklı haklar ve sorumluluklar yüklediği halde, bugün genelde Müslümanlar bu konuda son derece keyfi davranmaktadırlar. Müslümanlar arasında velayet ilişkisi, tercih meselesi değil Rabbani bir zorunluluk olduğu halde, bugün velâyet bağları kolaylıkla koparılıp atılabilmekte, karşılıklı hak ve yükümlülükler keyfi olarak devre dışı bırakılabilmektedir.
Müslümanlar arası velâyet ilişkisinin olmazsa olmaz gereklerinden olan hakkı ve sabrı tavsiye ve iyiliği emr, kötülükten nehy yükümlülüğü, velâyet bağını zorunluluk değil de keyfi bir tercih gibi algılayan yaklaşımlar yüzünden önemli ölçüde devre dışı kalmış durumdadır. Artık Müslümanların birbirlerini Allah için ikaz etmeleri, ölçüler ve ilkeler söz konusu olduğunda birbirlerini denetlemeye çalışmaları, hele de birbirlerine Allah için hesap sorabilmeleri pek mümkün olmuyor. Yukarıda dile getirdiğimiz gibi “ben yaptım oldu / biz yaptık oldu” anlayışı ikaz edilenleri sağırlaştırıyor, duyarsızlaştırıyor.
Demek ki, bu sebepler var olduğu müddetçe ölçüsüz değişimler, dolayısıyla hayal kırıklıkları yaşanmaya devam edecektir. Bir sorunun çözümü, doğru teşhisle başlar. Tevhidi bilinçlenme sürecinde yer almış kesimlerde oldu – bitti şeklinde yaşanan değişimlerin sebeplerini doğru kavramak, bundan sonrası için bu hayal kırıklıklarını yaşamamak adına öncelikli şart olsa gerektir.
Bu yazıda, söz konusu ölçüsüz değişimlerin temel sebepleri olarak gördüğümüz hususlara, bir giriş mahiyetinde değinmeye çalıştık. Muhakkak ki bu konuda daha ayrıntılı çalışmalar yapmak, bu sebepler üzerinde daha fazla kafa yorup tartışmalar yapmak gerekmektedir. Aksi halde hep testi kırıldıktan sonra ah vah etmekle yetinmeye devam ederiz. Oysa önemli olan testinin kırılmaması için önceden gerekli olan önlemleri almaktır.
Kanaatimizce ilk elde yapılması gereken, lider veya dar kadronun mutlak belirleyici olduğu mevcut örgütlenme biçimleri yerine, Rabbimizin öngördüğü ve Allah Rasulü’nün ilk Kur’an nesliyle birlikte örneklediği, vahyin kılavuzluğunda ortak akıl arayışı (istişare) temelli yatay örgütlenme biçimine yönelmektir. Bu yöneliş, beraberinde velâyet bağının yeniden ihyasını ve Müslümanların birbirleri üzerindeki hak ve sorumluluklarının idrakini getirecektir.
Müslümanların birbiriyle diyalog içerisinde olduğu, birbirini desteklediği ve denetleyebildiği bir zeminde ise bugünkü gibi oldu–bittilerle, ölçüsüz değişimlerle çok fazla karşılaşmayacağımızı söyleyebiliriz.
(Bu yazı, Basiret Dergisi’nin Ocak sayısında yayınlamıştır.)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *