Memleketimizden Müslüman Manzaraları

Memleketimizden Müslüman Manzaraları

Garip kaçmaz umarım, iğne batırmak istiyorum biraz bizim aleme, öncelikle kendimize, hem de baskın gündemin dışına çıkarak.. Tabii ki affınıza mağruren, tahammül sınırlarını da zorlayarak.. Ve yanlış anlaşılma ihtimalini de rezerv koyarak ama her şeye rağmen insanımızın, Müslümanların hüsn-ü zanlarına güvenerek.. Ha, bu ara; telaşa mahal yok, altı üstü iğne dediğimiz, çuvaldız başkalarına nasıl olsa!

Garip kaçmaz umarım, iğne batırmak istiyorum biraz bizim aleme, öncelikle kendimize, hem de baskın gündemin dışına çıkarak..

Tabii ki affınıza mağruren, tahammül sınırlarını da zorlayarak..

Ve yanlış anlaşılma ihtimalini de rezerv koyarak ama her şeye rağmen insanımızın, Müslümanların hüsn-ü zanlarına güvenerek..

Ha, bu ara; telaşa mahal yok, altı üstü iğne dediğimiz, çuvaldız başkalarına nasıl olsa!

***

Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in sözlerinden mülhem söylersek, farklı naturaya sahibiz hepimiz.. Yaşanılan yer, sahip olunan aile; alınan eğitim, içinde bulunulan sosyal çevre ve daha bir dolu amiller naturayı biçimlendirir; reflekslerimiz de o yüzden farklıdır zaten..

Hem Müslüman olmak da insanın kendi tabiatına, fıtratına, özüne dönüşüdür aslında..

O yüzden değil midir vahyin nüzulünün 23 yılda ikmal edilmesi, o süreç içinde biçimlenmedi mi örnek nesil ashabın inanç ve eylemleri?

Kabul edelim, biz istisna değiliz bütün bunlardan; bir iki okumayla, bir iki güzel eylemle, bir iki refleksimizin vahye uygunluğuyla her şeyimizin bitamam olduğunu sanıyorsak yanıldığımızın resmidir..

Birbirimize doğru, güzel bilgi ve eylemleri tavsiye etmeler; her alanda okuma ameliyesinin sürekliliğinin gereğini işleyen yazıp çizmelerin arka planındaki saikleri düşünelim şöyle bir.. Ve tabii ki birliktelikleri, paylaşımları; dost kardeş, sevgi ve saygı çerçevesince inanca dayalı olduğunu iddia ettiğimiz sosyalleşme çabalarını..

Bakalım etrafımıza, İslam olmuşlara, Müslümanlıklarını deklare etmişlere; hangimiz benziyoruz sahi birbirimize? Farklı değil mi bilmelerimiz, bilgiye bağlı geliştiğini varsaydığımız düşüncelerimiz? Tıpatıp mı davranış biçimlerimiz; üzücü, sevindirici, düşündürücü, öfkelendirici olaylar karşısında tutumlarımız benzeşiyor mu birbirlerine?

Bırakalım sloganları, teorik, nazari söylemleri; kandırmayalım birbirimizi; Kur’an ve Allah’ın elçisi Hz. Resul tavsiye etse de her müslümanı aynı derecede sevmiyoruz biz; her müslümana aynı oranda değer vermiyoruz ve ortalıkta işte her şey, birbirimizle olan ilişki biçimlerimizde seçmecilik alenen sırıtmakta; hem de” Ümmet! Ümmet!” diye seslenirken alem-i cihana..

Makam/mansıp, para/pul, mal/mülk, zenginlik, sosyal statü, kariyer, sahip olunan meslek vs. ne derseniz deyin ilişkilerimizi yönlendiren unsurlar değil midir?

Keza bilgi birikimlerimiz, bağlı olduğumuz cemaatler, kurumlar vs. tetiklemiyor mu beraberliklerimizi veya ayrışmalarımızı?

Birlikteliklerimizde bütün bunların önplana çıkarılmadığını söyleyebilir miyiz?

Neyimize lazımsa artık, bütün bu farklılıkları bünyesinde gösteren insan manzaralarından bahsetmek istiyorum biraz; abartarak, şartları zorlayarak; dedim ya sonuçta altı üstü iğne işte, çuvaldız “öteki”lere..

***

Görürsünüz etrafınızda, şahit olursunuz her dem; insanlardan bir insan vardır ki tabiatı icabı eleştiri ve tenkide karşı alerjisi vardır, hep övülmeyi, pohpohlanmayı ister.

Eleştiriler karşısında hep kendini kusursuz görür, dinlemez hiç kimseyi; varsa yoksa o ve bildikleri, bildiklerine dair dedikleridir.. Zaten sözü hep başkalarınadır. Okuması, yazması, düşünmesi hep başkasına yöneliktir. Kur’an’ı okur ama hep başkaları için; hep kendinden başkalarını arar sure ve ayetlerde.

Adeta cennet onun, cehennemse “öteki”ler içindir.

Kendisi tecrübeli ve birikimlidir, iddiası budur, başkaları o birikimlerden faydalanmak zorundadır. İslam düşünce geleneğinin öğrettiği “bir bilenden başka bir bilen vardır” sözü onu hiç bağlamaz.. Bilgisinin kritik edilmesinden de hiç hazzetmez.. “Bir bildiğim varsa, o da hiç bilmediğim” gerçekliği adeta duvar yazısıdır onun için.

“İstişare, meşveret, ortak akıl, ortak vicdan, ortak iyi” vs. diye bir derdi yok gibidir.

Aklını yüceltip başka akıllara akıldanelik yapar, sanırsınız ki allame-i cihandır..

Eşref-i mahlûkatı kendine yakıştırıp kabul eder, esfel-i safilin ise başkaları içindir..

Ona göre herkes sapkın, yoldan çıkmıştır; bir kendisi doğru yoldadır çünkü.

Vahiy sanki onun düşüncelerini teyiden inmiştir arş-ı âlâdan.

***

İddialıdır, toplumu kurtarmayı vazife edinmiştir. Cemaat ve cemiyetler, vakıf ve dernekler onun hizmet enstrümanlarının sadece bir kaçıdır. Konjonktür hazretleri sağ olsundur, siyasi partiler zaten rezervdedir.. Aslında bir zamanlar kerih gördüğü siyaseti, reel politik fehvası ve fetvasıyla elzem görüp dışarıda kalanları da “hizmetten kaçanlar”, “kafası basmayanlar” olarak nitelendirmekten geri durmaz. Bir şarkıdır tutturur “hizmet aşkı” diye ama hep kendi-ne çalar, hep kendi-ne oynar; notalar yanlış, notalar eksik, hiç umurunda değildir..

***

İnsanlardan bir insana göre en iyi cemaat içinde bulunduğudur, o artık “fırka-i naciye”dendir. Ayetler ve hadisler sanki kendi cemaatini işaret etmektedir. Nasıl olsa kaynak mebzul miktardadır, seç seçebildiğin kadardır. Onun cemaatine girmek dalaletten kurtulmak, diğer cemaatlere girmek ise tefrikaya davetiye çıkarmaktır, aymazlığın ta kendisidir..

Tevhid, birlik ve rahmet merkezi kendi cemaatidir; nifak, niza, sapıklık onun dışındadır.. Cemaatin içine girip kendisine rağmen düşünce üretenleri, eksiklikleri işaret edenleri; hülasa aykırı ses çıkaranları hemen refüze/tehcir/ihraç ve teşhir eder; hadi burada kullanıverelelim, onları yapıbozu-m-cu olarak görür. Bu anlamda muhafazakar ve daha ilerisi statükocu olur. Çünkü farklı ses ve fikirlere tahammülleri yoktur, ağır abiler, üstadlar ne derse odur. Sanırsınız ki “ağır abi”leri cennetin kapısına durmuştur. Dünyada beğenmediklerini ahrette cehenneme postalama derdine düşmüştür; Rahmeti de azabı da Allah’ın rahmeti ve azabının önüne geçmiştir adeta. Elinde ıstampa/mühür geleni de damgalar, gideni de damgalar.

***

İnsanlardan bir insanın her şeyden de haberi vardır, malumatfuruşlukta üstüne yoktur, entelektüel tanımı da çok hoşuna gider. Aydın ve daha ilerisi âlim olarak bilinmek için döktürür de döktürür, yırtındıkça yırtınır..

Tarih, sosyoloji, felsefe, mantık, teoloji, siyaset bilim, hukuk, edebiyat, tıp, kimya vb.ne kadar alan varsa resmi veya gayr-iri resmi tahsilini de yapmıştır. Muarızlarını susturmak için biteviye kullandığı, birkaç üniversiteden diploması zaten hazırdır.. Türkçe dışında sair dillerden bazılarını da sular seller gibi bilir. Şairdir de aynı zamanda ve şairlik/şiir konusunda üstüne yoktur. Bu uğurda bir yürüyüştür tutturur. Şiiri neredeyse vahiyle eşdeğer tutar. Daha da ileri gider ve sözü dinlenecek olanların ancak “şair”ler olduğunu söyler.. Kendisini tarif eder aslında ve bu konuda hiç de mütevazı değildir. Gazete ve dergilerde tenezzülen yazdığını söyler, okuyucularının onu anlaması gibi bir derdi yoktur, anlaşılmak için yazmamıştır. Zaten, anlayanlar da “seçilmiş” olanlardır. “Türk”ü söyleyenlerin, marş eşliğinde trene binenlerin son istasyonu cennettir onun için, geride kalanlar da gaflet ve dalalette olanlardır, Hz. Nuh’un gemisine binmeyenlerdir!

***
İnsanlardan bir insan hafızdır, çok küçük yaşlarda ezberlemiştir Kur’an’ı ve sıla özlemi içinde tahsil etmiştir Arapçayı..

Ve uzmandır artık, soru sorulduğunda kâh hiddetle, kâh sulu, kâh buğulu göz ve seslerle cevaplandırır. Ne denirse dine dair döktürüverir biiznillah, hem de bülbül gibi.

Aslında söyledikleri hep geçmişte denilenlere dairdir, geçmiştekilere öykünmüştür ve sanki yeniymiş gibi şatafatla reklâmını yapar. Gözyaşlarını da eksik etmez, boynunu büker ağladıkça ağlar. Onu dinleyenler tekbir nidalarıyla arş-ı âlâyı sarsarlar. Şakirtleri, bu dinamizmi muhafaza ve özellikle Allah rızası için kayıt altına alırlar gösterileri ve tekrar tekrar yayınlarlar TV ekranlarında..

Olmadı Cd ve Dvd formatında çoğaltıp evlerde huşu içinde seyrettirir ve dinlettirirler.
Yazılarını, şiirlerini ve dahi konuşmalarını tefsir etmek artık ona tabi olanlara kalmıştır.

Her sözünde hikmeti arayıp yakalayanlar “seçilmiş” olmayı çoktan hak etmişlerdir.

O “seçilmişler” de bir mutludurlar ki sormayın. Sanırsınız ki vahiy tabi oldukları bedende yeniden kendisini formatlamış, güncellemiştir.

Aidiyet duyguları kabarmıştır, ayrıcalıklı olmanın da keyfini sürerler artık. Kendileri gibi düşünmeyenlere tepeden tepeden bakarlar, bu halleriyle bile kibirli ve müstağni olmadıklarını söylemekten de geri durmazlar.

Üretilen telif/tercüme eser, Kur’an meali ve hayatı öğreten dergilerinin satış ve pazarlama gerekçeleri hazırdır artık. Bir yerlere konuşmaya gideceklerse önşart en az iki bin kitabın satın alınmasıdır. Gerekçesi dipnota düşürülmüştür. Her şey cemaat aşkı içindir. Kendileri için istiyorlarsa ne olsun-dur.

Allah muhafaza, eğer Kur’an “Hatemu’l Enbiya” demeseydi; kendimizi peygamberler savaşı içinde bulmamız işten bile değildi.. Şimdilik mehdi, müceddid söylemleriyle idare ediverirler artık, nasıl olsa sahih kaynaklar(!) envai çeşittir ve zaten onları işaret ediyor, onları tarif ediyorlardır.. İnsanlardan bazıları da teyakkuzdadır, bu bazılarının Arapçanın cahili olduğunu; ilim adamı keyfiyetinden yoksun, din tahripçisi, naylon müçtehid olduğunu tespit ve ilan etmek için bekleşmektedirler adeta kendi fildişi kulelerinde, hemi de İlahi rıza için..

Din, ortaya çıkma gerekçeleri ne olduğu belirsiz müstağriplerin elinden behemahal kurtarılmalıdır. Gazete köşeleri, dergiler, sanal âlem cihad alanlarıdır onlar için..

Her yazdıkları, her söyledikleri naylon müçtehitler, “kahrolsun din tahripçileri” içindir..

***

İnsanlardan bir insan din alanında ve özellikle cemaat bağlamında otoritedir. Dedim ya, o ağır abidir, ne yapsa yeridir. Din teriminin tüm devrimci karşılıkları onda beden bulmuştur. Ümmetçidir ama hayata hep kendi cemaatinden bakar; şûradan bahseder ama istişaresi üç beş kişiyle sınırlıdır..

Paylaşmaktan, kardeşlikten dem vurur ama hepsi kendi cemaati içindir..

Sisteme tepkilidir ama sisteme eleştiri getirenleri süreci baltalamakla, basiretsizlikle, ferasetsizlikle suçlar; eleştiri yapılacaksa o yapmalıdır, diğerleri dut yemiş bülbül olmalıdır; hem cemaat olmak, lidere tabi olmak bunu gerektirir.

O ne söylerse zaten sözün hakkını söyler-dir.. Aksini iddia edenler için formül hazırdır; taraf olmayan bertaraf olmuştur, olacaktır, dahası oldurulacaktır; eyyamcılık, bireycilik, oportünistlik karşı taraf için kullanılmaya hazır silahların mermileri gibidir..

İnsanlardan bir insan sürünün bir parçası olmuştur da bunu hala cemaate bağlılığa, ilkeli olmaya verir ve prensipten sayar. Yanlışa itiraz edilmesi halinde tefrika çıkaracağını düşünür.. Hiç olmazsa, elde var bir cemaati vardır..

Hemen yanındaki farklı düşünenler, öylesine müslümandırlar artık; selamlaşmak, bir araya gelmeler öylesinedir, kerhendir..

***

İnsanlardan bir insan dava adamıdır, mücahittir, inandığı değerlere hayatını vakfetmiştir, yola öyle koyulmuştur; ama yeri geldiğinde konjonktür hazretlerine reel politik programıyla format atarak idare-i maslahat tarzı bir ilişkiden de geri durmamaktadır. Bu uğurda gerekirse müteahhit olmaktan da çekinmez. İhaleleri kendisinden birinin alma uğraşısı onun cihadıdır. Aldığı komisyonlar Allah rızası içindir.. Hem o, oralardan ayrıldığında yerine kötüler doluşacaktır; paraları başkaları yiyecek, çekler elaleme kesilecektir, o niye orda olmasındır.. İslam adına yapılan tüm program ve organizasyonlarda onun sponsorluğunun ve ticarethanesinin reklâmları vardır. Bu da Allah rızası içindir, gaye birilerini teşvik etmektir.

***

Böyle işte…

İnsanlardan bir insan örnekleri saymakla bitmez. Yazı sahibi, yukarıda abartılı bulunabilecek örneklerden kendini koruyabilmiş yani “sütten çıkmış ak kaşık” değildir elbette..

Eleştiri zemini oluşturup, eksiklikleri işaret etme cesaretini toplama zamanının geçip gittiğinin, ölüm gelmeden bu tür aymazlıklardan birbirimizi kurtarmanın yolunu açma gerekliliğinin altını çizmektir meramı; ”Sen de kim oluyorsun?” sorusunu göz alarak
çevremize bakarsak, yukarıda “eksiği çok fazlası yok” sıralananların hangi birisi eksiktir ki insanımızda; yani ben ve benim gibilerde?

Kendi iç takıntılarımız, sosyal zeminde karşılığı olmayan komplekslerimiz nedeniyle mesajın muhataplarına ulaştırılması noktasında gaflette olduğumuz söylersek herhalde hata yapmış olmayız. İtiş/kakışların, aslında Kur’an mesajının çok da tavsiye etmediği veya en azından yetki vermediği “öteki”leştirme ameliyesinin sorunları büyüttüğü gerçeğinin altını çizmek gerekmektir. Aksini iddia etmek için kelâmî tartışmaya girmeye de hiç gerek yoktur.

***

Öteki”, zihinsel aktivitelerimizde Kur’an mesajına uygunluk babında kullanılması gereken bir kavramdır ki bu elbette bana göredir. İnananlar ve inanmayanlar gibi Kur’an’ın ikiye indirgenmiş itikadi formülasyonunu soysal hayattaki ilişkilere yani en azından Müslümanlar arası muhabbetlere yansıtmamızın ne derece problemler doğurduğu izahtan varestedir.

***

Beğenelim, beğenmeyelim İslam kültürü ile mezcedilmiş bir geleneğimiz var bizim. Bu geleneği orijin noktaya yakınlaştırmak, insanları sahih İslam düşüncesiyle buluşturmak, yukarıda ihsas ettirmeye çalıştığım zaaflarla, ortalık yerlerde sergilenen itiş/kakış yöntemiyle de olacak iş değil gibidir.

Dikkat edilirse baştan beri vermeye çalıştığımız insan/müslüman örneklikleri, “cemaat”ler içinde hareket eden insanlarla, bizim gibilerle alakalıdır.

Kanaatimiz odur ki; eğer sıralananlar gerçekten eksiklik, hata olarak görülür ve terk edilmesine yönelik bir çaba içine girilirse olumlu anlamda toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi Allah’ın yardımıyla elbet mümkündür..

Kendi sanılarımız/zanlarımızı, fıtratımızda var olan ve terbiye edemediğimiz kaprisleri görüp Kur’ani mesaja uygun hale getirmek öncelikli olarak bizim işimizdir.

Kendisi değişime talip olmayanın başkalarına hakkı, sabrı ve değişimi tavsiye etmesi ne kadar samimi görülecektir ki?

Eh, biz de insanlardan bir insanız işte.. Yukarıda sıraladıklarımızdan birkaçının “kes-kopyala-yapıştır” taktiğiyle üzerimize gömlek gibi giydirilmesi de hiç zor değildir.

Söz, sahibini bağlar..’mış..Burada ki “bağlar” ibaresi samimiyetin ifadesi olabilirse ne mutlu bize..

Vesselam..

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *