Gece Yazıları-4 Şimdi yine takılacak birileri pusuda beklercesine, bu nasıl başlık, İslam Dininin mübelliği olan Allah Resulüne bu nasıl hitap diye? Saygısızlardan, küstahlardan, edep terbiye bilmeyenlerden ilan ediverecekler hemencecik… Ve sanmayın ki modern denilen, medeni olduğu sanılan zamanlardan tutup mektup yazacağım ona, on dört asır öncesinin Medine’sine, etim ne budum ne? Maksat, başlıktan kinaye bir
Gece Yazıları-4
Şimdi yine takılacak birileri pusuda beklercesine, bu nasıl başlık, İslam Dininin mübelliği olan Allah Resulüne bu nasıl hitap diye?
Saygısızlardan, küstahlardan, edep terbiye bilmeyenlerden ilan ediverecekler hemencecik…
Ve sanmayın ki modern denilen, medeni olduğu sanılan zamanlardan tutup mektup yazacağım ona, on dört asır öncesinin Medine’sine, etim ne budum ne?
Maksat, başlıktan kinaye bir yerlere varmak..
Benimkisi de iş değil ama ne yaparsınız ki kaynaklardan yani Hadis Külliyatlarından,siyer ve siret eserlerinden alıyorum cesareti. İnanmayanlar kaynak denilenlerin sayfalarında Ehl-i beytin, ashabın O’na nasıl seslendiklerine baksınlar bir bir..
Allah Resulüne ihtiramın, saygı ve sevginin isminin başına ve sonuna getirilen harflerden mürekkep eklerden ibaret olduğunu zannedenlere, vermeye çalışılan esas mesajı bir Allah kulunun isminin etrafına örülen kutsal duvarlarla maskelemeye çalışanlara itirazım var da o yüzden bu çılgınlığım, kimilerine göre had bilmezliğim..
Hele şimdi Ramazan ayında, Ramazan etkinlikleri bağlamında televizyon ekranlarında, iftar ve sahur çadırlarında şurda burda güya İslam’ı tebliğ etme adına ama Dinin sahibinden ve kitabında verilen mesajdan daha çok elçisine yönelik insanı baydıran ihtiram gösterileri yok mu, çileden çıkarıyorlar insanı..
Hadi o bazıları neyse; gelenektir, görenektir veya çap, kapasite o kadardır cinsinden isme takılıp Muhammedî geleneğe özgü söz ve eylemlerde bulunmuyorlar, anladık..
Peki, satırarası kabilinden söylemiş olalım; işi gerçekten bilenlerin, yıllar var ki bu işin hakikaten zahmetini çekenlerin, özellikle ismi kutsamak, şekle takılmamak konusunda Allah’a sığınanların yaşanılan zeminde görece bir takım özgürlükler bağlamında Allah Resulünün doğrudan taraf olduğu, altına taraf olarak imza koyduğu olayları bugüne taşırken, bize göre işin özüyle barışık olmayan yorumlar getirmelerine ne demeli?
Böyle buyurmadı O biliyorum; ismine, ismi etrafında Kur’an’dan bağımsız şekillenmiş rivayetlere takılmalarını, şahsiyetini ve eylemlerini Yaratıcının, Kur’an’ın öngördüğünden fazla ön plana çıkarmalarını, hele hele yüceltmelerini hiç istemedi Abdullah’tan olma, Âmine’den doğma Allah’ın kulu ve resulü Muhammed..
Devr-i zamanında engel de oldu onlara; “Kalkmayın ben geldim diye oturduğunuz yerden, içinizden bir çobanın oğluyum, benim sizden farkım bana vahiy geliyor oluşudur!” ve kızı Fatma’ya; “Babam peygamberdir diye güvenme….ilaahir” gibi benzer tonlamalarla ontolojik gerçekliğin altını çizmesinin yanında hiyerarşik ölçüyü vererek tarihe not düştüğü uyarılar veri tabanımızda yüklü bizim..
Her konuda, danışma meclislerinde peygamberlik olgusunu dayatmadan istişare girişimlerini anlatan rivayetler de işin cabası..
Hem istese de yapamazdı ki; vahyi uyarılardan, şah damarından daha yakın olan Rabbimizin seslenmesinden imkan bulabilir miydi kibirlenmeye, müstağni takılmaya; aksi davransaydı şayet yere çakmaz mıydı Rabbimiz O’nu, peygamber filan demeden?..
Vakıa odur ki rıhlet edip Hakk’ın rahmetine kavuştuğundan bu yana O’nu andıklarında, isminin duyulduğu her vasatta ellerini göğüslerine atıp reverans gösterilerinde bulunanlar, istisnalar bir tarafa, O’nun gerçek kimliğini ve mücadelesini efsunlu sözlerle, uyduruk rivayetlerle, güya O’na tazimde ve ihtiramda bulunmak, hürmette, saygı ve sevgide kusur etmemek için gölgede bırakıyorlar..
Şairler, kassaslar, prof.-doçent nevinden ilahiyatçılar reyting yarışı içindeler adeta, işin özünü dile getirmeden güya kalpleri ısındırma adına..
Usvetül hasene bağlamında en güzel örneklikler O’nda derler de vahiy ekseninde vahye tavır alanlarla, tavırlarını egemen kılmışlarla nasıl bir mücadele örneği verdiği meselelerine, şimdiki sistemle, sistem sahipleriyle çatışmama adına pek girmezler ve yine istisnalar bir tarafa, içinde yaşadığı toplumu yöneten hiyerarşik yapıya, o yapının insanlara dayattığı ideolojik algıya karşı nasıl bir tevhidi ruhla, hangi sure ve ayetlerin ışığında nerede, ne zaman nasıl cehd ettiğini de işlemezler hiç..
Varsa yoksa namazı nasıl kıldığı, orucu nasıl tuttuğu, günde kaç defa ne kadar zikir çektiği, elbisesi, sakalı, boyu posu, hilm/yumuşaklığı, eşlerine nasıl davrandığı, yemeği nasıl yediği, yatağında nasıl uyuduğu vs. vs. gibi konular!
Koy Muhammed’in önüne ve sonuna maneviyatına hürmeten bir iki kelime, olsun bitsin!
Nasıl olsa müşriklerle, kafirlerle, zalimlerle, Yahudi ve Hıristiyanlarla olan mücadelesi tarihin bir kesitinde olup bitmiş, artık efsanevi mahiyet kazanmış olaylardandır onlar için..
İşi biraz daha ciddiye alanlar flashback yaparlar, geçmişe giderler ikide bir; “Ve yolunu kaybetmiş görüp seni doğru yola ulaştırmadı mı?” ilahi gerçekliğine rağmen, O’nun vahiy öncesi, vahiyden bağımsız üyesi olduğu erdemliler cemiyetine, Hılful Fudul’a atıf yaparlar kendi söz ve eylemlerinin haklılığını ispat için..
Olmadı Medine ve Mekke yani Müslümanlar ve müşrikler gibi Tevhid eksenli ayraç olduğu halde Hudeybiye anlaşmasına; keza “Devletin egemenliğini ve İslâm düzenini kabullenmek ve anlaşmazlıkların çözümünü sağlayacak kararları Resulullah’ın şahsında temsil edilen İslâm önderliğine havale etmek…” gibi hakim unsurun ne olduğunu gösteren maddesi ortadayken Medine sözleşmesine atıf yaparlar; kendileri şimdi anlaşma yapılacak taraf olmadıkları halde demokrasiyle, liberal kabullerle, diğer din sahipleriyle pekala barışık yaşanabileceğinin, onların iktidarında pekala kendimize, inançlarımıza dair taleplerimizin dile getirilebileceğinin İslam tarihinde örnekliği olduğunu göstermek için!..
Keza Kur’an bütünlüğüne, son Peygamber ve “Bugün, dininizi kemale erdirdim, ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim..” hakikatine rağmen Kur’an surelerinde bizatihi Allah’ın son Resulüne ibret alınması için, yön ve destek vermek için zikredilen peygamberler ve kıssalarını; mesela Yusuf, mesela Süleyman gibi geçmiş peygamberlerin mücadele biçimlerini ön plana çıkarıverirler..
Halbuki O ne hazinelerin başına geçti, ne bir saraya vezir oldu ne de emrinde güçlü orduları olan bir kavmin kralı..
İktidar olsun, hazinemizin başına geçsin, istediği güzel kızları kendine eş kılsın ama yeter ki vahyi çağrılardan, vahye davetten vazgeçsin diye teklif getirenlerin; kendisiyle kah namaz, kah zekat, kah putlarına tapma konusunda pazarlık yapanların heveslerini kursaklarında bıraktı O, tabii ki O’nu adeta yakasından tutup silkeleyerek uyaran vahiy eşliğinde, aksi ne mümkün?..
Kimse gücenmesin ama bir gariplik, bir tuhaflık var bu işte!
Birileri Muhammed ismi etrafında Kur’an’a rağmen kutsanmış şahıs merkezli bir din anlayışı inşa ederken, başka birileri de verili siyaseti ıslah etme adına O’nun vahiyden bağımsız, vahiy gelene kadar yol bulamadığı zamanların yaşam biçimini veya bizatihi safları belli olan anlaşmaları örneklik bağlamında, şekil şartları da yok sayarak bugüne taşıma derdinde..
Dün Kur’an’dan mülhem Yusuf Peygamberin saraya vezir olmasını kendi siyasetine veri olarak kullanan başka bir siyasi organizasyonun, sırf bu örneklemeler yüzünden eleştirildiği bir vakıa iken..
Evet, gerçekten ilginç bir durum bu!..
Müslümanlar sisteme, sistemin ideolojilerine, rejimin verilerini tabulaştıranlara karşı tavır içinde olmaları gerekirken son tartışmalar ekseninde artık birbirlerine tavır alma yarışı içindeler; hâlbuki inanıldığı şekliyle vahyi doğrultuda dostane, kardeşane bir şekilde yapılan uyarıların Müslümanların ortak hassalarının, ortak vicdanlarının dışa vurumu ve tabii ki bir rahmet olarak değerlendirilmesi esasken..
Ve vahyi gerçekliklerden yalıtılmış ama beşeri algıların fevkinde kutsanmış Muhammed isminden öte Kur’an’dan mülhem gelişmiş Muhammedî gelenek Müslümanlara bunu zorluyorken.
Sadede gelirsek, Hz. Muhammed’e kendi zamanında “Ya Muhammed!” vs. diye hitap edenler, inandıkları dinin farizalarına, tabi oldukları Resulün tavsiyelerine uyarak, mallarıyla, mülkleriyle, canla başla mücadele ettiler..
Muhammed isminin önüne ve sonuna saygı, tazim içeren türlü ekler koymakla Peygamberlerine, Allah elçisine hürmet ettiklerini sanmadılar hiç..
Onların Resule verdikleri değer şu sözlerde saklıydı: “Söylediklerin Allah’tansa işittik ve itaat ettik, ey Allah’ın Resulü!”..
Hadi itiraf kabilinden ilave edelim; ki nasıl olsa ikide bir yüzümüze çarpılıyor, O’nun usvetül hasene bağlamındaki örnekliğini zaaflarımız nedeniyle tıpkı basım bugüne taşıyamıyoruz doğru ama bırakın da hiç olmazsa zihnimizde, bırakın da sözümüzde olsun her şey, az da olsa eylemlerimiz eşliğinde..
Gün olur, elbet söz hakkıyla eyleme geçer; ya söyleyecek sözümüz dahi kalmazsa ya söz söyleyecek dostları kırıp dökersek ve söz sahiplerinin yaratıcısını gücendirirsek bizi kim kurtaracak, kim tutacak bizim elimizden?
Söz dediğimiz, Kelam diye bildiğimiz şey Hz. Muhammed ve ashabının eylemlerinde vücut bulan Kur’an’ın ta kendisi değil mi zaten?
Ve bihakkın yerine getiremiyoruz diye Kur’an’ın tavsiyelerini, tavsiyeleşmeyelim mi birbirimizle, paylaşmayalım mı dostane kardeşane bir şekilde, yine Kur’an’ın hakkı ve sabrı tavsiye etmesi, Allah elçisinin “Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” çağrısı ortada iken?
“Ya Muhammed!”dedik, işi nerelere getirdik!..
Selam ve muhabbetle..
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *