Yakın coğrafyamızda hızlı bir sosyal devinim yaşanıyor. Yönü, çıkış noktası, argümanları, talepleri, etkileri ile iyi tartışılması gerekmektedir. Sebepleriyle sonuçlarıyla iyi analiz edilmelidir. Kimse bizi ilgilendirmez, bize buradan bir sonuç çıkmaz dememelidir. Sosyal olayların bir tabiatının olduğu malumunuzdur. Sosyal olayların tabi olduğu kuralların genel geçer bütünlüğü, kuşatıcılığı da yadsınamaz. Bizim burada ta ittihat terakkiden(İT) beri tabi
Yakın coğrafyamızda hızlı bir sosyal devinim yaşanıyor. Yönü, çıkış noktası, argümanları, talepleri, etkileri ile iyi tartışılması gerekmektedir. Sebepleriyle sonuçlarıyla iyi analiz edilmelidir. Kimse bizi ilgilendirmez, bize buradan bir sonuç çıkmaz dememelidir. Sosyal olayların bir tabiatının olduğu malumunuzdur. Sosyal olayların tabi olduğu kuralların genel geçer bütünlüğü, kuşatıcılığı da yadsınamaz.
Bizim burada ta ittihat terakkiden(İT) beri tabi tutulduğumuz toplumsal mühendislik, dönüştürülme faaliyetleri ile NATO konsepti gereği dost düşman tanımlamalarının etkileri altında kalışımız ve de bizim kendimizden menkul gelenek anlayışımızın ürünü ‘imamet/saltanat’ yaklaşımı ile bunların zorunlu ilkesiymiş gibi addedilen ‘itaat’ kültü bu noktada ince elenip sıkça dokunarak tahlil edilmelidir.
Bahsedilen yakın coğrafyalardaki halkalar da aynı hamurdan oluşumuzun, benzer havaları teneffüs etmemizin, aynı kaderi paylaşmamızın neticesinde benzer süreçlere tabi tutulduklarından, bu analizlerin ortak neticeleri, çıkarımları olacaktır doğal olarak. Bu yüzde yüz böyle olmasa da ekser özellik olarak ortak çokça husus bulunacaktır. Ufak tefek yöresel algı ve yaşayış farkları, bedevilik ve hadaret, meşrep farlılıkları sonuca büyük etkisi olmayan özelliklerdir, ülkeler arası farklılıklar açısından!
Biz de dâhil olmak üzere, tüm bileşenler bu süreçten hem etkileniyoruz, hem de açıkça itiraf edelim ki beklenmedik(!) bu gelişmelerden sonra olay ve olguları yeni ve farklı bir ‘okumaya’ tabi tutmak, kendi düşün dünyamızı da bir şekilde açıkça formüle edip sunma, gözden geçirme fırsatı ve zorunluluğu hissediyoruz! Tartışılacak bu önerme için en azından ben böyle düşünüyorum!
Bahsettiğimiz bu mesele ‘devlet nedir, gerekli midir, dayanakları nelerdir, neleri nasıl yapacaktır..’ vb etrafında kotarılacak, sistem, düzen ile ilgili bir tartışma değildir! En az bu yazıda değinide bulunduğumuz konular kadar, hatta daha önemli ve öncelikli olan bu ve benzeri soru(n)lar da irdelenmeli, tartışılmalıdır! Biz, şu günlerde beklenmedik şekilde ve biçimde cereyan eden olayların “nasıllığı, nice’liği, dayanakları” vb. hususlara projeksiyon yapmak istiyoruz! ‘Toplumsal değişimin yasaları’, Rad11. ve Enfal 53. ayetleri bağlamında düşündüğümüz hususları tekrar gözden geçirme arzusudur bu! Bir zorunluluk olarak, ille de yanlış olduğundan değil, güncelleme ihtiyacından diyelim!
Toplumun kendinden başlayarak dışa doğru açılım ve genişleme ile değişiminden, tepeden inmeci değişimlere kadar birçok tezin yeni ve farklı okunmaya tabi tutulma durumu hâsıl oldu gibi geliyor bana! Yepyeni, önerilmemiş, beklenmedik, türedi bir durumla karşı karşıyayız! Açıkçası bu durumun yukarıda verdiğimiz ayetlere ters düşmediği gibi örtüştüğünü de düşünüyorum! Neticede ‘istemek, kararlılık, takipçilik, ısrar’ önemli faktörler. ‘Samimiyet’ desek de yanılmış olmayız! Zira süreç, her ne kadar yanlışları ve eksiklikleri içerse, bilgisizliği, hakkaniyeti, meşruiyeti içermese de katılımcıların geri adım atmamaları, her şeyi göze almaları anlamında bu kavramı kullanabiliriz herhalde! Demek ‘değişimin’ farklı bir boyutu ile karşı karşıyayız! İstemlerin, çıkış noktasının İslamî referanslar olup olamaması bir bahsi diğer! Burada ‘hak hukuk, aş iş, halkın edinimleri, sistemlerin zulümleri, gelir dağılımındaki adaletsizlikler..’ gibi sebepler katalizör görevi görmüş durumda! ‘Küfürle sistemler sürer ama zulümle asla!’ fehvasınca ve yine ‘Neye layıksanız öyle yönetilirsiniz!’ kelamı kibarının farklı bir yansımasıyla yüz yüzeyiz! Yepyeni bir gerçeklik olarak düşünce alt yapımıza pek uymayan, paralellik arz etmeyen bir reel/reel politik durumla karşı karşıyayız! Sayın Kürşat Atalar’ın ‘organizasyon, bilgin önder’ önermesi mesela, bu süreçte etken de değildi genel olarak! Bazı kanaat önderlerinin etkilerinden söz edilse de kuşatıcılığının olmadığı aşikâr! Ne bir organizasyon var ortada, ne de bir bilgin/âlim var herkesin peşinden sürüklendiği! Ne fikrî liderlik var görünen, ne de şahsî liderlik! “Ne örgüt teşkilat, ne legal illegal yapı, ne bilgilenme tefekkür, ne süreç sonrası kurumlar ve işleyiş, ne araç amaç senkronizesi, ne metot ve yöntem endişesi, ne keyfiyet kemiyet mukayesesi, ne cemiyet cemaat güdüsü, ne doğru bilgi doğru davranış ilişkisi, ne Enfal 65-66. ayetlerde verilen 1’e 10’dan 1’e 2’ye düşüş kriterleri, ne ideal/iddia ve beklentiler açısından ortak düşünce ve hareket..”, hiçbirisini işe koşulmuş bir etken olarak görebilmek mümkün değil! Hesaplanmış, kafa yorulmuş, planlanmış, yönetilmiş bir süreç sonucu ortaya çıkmış bir durum değil! Bundan sonra neler getirip neler götüreceği de tartışılır, ancak bizim vermeye ve almaya çalıştığımız mesaj, hisse açısından bunu ayrı konu olarak kenara bırakalım! Dağ fare doğurabilir, gelen gideni aratabilir, süreç beklentileri boşa çıkarabilir! Şükrü Hüseyinoğlu kardeşimizin dediği gibi “La’sız İslam ile İslamsız la” durumları cereyan edebilir! Bölge halklarının Türkiye’yi, buradaki sistemi, uygulanan ve de ileri ve gelişmekte olan demokratik(!) ortamı örnek almaları, referans göstermeleri de onlar açısından farklı bir izahı olabilse de bizim açımızdan tam bir paradoks durumdur! İHL ile ilgili uygulamaya konulan senaryolar, Kur’an kurslarının yasaklaması esnasında yapılan protestolar, o şartlarda farklı bir eylem biçimi olarak gerçekleştirilen ‘başörtüsü için el ele’ çıkışı ortak bir hareket noktası olması bakımından ve genel konsensüs meselesi olarak kitlesel bir hal almış ancak ne bir fayda, ne de bir kazanım sağlanabilmişti! Aksine daha fazla üzerimize gelinmiş, süreç aleyhte hızlanmış, geri adımlar atılmış, daha büyük çözülmeler/çözmeler yaşanmıştı! Bölgede ise ne bir ortak, toplayıcı ve kapsayıcı vesile, ne ortak bakış açısı, ne bir ortak ideal ve iddia, ne de bir ortak beklenti olmaksızın bir netice hâsıl oldu! Civar ülkelere de sirayet etmeye devam ediyor, yeni ve farklı değişimler yaşanıyor! Sonuçta dediğimiz gibi belki başkalaşma ve dönüşüm meydana gelecek değişim beklenirken! Ancak ben özetle dikkatleri ‘değişim’ olgusunun dinamikleri üzerinden meseleyi bir değerlendirelim istiyorum. Görünen o ki, bir halk istediğinde, arzu ettiğinde, peşini bırakmadığında, samimiyetle ısrarcı olduğunda (Buradaki ‘samimiyeti’ yüzde yüz isabetli doğru sahih bilgiden kaynaklanan bir olgu olarak almayalım, yanlışa da olsa ‘sahip çıkmak, vazgeçmemek’ manasına alalım!) bir sonuç devşirilebiliyor! Ben buna paralel bir bakış açısını İKTİBAS dergisinin 380. Ağustos 2010 sayısında ‘Bir Çokluk Denemesi’ başlığıyla yansıtmaya çalışmıştım! Yukarıda değinilen, bizde ve burada gerçekleştirilen eylemlerde takipçilik, ısrar, kararlılık olmadığı için ve eylemin akabinde rahatlamış(!) bir gönül ile evlerin sıcak ortamına dönüldüğünden, bırakınız 18. günleri, eylemler saatlerle sınırlı tutulduğundan, ne istendiği ile ilgili bir netlik oluşmadığından, eylemin saikleri iyi tespit edilmediğinden, gemiler yakılamadığından, nefsin ve dünyevileşmenin duvarları yıkılamadığından doğal olarak bir sonuç elde edilememişti, edilemeyecekti ve edilememişti de! Halk istedi ve akla gelmeyen, hiç umulmayan, firavun artığı zorbaları devirdi, devirmeye devam ediyor! Uluslar arası emperyal güçlerin güçsüzlüğünü ortaya çıkardığı, makyajlı yüzlerini ortaya serdiği, halklara bir öz güven ve cesaret aşıladığı, ayaklarının titremesinin önüne geçtiği, kendine gelmesinin vesilesi olduğu için bu gelişmeleri asla tahfif etmemeli, gereken ihtimamı göstermeli, bu insanlara bir nevi teşekkürü de borç bilmeliyiz, diyorum kendi adıma! En büyük silahın ölümden korkmayan insan oluşu gerçeğini, vazgeçilemeyecek hiçbir dünyevi edinimin olamayacağı hakikatini tekrar hatırlamamıza vesile olduğundan da önemsemeliyiz bu süreci! Biz de bu insanlara bu halimizle model sunuluyoruz ya; ağlasak mı gülsek mi, bilmiyorum! Kendi değişimimizi, bizdekileri İslamî olanla değiştirmeyi akamete uğratacak bir yanılsamadır bu! Şimdi birileri kalkıp ‘Demokrasi, özgürlükler bir tarafta, sen zorbalığı, diktatörlüğü mü istiyorsun?’ derse buna daha çok hayıflanırım! Benim ilave itirazım ‘ölümle korkutulup sıtmaya razı edilme’ psikozunadır!
Hâsılı kelam, yeni bir hâsıla devşirme, toplumsal değişim, düzen değiştirme vakıasıyla karşı karşıyayız. “Bu bir metot, yöntem olarak görülebilir mi, tüm olay ve çevrelere teşmil edilebilir mi, buradan bir çıkarımda bulunulabilir mi, alacağımız dersler nelerdir, bu reel durumu kendimize ve buraya nasıl taşıyabiliriz?” vb. sorular etrafında analizler yapalım, tefekkür ameliyesinde bulunalım istiyorum hep birlikte!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *