Her şeyden önce ve önemlisi, sözün bittiği yerdeyiz ve şimdi eylem zamanı, harekete geçme zamanı, mevcut yangını söndürme, acıları dindirme, kardeşliği gösterme, ‘insanlık’ı ispat etme zamanı…
Hayat devam ediyor, imtihan sürüyor. İnsanlık tarihin bu noktasında Türkiye ve Van özelinde deprem afeti ile sınanıyor. ‘İnsanlık’ kavramını burada hem tüm insanlığı kapsayacak şekilde nicelik olarak hem de bir değer, hassasiyet, endişe taşıma, vicdani muhasebe bağlamında nitelik olarak birbirinden ayırmadan iki boyutu da kuşatacak şekilde ele almalıyız.
İslamî olan aynı zamanda insani de olduğundan bu mesele en başta Türkiyeli müslümanları olmak üzere tüm müslüman(ların yaşadığı) coğrafyaların inananlarını, hem İslamî, hem insanî olarak (Gerçi dediğimiz gibi İslamî olan insani de olduğundan bu ayırıma gerek yoktur, ancak analizin ayrıntılarını vurgulamak adına böyle yapılmıştır!), sonra tüm insanlık ailesinin fertlerini ‘insanlık’ (nitel ve nicel boyutları ile) adına, Türkiye’de vuku bulduğundan dolayı da buradaki tüm insanları farklı boyutları ve farklı gerekçelerle yakinen ilgilendirmektedir. Yani Türkiyeli Müslümanları ‘en önce ve en çok’ ilgilendirmektedir.
Meseleye ırkçılık ve ‘sorunlu bir sorun’ olan ‘Kürt sorunu’ olarak bakmaya çalışanlar, saptırma çabası gösterenler, ‘yağma’ görüntüleri ile dezenformasyona sebep olanlar, çok kısa ve en üstten ‘insanlık ‘adına lanetlenmiş, ‘insanlık’tan nasipleri olmadıkları açığa çıkmış olarak inşallah gereken dersi almışlardır. İyi ki iyilik, hak ve hakikat, zulüm ve karanlığa mahkum edilmedi! Gereği yapıldığında, bizler ‘hakkın’ üstün geleceğine iman etmiyor muyuz zaten?
Rabbimizin ‘Şer bildiklerinizde hayır olabilir!’ uyarısı mucibince inşallah bizler de bu ‘ayet’ten gereken dersleri alabiliriz. Doğru okumalar yapıp kalıcı ve doğru sonuçlar devşirebiliriz.
Hani bir Kur’an kıssasında, uyarı ve ikazlara aldırmayan, aldanmışlar güruhu, ufuktan gelen elçilerinin haber verdikleri bulutları görünce; ‘Bu olsa olsa bize yağmur getiren, suyundan yararlanacağımız bir buluttur!’ diyerek adeta seviniyorlar ya, işte aynen benzer aymazlıkla, meseleye ‘şeytanın/nefislerinin bak dediği yerden bakarak’ bu afakî ayeti yanlış okuyanlar eksik olmuyor maalesef! ‘İmtihan olunuyoruz değil mi?’, o zaman ‘maalesef’ demeye de gerek yok sanırım!
Bir dostun devamlı; ‘Kedinin asaleti fareyi görünce belli olur!’ demesi gibi, bu turnusol kâğıdı herkesin rengini ortaya çıkaracak, maskeler düşecek, keller görünecek, kişilik ve kimlik izharı, ahlak ölçümü yapılmış, ademlikten adamlığa sınavı verilmiş olunacaktır.
Biz de bu ayeti, tüm boyutları ve bileşenlerini ihmal etmeden düşünerek ‘Allah’ın bak dediği yerden bakarak’, nefsimizi ve zanlarımızı bir kenara bırakarak, gereken okumaları yapmalı, gerekli çıkarımlarda bulunmalı gerekli dersleri almalıyız!
Müslüman kardeşlerimizle kardeşlik hukukumuzu perçinleyecek, gönül köprüsü kurulacak bir ‘fırsat’ işte! Bu fırsatlar her an ve her mekanı kuşatacak şekilde zaten bulunabilir, ancak şöyle veya böyle önümüze gelmiş, bu vakıa elimizin uzanacağı boyutta gerçekleşmiş, zahmeti rahmete dönüştürecek, rahmet kapılarını açacak bir vesileye dönüştürülebilir.
Alan ile veren arasında olduğu kadar, gerek alanlar arasında paylaşım, hakkaniyet, digergamlık melekelerini ortaya çıkaracak ve gerekse verenlerin kendi aralarında bir gündem oluşturma, iyilik seferberliği başlatma, bir hayır yarışı, komşulara mesajın bir yönü ile de olsa ulaştırılma vesilesi, diyalog kapısı gibi bir fırsat olarak görülebilir.
Irkçılık, etnisite, bölgecilik vb. nifak, fitne ve kardeşliği zedeleyici düşünce ve davranışların giderilmesi, kardeşlik ve vahdet yolunda bir adım olarak alınabilir.
Servetin aramızda güç kuvvet/devlet/tekel olma ihtimalini izole edecek bir paylaşma ve bölüşme, mal ve mülk emanetini ‘Malik-ül mülk’ uğrunda kurbiyyet için kurban sunma, feda etme fedakârlığı olarak düşünülebilir.
‘Bir musibetin bin nasihatten evla oluşu’ fehvasınca aynı işler başımıza gelmeden, aklımızı başımıza alma fırsatı olarak addedilebilir. Bunu deprem gibi afetlerin öncesinde, esnasında ve sonrasında yapılması gereken bilimsel verilere uygun her türlü faaliyet olarak ve tedbir olarak da düşünebiliriz, yukarıda söylediğimiz ‘insanlık’ adına yapılması gerekenler olarak da! Mesela Japonlar’ın ülkemize yardım adına gelip burada ölen doktor vatandaşlarını, fizik kurallar ve bilimsel veriler çerçevesinde aldığı eğitimleri öne çıkararak adeta suçlu ilan etmeleri, üzerinde dikkatlice durmayı gerektirmektedir. Tedbiri öne çıkarıp takdire sığınmak gerekir, ama her zaman olduğu gibi olayı ‘kader’ diye bağlayıp işin içinden sıyrılamaya çalışıyoruz! Yakın zamanda Marmara ve Düzce depremlerine kıyas ile gereken derslerin alındığı da ne yazık ki söylenemez! Bir tek devlet aygıtı biraz daha hızlı ve organize gözüküyor, ancak yine de tek merkezli, bir il ölçekli böylesi bir depremde yaralar şimdiye kadar daha hızlı sarılmalıydı diye de düşünmeden edemiyor insan! Gönüllü kuruluşların da yine Marmara’da verdikleri –o zaman sistem tarafından bizzat engellenmelerine rağmen- geçer not alacak çabaları, devletin öne geçmesinden midir, bunun üçüncü şahıslara verdiği ‘devlet orada, bakanlar orada, Kızılay eski hantallığını terk etmiş, kampanyalar sürüyor..’ vb. şekildeki algılardan mıdır bilinmez, geçer not alacak boyuta ulaşmış gözükmüyor! Bunu, daha iyisi yapılabilir, bir fazlası gerçekleştirilebilir, devletin en azından engellememesi, adeta teşviki ile daha hızlı ve kuşatıcı boyutta çabalar gerçekleştirilebilir diye düşündüğümüz için söylüyoruz. Yapılanları görmezden gelmek, yardımları küçümsemek aklımızın ucundan geçmez! Zira bunu takdir etmek, Rabbimizin yed-i kudretindedir zira!
Mazluma sorulmadığı gibi mağdura da tabiiyeti sorulmaz! Bunu en iyi müslümanların bilmesi gerekiyor. Dünyanın her neresinde olursa olsun, kanayan bir yara gördüğümüzde ta ciğerimizin yanması gerekiyor(Akif). Bizler ateş düştüğü yeri yakar demeyenlerden, dememesi gerekenlerden olarak digergamlığın hakkını Allah rızası adına tüm hakkaniyeti ile verebilmeliyiz.
Şehirlerin inşası için titizlenilmesi gerektiği çıkarsaması kadar, ‘insan’ unsurunun da inşası için, en az o kadar titizlenilmesi gerektiğini kavramalı, gelecek ile ilgili projeksiyonlarımızı bu doğrultuda yapmalıyız.
Muhacir ile Ensar arasında tarihi örnekliğine pek rastlanmayan, İslam kardeşliğinin kan bağının da ötesinde bir öneme sahip olduğunu bu vesile ile tekrar hatırlamalı ve bunun bir benzerini, gücümüz ve kalitemiz ne kadar elverirse gerçekleştirmeye çabalamalıyız.
Her şeyden önce ve önemlisi, sözün bittiği yerdeyiz ve şimdi eylem zamanı, harekete geçme zamanı, mevcut yangını söndürme, acıları dindirme, kardeşliği gösterme, ‘insanlık’ı ispat etme zamanı…
Çadırda soğuktan ölen bir bebenin, çıkan yangından ölen bir yavrunun hesabını verebilmek hiç de kolay değildir, inanın! İnsanlığı diriltmek, birinin ölümünü âlemin ölümüne denk tutmak şiarına sahip bu dinin mensupları, bir kere vermekle, bir adım atmakla bu sorumluluğu yerine getirmiş sayılmazlar. Mala olan sevgimize rağmen, belki kendi ihtiyacımız varken, vicdanlarımızı tatmin etmekle iktifa etmeden, hem içimiz acıyarak hem de O’na olan sevgimiz adına, gece gündüz, açık gizli infak edelim! Hayırlarda yarışalım! Elbette herkes aynı boyutta işe sarıl(a)mayacak, aynı yekünde ver(e)meyecek, aynı hızda yarış(a)mayacak; Rabbimizin nimetlerden sual edeceği gerçeğini unutmadan, elimizle ne sunduysak onu bulacağımız gerçeği ortadayken, infaktan beri durarak kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmamamız gerekirken daha ne bekliyoruz! Haydi, iş başına; yorulunca tekrar işe koyularak ve yalnız Rabbimize sığınıp O’ndan bekleyerek!
Son bir okuma hepimize: Nerede olursak olalım, ister düz ovada, ister dağlarda, ister muhkem kalelerde, kendisinden kaçıp durduğumuz, lezzetleri yok eden ‘ölüm’ gerçeğine kavuşacak oluşumuz, her birimiz için mukadderdir! İsterseniz yukarıdakileri bir kenara bırakıp buradan okumaya başlayalım! Gerekli dersleri almak için yeterlidir, ne dersiniz! Sözümüz anlayacak olan(lar)a, anlamayana davul zurna zaten azdır biliyorsunuz!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *