Ümitvâr olmak elbette önemlidir, bizim imtihan olgumuzun bir gereğidir de ‘hüsnü kuruntu’ kabilinden boş vaatler, mesnetsiz iyimserlikler, pembe hayaller sunmak, peşinde koşmak pek akıl kârı değildir.
Çok zor işimiz dostlar, çok! Bu köşelerde ‘işimiz zor’ başlıklı yazılar yazmış biri olarak, bir parça(!) da olsa haklı çıkmış olmanın ızdırabıyla bu yazıyı yazıyor olmak ayrı ve tarifsiz, ilave bir acı veriyor… Eşekten düşenler, beni siz anlarsınız, imdat! Sözü olanlar, buyurun! Teklifi olanlar, konuşun! Çare bilenler, söyleyin!
Şimdi diyeceksiniz ki, demelisiniz ki; ‘Yok yok, işimiz zor değil de biz kendi ellerimizle zorlaştırıyoruz!’. Buna ‘eyvallah’ derim. Hatta tekraren, ‘Kendi virüslerimizi kendi çöplüğümüzde üretiyoruz!’ diye de eklerim. ‘Çare, şifa, ziya, ruh, nur Kur’anda’ derseniz, ‘O zaman niye saptırılıyoruz?’ derim. ‘Vahdet, birlik, dirlik’ derseniz, ‘Nerde?’, ‘Nasıl?’, ‘Niye bu haldeyiz, niçin bölünüyor, parçalanıyor, küçülüyoruz?’ diye sorarım. Bizler virüs/mikrop değiliz ki bölündükçe çoğalalım!’ diye uyarır, Kur’anın ayetleri apaçık ortada/elimizde iken ve biz bunları başkalarına tavsiye edip dururken ‘Bu ne iştir?’ diye sorar, kaygılanırım.
‘Çeldiriciler kuvvetli, karşımızdakiler örgütlü, güçlü, şeytan işini iyi yapıyor..’ derseniz; hayıflanır, şaşar ve bundan ‘O zaman bizler zayıf/niteliksiz, dağınık, gücün ve gerçek güç sahibi Allah’ın farkında ve yardımına layık olmayan bir halde yatıyoruz..’ sonucunu çıkarırım.
Elhak, bunda haklılık payı yok değil! Çeldiriciler oldukça kuvvetli. Şeytan ve avanesi işini iyi yapıyor; aldıkları iznin ve taahhütlerinin gereğini yerine getiriyorlar. Yalnız buradaki ters orantıyı unutmamamız gerekiyor. Biz yaratılış gayemize ve fıtratımıza uygun davranır, verdiğimiz söze sadık kalırsak, bunların etkisi bizim üzerimizde bu haliyle tahakkuk etmez! Biz çabalarımızı yoğunlaştırırsak onun hilesi ve çabası boşa çıkacak, tuzakları bozulacaktır. Bireysellik, gruplaşma, bilgisizlik, atalet, meskenet, dünyevileşme ve daha birçok etken çözülmemizi artırmakta, çözüldükçe çözümsüzlük de artmaktadır. ‘Ne oluyoruz?’ diyen ne kadar az! ‘Gidiş(at) nereye?’, ‘Kaçış var mı?’ diye endişelenenimiz var mı? Varsalar, ne haldeler, çözüm için hangi girişim ve çabalara öncülük etmekte, katkı sağlamaktadırlar?
‘Kendi içlerini/işlerini halledemeyenler, hiçbir şeyi halledemezler’ fehvasını doğru okumalıyız. Kavramlara önem veren bir camia olarak ‘kanaralaşmak’ kavramını bir daha tahlil etmeliyiz. Okuyup geçtiğimiz, gülüp durduğumuz fıkra mesabesine indirgediğimiz birçokları meyanında, ashabın halifeye ‘Seni kılıçlarımızla düzeltiriz!’ ifadesinin ne büyük bir kontrol ve sağaltıcı bir mekanizma olduğunu idrak edemeyiz. Kılıca takılır kalırız! Talebin yetki sahibinden geldiğini ve hesap verilebilir bir konumdan başka bir halde kendini düşünmediğini, ahalinin hesaba katıldığını, görüşünün önemsendiğini, istişarenin hakkıyla işletildiğini ve hakkının verildiğini nedense görmeyiz!
Başkalarına tavsiyelerde bulunurken, kendimizi unutmamamız gerekiyor. Sözü, bizzat yaşanılabilir kılarak daha etkili hale getirebiliriz. Bu noktada ‘örneklik, önderlik’ bilenlere, farkında olanlara düşmektedir. Hak din ile halk dinini tefrik edecek, gerçekleri izah edip açığa çıkaracak, farkı fark ettirecek, iletilen din ile üretilen dini sentezlikten kurtaracak yoğun çabalar bilenlere düşmektedir. ‘Yapılacak işler zamanımızdan çoktur!’ diyen ne kadar haklıdır. İşlerimiz; işler hale gelinceye, iş yapmak işine gelmeyenler harekete geçirilinceye, işgüzarlıklar terk edilinceye kadar yoğun mesailerle bizleri, işçilerini, emekçilerini (salih amel, sa’y, cehd, uyarı, davet, emribil ma’ruf, nehyi anil münker..) beklemektedir.
Ümitvâr olmak elbette önemlidir, bizim imtihan olgumuzun bir gereğidir de ‘hüsnü kuruntu’ kabilinden boş vaatler, mesnetsiz iyimserlikler, pembe hayaller sunmak, peşinde koşmak pek akıl kârı değildir. İnsan için ancak sa’yü gayretinin, cehdü çabasının faydası, karşılığı olacaktır. Durarak hedefe varılmaz. Beklemekle amaçlara ulaşılmaz. İş yapmayan hata da yapmaz ve fakat eline bir şey de geçmez! Bir de unutmamalıyız ki başımıza gelen kötü(bilinen)ler ellerimizle işlediklerimiz, işlememiz gerekirken terk ettiklerimiz yüzündendir. İhmallerimiz menzilden binlerce yıl uzakta patlamakta, ikmalimizi engellemektedir. İstikbal kaygısı yanlış hedefe odaklanmış durumdadır. Hikmet yitirilmiş, kaynaklarımızla irtibat kesilmiş, bireysellik ve dünyevileşme tuzaklarımız, duvarlarımız olmuştur. Ahiret olgusu ahir/uzak kılınmış, te’hir edilmiş; kuru ve boş bir iyimserlik peşine düşülmüş, af ve şefaat sanki garanti kılınmış, sorumluluk/ibadet bilinci dikkate alınmaz olmuştur.
Soğuk savaş döneminin içe dönük, dışa kapalı, gizlilik sarmallı refleksleri belli bir atalet doğurmuş, ‘müslümanım’ diyenler arası soğuk rüzgârların bırakınız kesilmesini, artırılmasına dönük yanlış bir tehdit sanısı oluşturularak sürdürülür olmuştur! Fıkhın değişmeler ve gelişmeler hususundaki statikliği, ictihad kapısının kapatılmış(!) oluşunun getirdiği statükoculuk nasıl eleştirilmeyi, değiştirilmeyi hak ediyorsa, doğru davranışların sosyalleşmesi, muhatapla buluşturulması sürecindeki metodik algılar da gözden geçirilmeli, ihtiyaca binaen güncellenebilmelidir. Bu illa da taviz, geri adım, başkalaşma, müdahane, eklektiklik, ilkeleri göz ardı etme anlamına gelmez. Şartlara bağımlı ve mahkum olmadan, ahval ve şeraitin fıkhına matuf meşruiyet içinde bir motod arayış ve uygulaması gayet makul olandır. Bunu en azından ‘amaçlara uygun araç’ güncellemesi olarak alabiliriz.
‘Gelen gelir, gelmeyen kendi bilir/kalır!’, ‘Giden gider, kalan sağlar bizimdir!’ deme lüksümüz yok! Nice beldelerde, ne bekleyenler var! Uzatılacak eli, iletilecek mesajı gözleyenler var! ‘Bilmemek, duymamak, beklemek’, suçun yüzde ellisi olarak onlara aittir de, geri kalan yüzde elli ise ‘bildirmeyen, duyurmayan, gitmeyen’ kesimin eksiği, yanlışı değil midir?
Kadrolaşmak, ‘gizli tebliğ’ argümanları tashih edilmelidir. Şu çağda artık gizlilikten bahsetmek pek mantıklı değildir. Siz kapalı kalırsanız, mesajınız da kapalı kalacak demektir! Bu zaten kitlesel iletişimden önce ve önemli olarak, ‘ferdî eğitim’, yakından uzağa doğru bir süreç olarak anlaşılmalıdır. ‘İhvan’ yetmiş ülkede yapılanmasından bahsederken, birileri ‘yetmiş iki ülkede’ diye/biliyor! İlanınız, davetiniz ‘net’ olacak ki ‘netlik ve nitelik’ hâsıl edilebilsin! Açıklık, şeffaflık hem anlattıklarınızın anlaşılmasını, mesajın netliğini, bu netlik de niteliği sağlayacaktır. Siz neye çağırıyorsunuz, farklı bir şey söylüyorsanız, nasıl ve niçin söylüyorsunuz, kime söylüyorsunuz, ne bahasına söylüyorsunuz, muhataptan ne istiyor, ona ne sunuyorsunuz, farkınız ne, niçin böyle düşünüyor, yapıyorsunuz, neler kırmızı çizginizdir, nelerde/nerelerde bir ortak zemin oluşturabilir, ayrılıkları paranteze alarak hareket hattı oluşturabilirsiniz vb. suallerin ve dahi cevaplarının tavzih edilmesi, açıkça deklare edilmesi gerekmektedir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *