Bugün ivedilikle sorgulanması ve en olası şekilde eleştirilmesi gereken güç, iktidar sahibi olan ve her vasatta üstüne basa basa “Müslüman” olduklarını söyleyen insanlardır..
“Vakıaya bakalım efendim vakıaya!”..
Bu aralar çok bi moda bu ifadeyi sarf etmek!
Madem öyle biz de bakalım o zaman..
Fakat tekrar da olsa bir şeyi teyit edelim: Birey olarak bu toplumda yaşadığımıza göre ve vakıadan ve konjonktürden hareketle her ne düşünceyi temsil ediyor olursa olsun iktidara sosyal, siyasal, ekonomik vs. işleyişler hakkında eleştiri yapma hakkımız var mı, yok mu?
Yine bugünlerin modası bir ifadeyle vurgularsak, kötülerin en iyisi (!) Demokrasinin tanımı gereği var!
O zaman bu hak üzre çıkalım yola..
İktidara hayran mı hayran olanlar diyeceklerimi alınmasınlar üzerlerine amma velakin ellerine vicdanlarına koysunlar; tabii ki tuzu kurular, keyfi gıcırlar mahallesinde oturmuyorlarsa şayet..
***
Ne yazık ki iktidarın ekonomi politikasını bizim cenahta sosyal adalet merkezli işleyip eleştirenler parmakla gösterilecek kadar az..
Dün iktidarda başkaları olunca fakir fukara garip gureba adına bülbül gibi şakıyanlar bugün dut yemişler ve dilleri lal olmuş; yani konuşamıyorlar!
Öyle anlaşılıyor ki bir bir tuzu kurular mahallesine taşınmışlar, dut yemiş bülbüllere komşu olmuşlar!
Neyse o görece özgürlükler, neyse o görece rehavet denilen şeyler, herkes bakışını oralara zumlamış adeta.. Konuşanlar da ilginç mi ilginç, kavram kıtlığı çekiyor mübarekler!
***
Özgürlükler görece, doğru; ideal denilen özgürlükler noktasında beklenen vakit henüz gelmedi çünkü!
Özgürlük, gerçekte çok tartışılması gereken bir kavram olsa da!
Gelecek baharda, ustalık aşamasında Anayasa bir değiştirilsin hele, özgürlük denilen şeyin hakkı da verilecek elbette!
Görece rehavetten kasıt da mutlaka ve mutlaka, bu demlerde bir bir ortaya çıkmış saklı seçilmişlerin parasal ve makam mansıp bağlamında itibari kazanımlarını işaret ediyordur..
İyi ama kimse kulak vermese de her fırsatta dilimize doladığımız asgari ücretlilerin, taşeron şirketlerde ömrü heba edilen insanların, (vah garibim) bizim gibi emeklilerin ve yarını noktasında hep endişeli olan gençlerin rehavet yüzü gördüğü yok ki; diğerlerinin rehavetinden bize ne!
***
Sabahtan akşama, olmadı her gün bizim piyasada konuşulanlarsa belli!
Neredeyse her şey Ergenekon davasına endeksli..
Haliyle yaklaşan seçim ve partiler arası polemikler..
Ve tabii ki Ortadoğu’da yaşananlar..
Yani ehem/önem sırasında başı çekenler!
Bütün bunlara duyarsız kalmak elbette mümkün değil.. Yoksa adamı ergeci yaparlar!
Lakin günün on dört saatini ne idüğü belirsiz paraya çalışanlar, binlerce işsiz, zor şartlarda tahsil gören öğrenciler, ağır vaka hastalar; yani yoksul yani mağdur ve mazlum durumda olan insanlar için bütün bunlar bir şey ifade ediyor mu, tek tek sormak lazım..
Tepeden tepeden düşünen ve iş tutan ve bu dünyaya özgü şekil olarak yarınını garantiye alanlarla; bir anlamda gamı, tasası, derdi yoklarla bahsettiğimiz kesimlerin olaylara bakışı hiç bir olabilir mi?
Hayırdır, empati denilen şey, şimdiki iktidarın hatırına lügatlerden siliniverdi mi yoksa?
Darbeciler de Ergenekoncular da; zalimlik, despotluk, hak gaspı nevinden iş yapanlar da cezalandırılsınlar.. Müslüman olup da aksini iddia edenin zaten aklına şaşmak lazım!
Peki, bütün bunlar bahsi geçen mağdur ve mazlumların taleplerinin karşılanmaması için birer engel midir ki iki de bir bu konular vasıtasıyla göz bağcılığına soyunuluyor!
Hadi tuzu kurular mahallesi sakinlerine(!) göre böyle, aksi durumda olanların tepkisizliğine ne demeli?
Geçmişten bugüne iktidarların peşine takılanlar yani sorgusuz sualsiz sürü mantığıyla hareket edenler sessiz yığınları niye oynuyorlar?
***
Nida Dergisinin son sayısında Mengüşoğlu üstadımız, bugünün tartışmalarına istinaden ve bana göre de genel anlamda haklı olarak deyivermiş bir şeyler:
“Bence Müslümanlar yeni zamanlarda da bugüne kadar maruz kaldıkları ne türden şeytani tuzak var idiyse, yine aynı oranda ve miktarda tehlikelere göğüs germek durumundadırlar, ne eksik ne de fazla. Açıkçası ortada yeni zamanların doğurduğu ekstra bir tehlike mevcut değildir.”; “Dünyevileşme tehlikesi, maddeye düşkünlük bugün eskisinden daha fazla değildir. Dün de dünyacı ve maddeci zihniyet sahipleri vardı, bu gün de var. Şunu demek istiyorum ki hadi ben de adını öyle anayım, modernizm, insanlığa ekstra tehlike ve tuzaklar getirmedi…”; “Makam, mevki ve bol mal sahibi Müslümanlar değiştiler, şımardılar, kötü ahlak sahibi oldular, geçici olarak bunu kabul edelim.
Peki, makam, mevki, mal, mülk sahibi olmayan yoksul Müslümanlar çok mu iyi ahlaklıdırlar?
Kim savunabilir bunu? Zengin diyelim yoksulun emeğini sömürüyor. Peki, emekçinin emeğin hakkını verdiği malum mudur?”; “Müslümanlar bugün İslâm’ın iktisadi sisteminin sağa mı sola mı yakın olduğunu, zenginlerin şımarıklığını, sınırsız tüketimin artmasını konuşacaklarına, aldatanları karalayıp duracaklarına, aldananın da niçin aldandığını sorgulamalıdır. Aldatan suçlu da aldanan tamamıyla masum mudur?”..
Hadi buyurun tartışalım, sorulara cevap arayalım beraberce..
Anlaşılacağı üzre iktidardakiler suçluysa, onları ayakta tutanlar, destekleyenler de suçlu..
Azgınlaşıp şımaranlar da zengin olup paylaşmayanlar da kabahatli ve tabii ki hakkı gasbedilmiş olduğu halde hak arama mücadelesine girişmeyenler de..
Ve zaten durduk yerde üretilmiş Modernizme, moderniteye yani aslında şeytani vesveselere, dürtülere suç, kabahat yükleyerek sıvışmak kolay değil, yok öyle! (İbrahim: 14/22)..
***
Fakat ama lakin Sayın Mengüşoğlu’na, iktibas ettiğimiz sözlerinden dolayı hak vermiş olsak da az biraz muhalefet şerhi düşmek için sebep yok değil..
Çünkü:
Her çeşidinden esnaf, tüccar, mimar, mühendis, avukat, doktor, fabrikatör, müteahhit vs. vs. eleman çalıştırıyorlar ve ikrar ediliyor ve o sebeple biliniyor ki onlar Müslümanlar..
Ve tabii ki şimdinin iktidarında ve onun tayin ettiği alanlarda görev alanların birçoğu da kendi ifadelerince yine Müslüman olanlardan..
Haliyle çalışanların patronlarından ve daha ilerisi iktidardan bekledikleri şudur; Kur’an’da hak ve hukuktan, sahip olunan mal mülk, para nevinden şeylerin usulünce paylaşılarak tezkiyesinden; havaici asliyenin dışında yığdıkça yığmanın, haksız kazancın, gasbın, dünya sevgisinin, makam mansıp, güç, iktidar hırsının insanı tükettiğinden, emeğin karşılığının hakkınca verilip verilmemesinden …ila ahir bahseden ayetler istikametinde davranılsın..
Ve her anıldığında salavat getirmekten geri durmadıkları Hz. Muhammed’in söz ve eylemleri örnek alınsın ki kendilerine hizmet sunanlara da yaşanabilir düzeyde ücret versinler..
Peki, vakıa bu mu?
Maalesef hayır!
***
İşte iktidardakiler!
Yıllardır ekmeğini yedikleri ve elan da sahip olduklarını kat be artırmalarına vesile olan iktidarın başına çörekleniverince kendilerine oy verenlere, ”Devlet artık ekmek kapısı olmaktan çıktı!” demekten hiç hayâ etmediler!
Yüzde sıfır bilmem kaç eksilme veya artışlarla uyuttular insanları; yapıp etmeleri gereken işleri hep geleceğe, hep ustalık zamanlarına ertelediler!
Mademki acemiydiler, mademki kalfa bile olamayacak düzeydiler, niye talip oldular ki iktidara?
İnsanlar, garibim müslümanlar kendilerine tecrübe kazandıracak deneme tahtası mıydılar da yaklaşık dokuz yıldır beklentileri erteleyip durdular!
Biz de saf saf ustalık zamanlarını merak etmeye başladık şimdiden!
Ve esnaflar şu veya bu şekil işyeri, sermaye sahipleri!
Kendileri biteviye kazanırken, ev bark vs. sahibi olurken, çalıştırdıklarından hep sabır istediler, fedakârlığı hep onlardan beklediler; itiraz ettiklerinde ise sırada bekleyenler var, meşgul etmeyin; kapı açık, arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık deyiverdiler!
Ve bütün bunlar olup biterken Müslümanlıklarına hiç laf ettirmediler, zenginlik de fakirlik de Allah’tandır, kadere razı olmak lazım kabulünü telkin ettiler!
***
Sırası gelmişken hatırlatalım:
Geçmişin, bilhassa vahiy geldikten sonraki köle hukukuna bile uymayan bir ücretlendirme politikası vardı ki o hukuka yani Hz. Resulün tavsiyesine göre köleye yediğinden yedirme, giydiğinden giydirme, barındığın yerin muadili olan yerde de barındırma zorunluluğu esastı..
Biteviye örnek verilen Hz. Ömer’in adaletinden bahsetmedik daha..
Bu esasa uymayan şartlarda çalışmaya razı olmak, Sayın Mengüşoğlu’nun dokundurduğu gibi doğrudur, tepkisizliğin, baskı ve sömürüye razı olmanın bir göstergesidir; lakin gün bugünse, ihtiyaç varsa ve arkalarında sosyal ve siyasal destek anlamında örgütlü bir güç yoksa ve zaten türlü baskılarla yıldırılmış, böylelikle düşünme refleksleri dumura uğratılmış insanlar naçar çalışmak zorunda kalıyorlar ki durum da zaten budur..
Her ne iş olursa olsun çalışmaya razı işsizler ordusunun gönüllü olarak sırada beklediği bir vasatta, bireysel tepki gösterilmesi patronların ve iktidardakilerin zaten umurlarında da değildir..
Verdikleri ücret de kanun/ sözleşme gereğidir!
Burada kanaatimce en öncelikli sorun, işverenin ve iktidarda olup da Müslüman olduğunu söyleyenlerin Müslümanlığın gereğini yapmamaları, emeğin hakkını vermeyerek fırsattan istifade etmeleri ve inandıklarını, tabi olduklarını söyledikleri Din adına olumsuz örneklik sergilemekten kaçınmamalarıdır..
Yani bugün ivedilikle sorgulanması ve en olası şekilde eleştirilmesi gereken güç, iktidar sahibi olan ve her vasatta üstüne basa basa “Müslüman” olduklarını söyleyen insanlardır..
***
Bıraktık tüm yaşananların, ideolojik dayatmaların İslami hassasiyetlere göre ne’liğini..
Sadece ihsas ettirdiğimiz meseleler bile yeter muhalif tavır için..
İnsanlardan istenenler ortada!
İşsiz kalsınlar!
Fakir fukara mahallesinde ikamet etsinler!
Tuzu kurular mahallesinde keyif çatanlara özenmesinler, haset de etmesinler!
Çaresiz çağdaş köle olmaya razı olsunlar!
Emekliliklerini sağa sola muhtaç olarak geçirsinler!
Ağır hasta olduklarında üç beş antibiyotik, bir iki ağrı kesici ile sürüm sürüm sürünsünler!
Unutmasınlar ve hallerine şükretsinler, daha da beterleri var çünkü..
Bütün bu olumsuzluklara hiç itiraz etmeye kalkışmasınlar, tepki filan da göstermesinler!
Hak aramak gibi bir işe zaten soyunmasınlar!
Ve vakti geldiğinde de ustalık dönemi için sevabına oylarını veriversinler..
Nasıl olsa demokrasi var ve nasıl olsa mevcut iktidarın alternatif yok!
Ve nasıl olsa bundan kelli ustalık dönemi diye bişi var!
Kaderleri böyleymiş, alınlarına öyle yazılmış, sıkıysa isyanları oynasınlar!
Burası Tunus mu, burası Mısır, Suriye, Libya mı?
Despotlar, diktatörler, zalimler, tiranlar ülkesinde mi yaşıyoruz biz?
Burada kötülerin en iyisi demokrasi var, İslamla demokrasiyi mezcetmiş demokratlar var!
***
Şimdi sorayım bütün dostlara:
Bahsetmeye çalıştığımız şeyler, sizce tuzu kurular mahallesi sakinlerini ilgilendirir mi?
Empati kurabilirler mi, kendileri gibi imkânlara sahip olamayanlarla?
Eleştiriden rahatsız olanlar, “İşte ne güzel, şimdinin iktidarı sayesinde Müslümanların önü açılıyor, darbecilerden, derin devletçilerden de hesap soruluyor, niye tekere çomak sokmaya çalışıyorsun?” sorusunda mündemiç İslami mücadelenin akamete uğramasından mı korkuyorlar; yoksa bu demlerde kazandıkları itibarın, makam mansıbın elden gideceği endişesini mi taşıyorlar? Ki baştan söyledim, zaten doğru yerde ve zaten doğru düşünüyor isek bu soruları üzerimize alınmamızın da bir alemi yok; herkes Müslümanca düşünerek ve ondan mülhem elini vicdanına koyarak ve dahi kendileri gibi olmayanlarla empati kurmaya çalışarak cevaplandırsın bütün bu soruları?
***
Nihayetinde dün ve bugün, eleştirip durduğumuz noktalar konusunda yanılmadığımızın göstergeleri ile dolu..Olur mu olur, yarın hata ettiğimiz ortaya çıkarsa özür dilemeye de şimdiden hazırız..
Tövbe, pişmanlık, nedamet, helallik dilemek vs. zaten Müslümanlığımızın gereğidir..
Lakin iki şartım var:
Birincisi, hakim paradigmanın inandığımız Din doğrultusunda inşa edilmesi..
İkincisi de ümitliyiz ya, bu sebeple işsiz filan kalmayacağını düşünürsek, çalışanların ve emeklilerin yani bütün insanların aynı standartlara sahip olduğu bir vasatın oluşturulması..
Çünkü okuduğumuz Kur’an; çünkü inandığımız Din ve örnek aldığımızı söylediğimiz Hz. Muhammed’in kavilleri bunu gerektiriyor..
Birilerinin “Amma da ütopya kurarmışsın ha!” dediğini duyar gibiyim!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *