Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki, biz Müslümanların nasıl ki haklı bir Kudüs dâvamız varsa, aynı şekilde bir Mekke ve Medine dâvamız da olmalı.
Bir önceki yazıda, biz Müslümanlar için merkezi coğrafya ve anayurdu konumundaki Harameyn’in, bir hanedanın insafına terk edilmişlik şeklinde nitelenebilecek mevcut statükosundan kaynaklanan sorunları, gözlemleyebildiğimiz ve ifade edebildiğimiz kadarıyla dile getirmeye çalışmıştık. Umre yolculuğumuzla ilgili yazı dizimizin bu son bölümünde, söz konusu sorunların çözümü konusunda yapılabilecekler üzerine bazı önerilerde bulunmak istiyoruz.
Doğrusu taşı toprağı anlam yüklü birer inkılab meşalesi durumundaki Mekke ve Medine’nin mahkûm edildiği mevcut işlevsizliği, mescidlere sıkıştırılmış bireysel dindarlık anlamsızlığını müşahade edip de Müslümanların Mekke ve Medine diye bir dâvalarının olmamasına hayret etmemek elde değil!
Müslümanların her yıl akın ettiği, ümmetin doğal temsilcileri aracılığıyla bir araya toplandığı, ümmetin kalbi bu beldelerin, Amerikan işbirlikçisi bir hanedanın elinde düşürüldüğü durumun sorun bile edilmemesi, bu en temel sorunumuzun adeta yok sayılması gerçekten hayret verici.
Türkiye’deki muhafazakâr kesimlerin “bayrağın düştüğü yerden kalkması” retoriği vardır ya, işte bu retoriğin aslında tam da oturduğu yer Harameyn coğrafyasıdır. Kimse kendisine İslam adına farklı merkez coğrafya inşa etme beyhûdeliğiyle vakit kaybetmesin.
İslam’ın doğal ve değişmez merkezi coğrafyası Harameyn’dir ve İslam dâvasının yeniden yeryüzünün hâkim gücü kılınması Harameyn’in asli işlevine kavuşturulmasıyla mümkün olabilecektir. Kalbi hastalığa düçar olmuş ve bunun da ötesinde o hastalığa mahkûm edilmiş bir vücudun sağlıklı işlemesi beklenebilir mi?
Evet, ümmeti yeniden inşa etmenin ve ayağa kaldırmanın yolu öncelikle ümmetin kalbini tamir etmekten geçmektedir. Ümmetin kalbi Harameyn’dir ve Harameyn ciddi bir hastalığa düçar kılınmış durumdadır. Akın akın kendisine koşup gelen ümmetin çocuklarını İslam’ın inkılabi mesajıyla buluşturması ve ümmet bilinciyle techiz ederek birer inkılab eri olarak yaşadıkları topraklara yolcu etmesi beklenen Harameyn bugün bu işlevinden o kadar uzak ki…
Tıpkı Ali Şeriati’nin Kur’an’la ilgili “Bu nasıl Kur’an okumaktır ki Kur’an’ı okumaya Şii olarak başlayan Şii olarak çıkıyor, Sünni olarak giren yine Sünni çıkıyor!” tesbitinde olduğu gibi, akın akın Harameyn’e gelen Müslümanlar da büyük çoğunlukla buranın unutulmaya mahkûm edilmiş inkılabi anlam deryasıyla tanışmadan ve dolayısıyla bu anlamla techiz olmadan geldikleri gibi gidiyorlar maalesef. Zira burada Müslümanlara ortak bilinç kazandıracak sembolik bile olsa çalışmalar yapılmıyor, herkes bireysel olarak ibâdetleriyle meşgul olmakla yetiniyor. Kolektif karakterli bir ibâdet tamamen bireysel dindarlığın işlevsizliğine terk ediliyor.
İlk yazıda belirttiğim gibi, Mekke yolunda kafilemizdeki kardeşlerimizle hep bir ağızdan dillendirdiğimiz Ömer Karaoğlu’nun o güzel ezgisinde “Kavrar yürek; Kalkar bilek; Sana İbrahimler gerek; Eteğinde her bir yürek; Bir gün haykıracak lebbeyk!” dizeleriyle ifade edildiği gibi, bu topraklara İbrahimler gerekiyor. Harameyn, kendisini modern putlardan ve putçuluklardan arındırıp yeniden yeryüzündeki tevhid ve adalet mücâdelesinin merkezi kılacak İbrahimlerini bekliyor…
Peki ne yapmak gerekir? Bu temel sorunun halli konusunda ilk elde yapılabilecekler nelerdir?
Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki, biz Müslümanların nasıl ki haklı bir Kudüs dâvamız varsa, aynı şekilde bir Mekke ve Medine dâvamız da olmalı.
Mekke ve Medine’nin fiili bir işgal altında olmasa da, İslam’ın İnkılabi mesajından, tevhid ve adalet dâvasından uzak, İslam’ın hariminden İslam coğrafyalarının bombalanmasına fırsat tanıyan işbirlikçi bir hanedanın elinde anlamsızlığa ve işlevsizliğe mahkûm edildiğini, İslam’dan ve Müslümanlardan esirgendiğini bilmek gerekir.
İbâdet gayesiyle şeytan sembollerinin taşlandığı o coğrafyada “Kahrolsun Amerika” şeklinde bir slogan atmanın, emperyalizm ve işbirlikçilerinin İslam coğrafyasındaki işgal ve katliamlarını kınayan bir basın açıklaması, bir konferans düzenlemenin bile imkân dahilinde olmadığını bilmek, anlatmak istediklerimizle ilgili ipuçları olabilir.
Salt bireysel ibâdetlere / bireysel dindarlığa mahkûm edilmiş, bireysel günahlardan arınma ve sevap toplama gayesine tahsis edilmiş bir Harameyn var bugün ve işin ilginci Mescid-i Haram’da ve Mescid-i Nebevi’de bile İslam hâkim değil mahkûm.
Suud hanedanının mahkûmu. İşte bu duruma itiraz etmek, İslam’ı ve onun harimini savunmak için Mekke ve Medine dâvamızı bir an önce inşa etmemiz gerekir. Mekke ve Medine’yi hanedan keyfiliğine, anlamsızlığa, işlevsizliğe karşı savunmanın, Rabbimizin ve elçisi Hz. Peygamber’in emanetini savunmak olduğunu bilmemiz gerekir.
Bugüne kadar ihmal edilmiş bu dâvanın inşası için “Harameyn’le Dayanışma Platformu” gibi isimler altında kurumlar teşkil edilmeli, konferans ve sempozyumlarla Harameyn’in mevcut statükosunu ve bu statükodan kaynaklanan sorunları gündeme getirmek ve çözüm önerilerinde bulunmaya çalışmalı. Bu konuda ümmet coğrafyasının her bölgesinden konuya duyarlı temsilcilerle irtibatlar kurularak ortak ve yaygın bir duyarlılık oluşturmaya gayret edilmeli.
Bu çabalar neticesinde ortak deklarasyonlar ve Hacc ve Umre’nin tevhidi / inkılabi anlamlarına dair kitapçıklar yayınlanmalı ve ihtiyaç duyulan tüm dillerde yayınlanarak ümmet coğrafyasına dağıtılmalıdır.
Bu kadarının yapılması bile, Harameyn’in yeniden asli işlevine kavuşturulması, yeryüzünde tevhid ve adalet mücâdelesinin kalbi kılınması yolunda önemli bir sinerji sağlayacaktır kanaatindeyiz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *