Şunu belirtmek gerekir ki, Müslümanlar mirasyedi gibi hazırı tüketmekle asırlar geçirmek yerine, her dönem bir öncekinden daha fazlasını üreten insanlar olmayı ve taş üstüne taş koymayı bilmelidirler.
Son dönemlerde, Seyyid Kutub’un fikirlerinin miadını doldurduğu, yeni süreçlere cevap vermekten uzak olduğu ve bu sebeple artık aşılması gerektiği yönünde sıkça karşımıza çıkan bir söylem var.
Kutub’un fikirlerinin Abdunnasır dönemi Mısır’ının tarihsel şartlarında geliştiğini ve bugün farklı coğrafya ve şartlarda yaşayan Müslümanlara hitap etmekten uzak olduğunu öne sürenlerin yanı sıra, daha ileri gidip Kutub’un günün şartlarına uygun bir hareket fıkhı oluşturulmasının önünde engel teşkil ettiğini söyleyenler bile çıkıyor.
Bu çerçevede “çeviri kitaplarla oluşturulan hareket fıkhı” şeklinde bir niteleme yapılmakta ve bu “hareket fıkhı”nın değişen dünya şartlarını algılamaktan uzak, bu şartlara cevap üretme ve buna uygun yeni stratejiler oluşturma yeteneği taşımayan zaaflı bir yaklaşım olduğu iddia edilmektedir. Özellikle son anayasa değişikliği sürecine bizzat iştirak eden bazı Müslümanların, bu tür söylemlerle yeni konumlarını savunma çabası içerisine girdikleri gözlenmektedir.
Bilindiği gibi Seyyid Kutub’un Kur’an’a yöneliş çizgisinde ulaştığı son noktayı ifade eden ve yazıldığı dönemde çok büyük etki uyandırmasının yanında bugünü de etkilemeyi sürdüren temel eseri “Yoldaki İşaretler” kitabıdır. Zaten Kutub, Abdunnasır diktasınca bu kitabından ötürü, kitabın toplumda büyük bir yankı uyandırması sonucu idam edilmiştir. Dolayısıyla “Seyyid Kutub’u aşmak” söylemi pratikte “Yoldaki İşaretler” kitabında savunulan tezlerin bugün için bir karşılığa sahip olmadığı, miadını doldurduğu iddiasına tekabül etmektedir.
Peki Seyyid Kutub “Yoldaki İşaretler”de ne demektedir? Bugün İslam dünyası için yeni dönemin ideolojisi olarak öngörülen “dine saygılı laiklik” modelinin inşasına çeşitli gerekçelerle destek veren Müslümanlarca, aşılması gerektiği dile getirilen Kutub’un, temel tezleri nelerdir?
Yoldaki İşaretler’i okuyan bir kimse, bu kitapta şu temel yaklaşımların öne çıktığını görür:
1 – İslam adına tarihsel süreçte oluşturulmuş olup babadan evlada devredilerek yaşatılan geleneksel kabullerden ve batı sekülerizminin ulusçuluk, laiklik, liberalizm, kapitalizm, sosyalizm, demokrasi gibi ideolojik formlarından arınma ve Kur’an’a dönüş çağrısı.
2 – Toplumsal ve siyasal alanda kurumsallaşmış İslam dışı yapılardan (cahiliye), fikri ve ameli planda ayrışmak ve İslam’la cahiliye arasındaki sınırları belirginleştirmek.
3 – Ümmetin çözüldüğü, bugün için bir ümmet yapısından söz edilemeyeceği ve ümmeti yeniden inşa etmenin yolunun da öncü Kur’an neslinin inşasından geçtiği.
“Yoldaki İşaretler”in, üç maddede topladığımız bu temel tezlerin açılımlarından ibaret bir kitap olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kitapta, ne 60’lı yılların Mısır’ının siyasi şartları ele alınıp bu şartlar özelinde bir siyasi strateji ortaya konulmakta, ne de belli bir siyasi oluşumun yol haritası belirlenmeye çalışılmaktadır. Üzerinde durulan ve dile getirilmeye çalışılan, doğrudan doğruya Kur’an’ın toplumsal dönüşüme dair temel ölçü ve ilkeleridir.
Bugün Seyyid Kutub’u aşmaktan söz edenler, maalesef bu ölçü ve ilkeleri daha iyi anlamaktan, değişen şartlara bu ölçü ve ilkelerle nasıl cevap verileceğinin mesele edinilmesinden söz etmiyorlar.
“Kutub’un, kanı pahasına üst üste koymayı başardığı tuğlaların üzerine daha fazlasını nasıl koyabiliriz, arada eksik bıraktığı, yanlış dizdiği tuğlaların yerini nasıl doldururuz” arayışı değil bu söylem sahiplerinin yaptığı.
Kutub’un dile getirdiği “İslam – cahiliye uzlaşmazlığı ve çatışması”, “fikren ve amelen cahiliyeden ayrışmak”, “Kur’an nesli öncülüğünde İslam toplumunun inşası ve vahye dayalı İslam adaletinin hakim kılınması” gibi, İslam dünyası için öngörülen “dine saygılı laiklik” modeliyle örtüşmeyen Kur’ani ilke ve ölçülerin gündeme getirilmemesi, bu tür, Müslümanların küresel ve yerel sistemlere entegrasyonuna engel olan ilkelerde ısrar edilmemesi temin edilmek isteniyor.
Ne diyordu Seyyid Kutub Yoldaki İşaretler’de: “Bu yolda atılacak ilk adım, bu cahili toplumun değerlerinin, anlayışlarının üzerine çıkmak, bunları aşmaktır. Yolda, onunla buluşmak için değerlerimizden, anlayışımızdan az ya da çok, kesinlikle taviz vermemek gerekir. Kesinlikle Biz ve o, yolun ayrı ayrı noktalarındayız. Onunla birlikte bir adım atarsak, bütün yöntemi kaybederiz, yolumuzu kaybederiz…” (Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler, Sh. 25, Özgün Yay.)
İşte Kutub’un, İslam’la cahiliye arasındaki tüm uzlaşma arayışlarının beyhude olduğunu, iki anlayış arasında orta bir yol bulmanın imkânsızlığını dile getiren bu tür cümleleri, günümüzdeki entegrasyon süreçlerine dahil olanlarca hazmedilemiyor, yeni tutumun önünde bir engel olarak görüldüğü için “Kutub’un aşılması” bir moda söylem olarak yaygınlaştırılıyor. Oysa Kutub’a ait şu yukarıdaki paragraf, Kur’an’ın ilk mesajlarının özetinden başka bir şey değil.
Şunu belirtmek gerekir ki, Müslümanlar mirasyedi gibi hazırı tüketmekle asırlar geçirmek yerine, her dönem bir öncekinden daha fazlasını üreten insanlar olmayı ve taş üstüne taş koymayı bilmelidirler. Bu anlamda Seyyid Kutub tabii ki aşılmalıdır. Lakin bu, Kutub’un İslam-cahiliye uzlaşmazlığı konusundaki Kur’ani ölçüleri bu çağın idrakine söyleme çabasından geri gitmeyi değil, bu çabayı daha ileri taşımayı gerektirmektedir.
Seyyid Kutub’u aşmak adına bugüne değin, cahili sistemlere entegrasyon süreçlerine dahil olmakla, şiddetkörü tekfirciliğe savrulmak şeklinde iki uç yaklaşımdan başka bir netice hasıl olmamışsa, demek ki Seyyid Kutub’un aşılmasından önce anlaşılıp anlaşılmadığını konuşmamız gerekiyor.
Bir sonraki yazıda “Seyyid Kutub nasıl aşılır” sorusunun cevabını vermeye çalışalım inşaallah.
(Not: Bu yazı ilk olarak 2010 yılında İslam ve Hayat sitesinde yayınlanmıştır.)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *