Şu ana kadar devam edip bazılarının sonuçlarını gördüğümüz halk ayaklanmalarının ortaya çıkardığı yeni muhafazakâr yönetimlerin ekonomik sistemlerinde neyi tercih ettiklerine dikkat etmemiz gerekmektedir.
Tunus, basının söylemesi ile Arap baharı dediğimiz hareketin tetiklendiği yer. Bütün otoriter rejimlerin sonunu getirmesi muhtemel bu hareket için, hem Kuzey Afrika’yı hem Arap dünyasını derinden etkileyecek demişti öyle de oldu.
Bu ve benzeri yorumlar hala güncelliğini sürdürürken geçen yıllarda Amerika’daki sokağa dökülen Amerikan halkının ‘Wall Street işgali” eylemlerini hiç kimse fark etmedi.
O anki verilere göre gözaltına alınanların sayısı 700’ü aşmıştı. Bu şunu gösteriyor ki eylemlere epey fazla sayıda kişi katılmış. Amerikalılar aslında dünyanın gözü önünde çok trajik bir duruma düşmüşler. Fakat bizim onların bu durumlarını derinleştirip tıpkı onların yaptığı gibi karışıklığa sebep verecek bir alt yapımız mevcut değil. Zaten Birleşik Devletlerin dünya üzerinde yeterince işbirlikçileri mevcut. Bu haberleri Birleşik Devletlerin iç işlerine karışarak verebilecek bir haber kanalıda henüz bulunmamaktadır. Eğer böyle bir şeye yeltenirseniz, dünya üzerinde sürdüre geldiği enformasyon ağı ile bir anda herhangi bir terör örgütü ile ilişkilendirilebilirsiniz ve üzerinize tonlarca bomba yağabilir. Yapa geldiği dış yardımlar sayesinde tüm dünya üzerindeki örgütlerde Amerikanın büyük bir etkisi söz konusu. Nitekim bulduğu her ortamda İsrail’e arka çıkan ABD, geçen yıllarda Filistin’i destekleyen Eğitim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’ya verdiği mali desteği kestiğini açıklamıştı.
Unesco’ ya yapılan yardımların kesilmesi özelinde bakıldığında Birleşik Devletlerin bu ve benzeri dış yardımların belli bir amacının olduğu hemen anlaşılabilen bir şeydir.
“Cohen’in naklettiği gibi, A.B.D. önceki başkanlarından Richard Nixon aşağıdaki cümleyi kullanarak dış yardımın gerçek amacını özetlemiştir.“Dış yardımın amacı başka ülkelere yardım etmek değil kendimize yardım etmektir.” Bu çerçevede Çohen “… dış yardımın ne dışa donuk (çünkü amacı Amerika Birleşik Devletleri’ne, daha özel olarak Amerikan şirketlerine yardım etmektir) ne de bir yardım olduğunu (çünkü dış yardımın çoğu, ekonomik olarak az gelişmiş ülke vatandaşlarına yardım etmek yerine sorunlarını artıracak niteliktedir) öne sürmüştür (Cohen,s. 28)
Amerikanın yaptığı dış yardımların çoğu, Amerikan iş dünyasına yapılan bir sübvansiyon niteliğindedir. Çünkü Amerikanın yaptığı dış yardımlar, ekonomik olarak az gelişmiş ülkeler içerisinde kullanılmamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Kanunlarına göre, askeri yardımların yüzde 90’ı, gıda yardımlarının yüzde 90’ı, karşılıksız yardımların yaklaşık yarısı, A.B.D. mal ve hizmetlerine harcanılmak zorundadır (Cohen, s. 28).
Dış yardımın ekonomik olarak yoksul ülkelere yardım edici nitelikte olduğuna dair somut bir kanıt bulmak oldukça zordur; buna karşın, dış yardımın yoksul ülkeleri daha çok yoksul ettiğine dair önemli miktarda örnek bulunabilir. London School of Economics and Political
Science Üniversitesinin yapmış olduğu bir çalışmada; dıs yardımların, 1971 ve 1990 yılları arasında yardım alan 96 ülkenin ekonomik büyümesinin sağlanması veya bebek ölümlerinin azaltılmasında çok az bir etkisi olduğu kanıtlanmıştır. 1985–1995 arası on yıllık dönemde, Afrika Sahrası 170 milyar dolar uluslararası yardım almasına rağmen söz konusu sahranın yasam standardı yıllık olarak yüzde iki düşmüş ve 1970 yılından bile daha kötüye gitmiştir. Bu dönemde issizlik 100 milyon kişiyi etkileyerek dörde katlanmış ve enflasyondan arındırılmış gerçek ücretler, üçte bir oranında erimiştir.” (U.S. News & World Report, 30 Ocak 1995, s. 32).(Hasan DURSUN DPT Uzmanı)
Kendi ulusal ya da kişisel çıkarlarını korumadığı sürece hiçbir şekilde karşılıksız yardımda bulunmuyorlar. Amerika ve Batı bu konuda oldukça bencil ve çıkarcı üstelikte çok pişkinler… Sanırsam karşılık beklemeden yardımda bulunmayı inançları gereği yaşayan Müslüman halkların bu zalimlerin asıl amaçlarını algılamada çok büyük sıkıntıları var. Tabi burada İslam’a inanan toplumların bilinçlerinin körelmesinde uygulanan taktikte çok bildik bir şey aslında. Borçlandırıp sömürerek güçsüz ve beş parasız bıraktıkları Müslüman ülke ya da halklarına sözde yardımlar yaparak kendi amaçlarına hizmet ettirmek. Aslında bu emperyalist ülkelerin çarklarını döndürmeleri sırf kendi gayretleri ile olmamaktadır. Bu zalimlerin çarklarını döndürenler onları güçlü görerek onlara itaat eden kulluk yapan sözde kendilerini Müslüman atf eden halklardır. Ürktükleri güç, onlara kulluk ettikleri için kendi güçleridir. Yani kendi gölgelerinden korktukları için bu zalim emperyalist devletler Müslümanlar üzerinde böylesine etkinler. O yüzden kendimizin verdiği bu güçten korkmamayı da öğrenmek zorundayız. Tabi burada bu tarz kulluğa çağrılar direk yapılmayabiliyor. Daha çok bu çağrılar için aracılar kullanıyorlar. Çok sevdikleri liderlerine itaat eden bu hali ile doğru yoldan sapmayacaklarını zanneden bu topluluklar aslında bu liderleri tarafından direk bu emperyalist ülkelerin limanlarına salıveriliyorlar.
Karşılığı olmayan paralarına bizleri borçlandırarak, üstelik kendileri adına bizlerden faiz isteyen bu zalimlerin ellerini kurutmanın tek yolu, onların kurduğu tezgâhın asıl amacının farkına varmamızdır. Onların oyun tahtalarını, oyuncularının niteliklerini ve de amaçlarını, sistemlerinin işleyişini çok iyi öğrenmek zorundayız. Dünya üzerinde tüm insanların en büyük sorunlarını açlık, yoksulluk, geçim sıkıntısı, Allah’ın verdiği nimetlere ulaşamaması, bu nimetlerin adil bir şekilde paylaşılamaması oluşturmaktadır. Bunun sebebi ise kendi sistemimizi bir alternatif olarak öne süremeyişimizden kaynaklanmaktadır. Onların oluştura geldikleri finans sistemlerini, bankalarını, ticari kurallarını kullandığımız sürece bu sömürüden asla kurtulamayız. Bu dünyanın açları, yetimleri, yoksul bırakılmışları için Allah’ın nimetlerinin adil bir şekilde bölüşülmesi için en uygun sistemin İslam’ın önereceği sistem olduğunu pratikleri ile çekinmeden sunabilmeliyiz.
Bu zalimler sadece Müslümanlara bu açlığı, adaletsizliği öngörmüyorlar. Aynısını kendi halklarına da reva görüyorlar. Bugün dünya üzerindeki devletlerin halklarının sadece yüzde onu, yüzde doksanın elinde olması gereken serveti yönetiyorlar. Çünkü kurdukları liberal sistemler sürekli zengini zengin yapan yoksullar içinse hiçbir şey önermeyen sistemlerdir. Ama ne tuhaftır ki şuanda Müslümanlar ekonomik projelerini üretememişler. Ve tüm dünya halkları tek bir yol olan bu liberal yollarda yürümek zorunda bırakılmaktadır. O yüzden bizlerin İslami ekonomi modelleri üzerine çok çalışmamız alternatif yürünmesi gereken yolları bir an önce inşa etmemiz gerekmektedir. Dünya üzerinde sürdürülen ekonomik modeller ile ilgili bolca kitap okumalıyız. Ve şunu göreceğiz ki bu sitemler çok ta masum değiller.
Bu sitemlerin ürettiği gelir dağılımı bu konuyu çok güzel özetlemektedir.
Dünya nüfusunun yüzde 22 sinin yaşadığı gelişmiş sanayi ülkeleri, Dünya da sağlanan gelirin yüzde 83 ne sahipler. Dünya nüfusunun yüzde 78 inin yaşadığı azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin Dünya gelirindeki payı ise yüzde 17.
Dünya gelir dağılımında kişi başına düşen yıllık gelir dolar bazında İsviçre, Japonya, Norveç, Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde 30 bin doların üstündeyken, birçok Afrıka, Uzak Asya ülkelerinde 100 ile 300 Dolar arşında kalmaktadır. Dünya nufusunun en zengin yüzde 20 si ile en yoksul yüzde 20 si arasındaki gelir farkı 1970 de bire 30 iken, günümüzde bire 60 a tırmanmıştır. Yani en yoksul ülkeler daha da yoksullaşırken, en zengin ülkeler daha da zenginleşerek aradaki uçurum daha da artmıştır.
Dünya nüfusunun altıda biri, yani 1.3 Milyar insan, içecek su, doyacak kadar yemek bulamıyor, sağlık ve okul hizmetlerinden büyük ölçüde yoksun bulunuyor. Her gün 26. binden fazla çocuk yeterince beslenemediği için açlıktan ölüyor.
Servetleri düşük olan ülkelerin doğal servetlerinin bu gelişmiş denilen ülkelerin yağmaladıkları da unutulmamalıdır. Müslüman ülkelerde bu ekonomik sömürü düzenine sahip olduğu için kendi ülkelerindeki gelir dağılımı da dünya ölçeğinde olduğu gibi eşitsizdir.
Bu yüzden şu ana kadar devam edip bazılarının sonuçlarını gördüğümüz halk ayaklanmalarının ortaya çıkardığı yeni muhafazakâr yönetimlerin ekonomik sistemlerinde neyi tercih ettiklerine dikkat etmemiz gerekmektedir. Öyle görülüyor ki hemen hemen hepsi Amerika ve batı özelindeki ekonomik sistemleri tercih etmiş durumdalar. Bu şunu göstermektedir ki Müslüman ülkelerin halkları için değişen hiçbir şey yok. Yine öz varlıkları Amerika ve batılılara feda edilecek.
Wealth Report 2011 (Küresel Servet Raporu) bu çelişkili durumunun hızlanarak arttığını gösteriyor. Bizi ilgilendiren Türkiye raporuna bir göz atarsak aslında ekonomisi çok geliştiği söylenen Türkiye’nin gelirinin belli bir elit zümrede toplandığı görülecektir. Ne yazık ki nüfusunun çoğunluğunu oluşturan fakir halkların bu adaletsizliği görecek ne eğitim düzeyleri nede cesaretleri mevcut.
Raporda ABD, Japonya, Çin, Fransa, İngiltere, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Singapur, Taylan, Endonezya, Avustralya, Güney Afrika, Şili ve Kanada örnekleri özel olarak incelenirken Türkiye genel değerlendirme çerçevesinde ele alınmış. Türkiye’deki servet dağılımındaki eşitsizlik dünyadakinden de kötü. Rapora göre; Türkiye’de 49 milyon 800 bin yetişkinin toplam serveti 1.3 trilyon. Türkiye’de 35 dolar milyarderleri var. Serveti 500 milyon dolar ile bir milyar dolar arasında olanları sayısı ise 43. Türkiye’deki servet dağılımında 10 doların altında büyük bir yığılma var. Gelir dağılımının hesaplanmasında kullanılan gini katsayı servet dağılımı hesabında da kullanılıyor. Buna göre, Türkiye’de servet dağılımını ifade eden gini katsayısı Afrika ortalamasına oldukça yakın.
Aslında ülkelerin kendilerine ait ekonomik politikaları olsa ve adil bir paylaşım söz konusu olsa bir sorun yok. Fakat burada demokrasi adında bir icat ile bu ülkelerin yöneticileri halk adına borçlanıp bu batılıların ekonomik sistemine oyun tahtasına dahil oluyorlar. Bu yüzden ülkelerinin zenginlikleri bu gelişmiş ülkelere akıp gidiyor. Tepedeki zengin sınıf zaten kaymak tabakasını aldıkları için olan fakir halka oluyor. Bu halkın bu sömürüye ses çıkarmaması adına da kendi ülkelerinde yasalar kanunlar çıkarmışlar. Hak aramak burada kanunlara karşı gelmek anlamına gelmiş oluyor. Yani fakir halkın illegal yollarda hak aramaları söz konusu değildir. O yüzden sistemin dışında kalma, bu alandan mücadele etmek zorundalar. Bu alanda mutlaka ayrı bir yol kullanılması gerekmektedir. Fakat mücadele sistem içerisinde sürdürülmeye çalışıldığı için bir şeyler yapma adına her hareket edildiğinde oluşan enerji bu zengin zümrenin değirmenine su taşımaktadır. O yüzden böylesi bir sistemin içinde hareket edilecekse mümkünse Müslümanların hiçbir şey yapmamaları daha hayırlı olacak gibi görünüyor.
İnşallah bu ayrı yol çalışmalarında gönüllü Müslümanlar bulunacaktır. Bunun için bu zalimlerden borç almamayı, Allah için aç kalmayı ve sabretmeyi öğrenmiş, cesaretli, muttaki Müslümanlara ihtiyaç var. Kendi yolumuzda yürümeye razı Müslümanlar çoğalıncaya kadar bu zalimlerin mabetlerinden de uzak durmalıyız. Nasıl ki namaz, oruç, hacc v.b ibadetlerimizi yaparak Allah’a karşı kulluğumuzu gösteriyorsak bu taguti emperyalist devletleri ve çıkarcı, sömürüye kapı aralayan yardımlarını ret ederek de kulluğumuzu göstermeliyiz. Onların bizlere sundukları modellere, sistemlere kuşku ile yaklaşmalıyız. Direncimizi kırmamalıyız. Unutmayalım ki kurtuluş yalnızca İslam’dadır. Allah katında da tek yol İslam’dadır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *