İslam’ın kadına dövme izni verdiği sanılan ayetlerin gerçekte öyle olmadığını, Abdülaziz Bayındır, o ayetler çerçevesinde detaylı olarak anlatıyor.
Prof.Dr. Abdülaziz Bayındır, müslümanlar arasında geleneksel olarak, bilinen ve kabul edilen bir anlayışı temelden değiştirecek hakikatları ortaya koyuyor. Hakikatın kaynağı olan Kur’an’da, erkeğe dövme hakkı verdiği iddia edilen ayetlerin gerçekte bunun tam tersi bir davranış talep ettiğini vurgulayan Bayındır, yanlış bilmenin nedenini ise Kur’an’ı Açıklama İlmi’nin unutulmasına bağlıyor.
Abdülaziz Bayındır’ın, Süleymaniye Vakfı internet sitesinde de yayınlanan konuya dair açıklamasının tam metni şöyle:
Kadının Dövülmesi Meselesi
GİRİŞ
Nisa 34. âyette “Nüşuzundan korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin/güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (oraya) darb edin” emirleri yer alır.
Nüşûz =نُشُوزً, gideceği zaman oturduğu yerden hafifçe kalkmaktır[1].
Darb =ضرب, bir şeyi bir şeyin üstüne vurmak veya sabitlemektir[2]. Hemen hemen her iş için kullanılan[3]darb kelimesinin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre değişir.
Türkçede, darb’a en yakın olan “vurmak” fiilinin de otuz civarında anlamı vardır. Damga vurma, ayağını yere vurma, silahla, yumrukla veya sopayla vurma, ışık vurması, karaya vurma gibi kullanımlar, “bir şeyi bir şeyin üzerine vurma” anlamındadır.
Duvara boya vurma, ata eğer vurma, başörtüyü boyuna vurma, binaya çatı vurma, kafayı vurup yatma, kapıya kilit vurma, soğuk vurması, dolu vurması ve birine vurulma gibi kullanımlar da “bir şeyi bir şeyin üstüne sabitleme” anlamındadır[4].
Gelenekte Nisa 34. âyetteki nüşûz’a baş kaldırma, darb’a da dövme anlamı verilmiştir. İlgili hadislere de bu anlam verilince İslâm’ın erkeğe, eşini dövme yetkisi verdiği kanaati oluşmuştur. Türkiye Diyanet Vakfı meâli şöyledir:
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا.
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”[5]
Bize göre, âyete verilen bu meâlin hemen hemen tamamı yanlıştır. Bu yazıda, sadece kadını dövme ile ilgili kısım üzerinde durulacak ve diğer kısımlara değinilmeyecektir. Doğru meâl şöyle olmalıdır:
“Erkekler kadınlarını, özenle korur ve kollarlar. Bu, Allah’ın her birine diğerinden üstün özellikler vermesi ve erkeklerin mallarından harcamaları sebebiyledir. İyi kadınlar, (Allah’a) itaat eden ve Allah’ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır. Nüşûzundan / ayrılmasından korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin / güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (orada) tutun. Sizi gönülden kabul ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa 4/34)
Bu âyetteki nüşûz’a “baş kaldırma”, darb kelimesine de “dövme” anlamı verilmesi hem Kur’ân’ın hem de bu âyetin iç bütünlüğüne terstir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Onlarla huzur bulasınız diye size, kendi cinsinizden eşler yaratması Allah’ın âyetlerindendir. Aranıza sevgi ve merhamet de koymuştur. Düşünen bir topluluk için bunda âyetler (önemli göstergeler) vardır.” (Rum 30/21)
Dayağın, eşler arasındaki sevgi ve merhamete ters düşeceği açıktır.
Allah insanı, imtihan için yaratmış ve ona halifelik özelliği vermiştir (Bakara 2/30). Halife, halîf (خَلِيف) kelimesine, mübalağa (abartı) için tâ (ة)’nın eklenmesiyle oluşmuştur. Çokça muhalif olan ve kendine çokça muhalefet edilen anlamındadır. Birinin arkasından gelen veya arkasında birilerini bırakan anlamına da gelir[6]. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ. إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
“Rabbin farklı tercihte bulunsaydı insanları tek bir toplum yapardı. Rabbinin ikramı dışında kalanlar birbirlerine sürekli muhalif olacaklardır. O, onları bunun için yaratmıştır. Rabbinin şu sözü kesindir: Cehennemi insanlar ve cinlerle dolduracağım.” (Hûd 11/118-119)
İnsanın muhalif yapısından dolayı en zor imtihan aile içinde verilir. Allah, yeryüzünün ilk ailesi olan Âdem ile Havva’yı, bulundukları bahçeden çıkarırken şu uyarılarda bulunmuştu:
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى
(Allah) dedi ki: “İkiniz de o bahçeden inin. Biriniz diğerinin hakkına göz dikecektir! Tarafımdan size bir rehber (Kitap) gelir de kim rehberime uyarsa ne yanlış yola girer ne de mutsuz olur.” (Taha 20/123)
Sadece karı-koca değil, ailenin bütün fertleri birbirine muhaliftir. Her biri, diğerinin hakkına göz dikip başkaldırabilir. Mutlu olmak isteyenin yapması gereken şey, şu âyete uymaktır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
‘‘Ey inanıp güvenenler! Eşlerinizden ve evladınızdan hakkınıza göz dikenler olur; onlara karşı dikkatli olun. Eğer kusurlarını görmez, yeni bir sayfa açar ve suçu örterseniz bilin ki Allah da suçunuzu örter ve ikramda bulunur.’’ (Teğâbun 64/14)
“hakkına göz dikme” meali verdiğimiz kelime adüvv= عَدُوّ’dür. Kök anlamı,sınırı aşmak ve uyuşmaya engel olmaktır[7].
Âyetlere göre aile içinde, karı-kocanın, birbirinin hakkına göz dikip başkaldırması olağandır. Sadece kadını baş kaldırıyor sayıp nüşûz kelimesine, “kocaya baş kaldırma” anlamı vermek, kocanın verdiği öğütten ve yatağı terk etmesinden sonra yola gelmezse, kadını dövmesini istemek, âyetlere terstir.
Verilen bu anlam, Nisa 34’ün iç bütünlüğüne de terstir. Çünkü “onları darb edin” sözünün devamında “فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ = size itaat ederlerse” ifadesi yer alır. Arapçada itaat, bir işi gönülden yapmaktır. Dayak sonucu yapmak itaat değil, kerhen yani zorla yapmak olur[8]. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Bu dinde ikrâh = zorlama olamaz; doğrular, yanlış kurgulardan iyice ayrılmıştır. Kim tağutu (haddini aşanları) tanımaz da Allah’a güvenirse, kopması imkânsız en sağlam kulpa yapışmış olur. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.” (Bakara 2/256)
Daha sonra görüleceği gibi kadının nüşûzu, eşinden ayrılma kararıdır. Bu durumda erkeğin yapacağı en iyi şey, kararından vaz geçirmek için eşiyle güzelce konuşarak endişelerini gidermeye çalışmaktır. Onu ikna edinceye kadar da yatağına girmemelidir. Âyetteki darb kelimesine “kadını evinde tutma” anlamı verilmesi bundandır. Ama Kur’an’ın kadına verdiği, Nebîmiz Muhammed aleyhisselam ve ashabının uyguladığı tek taraflı boşama hakkını, hiçbir mezhep kabul etmemektedir[9]. Tefsirler de onların etkisiyle yazıldığı için âyetteki kelimelere doğru anlam verilememiştir. Hemen her konuda yapılan bu gibi yanlışların ana sebebi, Kur’an’ı Açıklama İlminin unutulmuş olmasıdır.
A- KUR’ÂN’I AÇIKLAMA İLMİ
Allah Teâlâ şu âyette, Kur’ân’ı bir ilme göre açıkladığını bildirmiştir:
وَلَقَدْ جِئْنَاهُم بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
‘‘Onlara, bir ilime göre açıkladığımız Kitap getirdik. O, inananlar topluluğu için rehber ve rahmettir.’’ (A’râf 7/52)
Bu ilmin ana kuralı, Allah’tan başkasının âyetleri açıklamaya yetkili olmamasıdır. İlgili âyetler şöyledir:
الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
‘‘Elif! Lâm! Râ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem[10]de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen (Allah) tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki:) Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim.’’ (Hud 11/1-2)
Bu âyetlere göre başkasının açıklamalarına uymak, ona kul olmaktır. Bu ilmi bildiği halde kendini âyetleri açıklamaya yetkili gören, yoldan çıkmış olur.
Allah’ın açıklamalarını, ancak bir uzman ekip ortaya çıkarılabilir. Bunu şu âyetten öğreniyoruz:
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“Bu, âyetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’ânlar halinde açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet 41/3)
Bilenler topluluğu, “Kur’an’ı Açıklama İlmi”ni bilen ve ona göre davrananlardan oluşur.
Kur’ân قُرْآنً kelimesi, kök anlamı toplama olan karaa = قرأ’nın mastarından türemiştir[11].Makrû’ (مقروء) = bütünlük ve küme anlamında isim olarak kullanılır. Okuma, kelimeleri bir araya getirip çıkan anlamı kavrama olduğu için kur’ân kelimesine okuma anlamına da gelir. Bu kelimenin çoğul kalıbı yoktur; hem tekil hem çoğul için kullanılır. Bu sebeple ona, “kur’ânlar” diye de anlam verilebilir.
Kur’ân’ın kaynağı, Levh-i mahfuz’daki ana kitaptır. İlgili âyetler şöyledir:
إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ . فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ . لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ . تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ .
O, değerli bir Kur’an’dır. Kınında saklı bir Kitaptadır. Ona, tertemiz sayılanlardan (mukarreb meleklerden) başkası dokunamaz. O, varlıkların Sahibi tarafından indirilmiştir. (Vakıa 56/77-80)
Âyet kümelerinin ikincisi surelerdir. Onlardan her birine de kur’ân denir. Bir âyet şöyledir:
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ
“Sana o mesânîden yedi taneyi; Yüce Kur’ân’ı (Fatiha Suresini) verdik.”(Hicr 15/87)
Surelerin içindeki âyet kümelerine de Kur’ân denir. Nitekim İlk inen âyetler, yer aldıkları surenin içinde bir küme oluşturdukları için onlara da Kur’ân denmiştir. İlgili âyet şöyledir:
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ
“Ramazan, içinde o kur’ân’ın (o âyetler kümesinin) indirildiği aydır”. (Bakara 2/185)
Bir arada olmayan âyet kümeleri de vardır. Bunlar, farklı yerlerdeki âyetlerin, müteşâbih – mesânî yöntemi kullanılarak bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Bir âyet şöyledir:
وَقُرْآنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزِيلًا
“Onu kur’ânlar halinde böldük[12]ki, insanlar müks içindeyken onlara okuyasın.” (İsra 17/106)
Müks, beklenti demektir[13]. Resulullah’a bir âyet inince onu açıklayan âyet veya âyetlerin inmesi beklenirdi. Bu da âyet kümelerinin aynı anda inmeyebileceğini gösterir. Şu âyet, buna açıklık getirir:
وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا .
“Vahyedilmesi tamamlanmadan kur’ânlar ile hüküm vermekte acele etme; “Rabbim ilmimi artır” de.”(Tâhâ 20/114)
Sıfırdan dokuza kadar olan rakamlar kullanılarak bütün telefonlara ulaşılabilir. Her telefon numarası bir rakamlar kümesidir. Rakamlardan biri yanlış yazılsa istenen telefona ulaşılamaz. İşte Kur’ân’ın her şeyi açıklaması buna benzer. İstenen anlam kümesini tam oluşturmadan doğru açıklamaya ulaşılamaz. Bu sebeple ilgili âlimler acele etmemeli, araştırdıkları konuyla ilgili anlam kümesini tam oluşturmadan hüküm vermemelidirler. O zaman görecekler ki, Kur’ân’a ihtiyacı olmayan tek bir ilim dalı yoktur.
Nebîmiz (s.a.v.) bize Kur’ân’ı hem tebliğ eden elçi hem de öğreten öğretmendir[14]. Cebrail aleyhisselam da Nebîmiz’e gönderilen elçi[15] ve öğretmendir. O, Kur’ân’ı ve Kur’ân’dan hüküm çıkarmayı ondan öğrenmiştir[16]. Onun hadisleri yani sünneti böyle oluşmuştur. Bu sebeple Kur’ân ile Sünnet arasında tam bir bütünlük vardır. Âlimler, Kur’an’ı Açıklama İlmine uyarlarsa bu bütünlüğü kolayca görebilir, hadis konusunda yapılan yanlışları bulup ortaya çıkarabilirler.
Konuyu tümüyle özetleyen âyet şudur:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Bu Kitab’ı sana indiren O’dur. Âyetlerinin bir kısmı muhkemdir; onlar Kitabın anasıdır. Diğerleri müteşâbih (onlara benzer) olanlardır. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, kendi eğrilikleriyle benzeşen şeye uyarlar[17]. Oysa onun tevilini (âyetler arasındaki bağlantıyı) sadece Allah bilir. Bu ilimde (Kur’ân’ı Açıklama İlminde) sağlam duruş gösterenler şöyle derler: “Biz, bu ilme[18] inandık, hepsi (muhkem, müteşâbih ve tevil) Rabbimiz katındandır.” Zikre (doğru bilgiye) sadece sağlam duruşlu olanlar ulaşabilirler.(Al-i İmran 3/7)
Muhkem âyet, bir konuda hüküm içeren ana âyettir. Hemen her âyetin böyle bir yönü vardır. Sonra bu hüküm, ona benzer / müteşâbih âyetlerle açıklanır. Benzerlik, kelime veya anlam benzerliği olabilir
Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeyden her biridir. Bu ilimde, birbirini açıklayan âyetler arasındaki karşılıklı benzeşmeyi ifade eder.
Te’vîl (= تَأْوِيلِ) bir şeyi asıl hedefine yöneltmektir[19]. Müteşâbih âyetin hedefi, o kümenin anası olan muhkem âyettir. Bu açıdan te’vîl, müteşabih âyeti veya âyetleri muhkeme bağlamaktır. Ayetler arasında bu bağlantıları oluşturan Allah’tır. İnsanlara düşen, Arapçayı, bu ilmi ve ilgili konuyu iyi bilenlerden oluşan bir ekip kurarak bu bağlantıları ortaya çıkarmaktır.
Mesânî, ikişerliler demektir. Muhkem ve müteşâbihten oluşan ikili sistemi ifade eder. İlgili âyet şöyledir:
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
“Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer, ikişerli (âyetler şeklinde düzenlenmiş) bir kitap olarak indirmiştir. (Bu düzenleme) Rablerinden korkanların tüylerini ürpertir. Sonra vücutlarını ve kalplerini Allah’ın zikrine (verdiği bilgiye) karşı yumuşatır. İşte bu Allah’ın rehberdir. Doğru yolu tercih edene onunla yol gösterir. Allah’ın sapık saydığını, kimse doğru yolda göremez.” (Zümer 39/23)
Özet olarak Allah’ın açıklamalarına ulaşmak için uzman bir ekibin, konuyla ilgili ana âyeti yani muhkemi bulmaları ve onunla ortak yönleri olan benzer (müteşâbih) âyetleri tespit etmeleri gerekir. Kur’ân’ı başka bir yöntemle açıklamaya kalkmak, Allah’ın kabul etmediği bir yola girmektir.
Kur’ân, Allah’ın, Nuh aleyhisselamdan beri indirdiği bütün âyetleri bir araya toplar. Kur’an’ı Açıklama İlmi o kitaplarda da vardı. Onların başına gelenler, Kur’an’ın da başına gelmiştir. İlgili âyetler şöyledir:
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ ما وَصَّى بِهِ نُوحاً وَالَّذِي أَوْحَيْنا إِلَيْكَ وَما وَصَّيْنا بِهِ إِبْراهِيمَ وَمُوسى وَعِيسى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ ما تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَنْ يَشاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ يُنِيبُ .وَما تَفَرَّقُوا إِلاَّ مِنْ بَعْدِ ما جاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْ وَلَوْلا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ إِلى أَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ
“Allah Nuh’a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Bu dini ayakta tutun, bu konuda bölünüp parçalanmayın. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah doğru tercihte bulunanı kendi tarafına alır, doğruya yöneleni de kendine yönlendirir.
Bölünüp parçalanmaları, kendilerine bu ilim (Kur’ân’ı Açıklama İlmi) geldikten sonra birbirlerine hakimiyet kurma çabalarından sonra oldu. Rabbinin, belirlenmiş ecellerine kadar onları özgür bırakma sözü olmasaydı gereği yapılırdı. Onlardan sonra Kitaba mirasçı olanlar ise Kitap’tan şüphe duyup tam bir ikileme düşerler.”(Şûra 42/13–14)
Bu âyetlere göre Kur’an’ı Açıklama İlminden uzaklaşma, Müslümanların birbirlerine hakimiyet kurma çabaları sonucunda meydana gelen bölünmelerle başlamıştır. Bu ilimden uzaklaşıp çözüm üretemez hale gelenler, ikileme düşmüş, Kur’an’ı, ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitap sayamamışlardır. Meydana gelen boşluğu doldurmak için sünnet, icma ve kıyas gibi yeni kaynaklar icat etmişler ve bağlamından kopardıkları âyetlerle onları Kur’an’a onaylatmaya çalışmışlardır. Yukarıdaki âyetlere göre bu durum, Muhammed aleyhisselam ümmetine has değildir, diğerlerinde de olmuştur.
Yaklaşık 40 yıldır, Kur’ân’ı anlamak için yaptığımız sayısız toplantılar sonunda Allah bizi, unutulmuş olan bu ilme ulaştırdı. Çünkü O, şöyle demiştir:
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
‘‘Bizim uğrumuzda mücadele edenlere elbette yollarımızı gösteririz. Elbette Allah, güzel davrananlarla beraberdir.’’ (Ankebût 29/69)
Kur’ân’ı Açıklama İlmine göre hareket edilirse çözülemeyen sıkıntı kalmaz. Şimdi nüşûz ve darb konusunu, bu ilimle anlamaya çalışalım.
B- KUR’ÂN’DA NÜŞÛZ = نشوز
Arapçada nüşûz =نُشُوزً,“gideceği zaman oturduğu yerden hafifçe kalkma[20]” anlamına gelir. Kur’ân’ı Açıklama İlmi, Kur’ân’ı sözlük gibi kullanma imkânı verir. Nüşûz’a verilen bu anlamın, Kur’ân’a ne ölçüde uyduğunu, o kökten kelimelerin geçtiği âyetlerle anlamaya çalışalım.
1- İskeletin nüşûzu
Şu âyette nüşûz’un etken (mütaddî) kalıbının birinci çoğul şahsı olan nünşiz =نُنشِزُkelimesi, “bulunduğuyerden kaldırma” anlamında kullanılmıştır.
أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىَ يُحْيِـي هَـَذِهِ اللّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللّهُ مِئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِئَةَ عَامٍ فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانظُرْ إِلَى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِّلنَّاسِ وَانظُرْ إِلَى العِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Şu kişiyi de düşündün mü? Tavanları çökmüş ve duvarları, tavanlarının üstüne yıkılmış bir kente uğramıştı da “Allah bu kenti ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demişti. Allah onu yüz yıl süreyle öldürdü, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” dedi. “Bir gün kaldım, belki bir günden de az!” dedi. Allah dedi ki: “Yok, yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! Bir de eşeğine bak! Bu, seni insanlara bir belge yapmak içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak, onları yerden nasıl kaldıracağımızı, sonra ete büründüreceğimizi gör!” Bunları açık açık görünce dedi ki: “Anlıyorum, Allah her şeye bir ölçü koyar.[21]” (Bakara 2/259)
2- Oturduğu yerden nüşûz
Şu âyette nüşûz, “gitmek için oturduğu yerden kalkma” anlamında kullanılmıştır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“Ey inanıp güvenenler! Size toplantılarda “Yer açın!” denince yer açın ki Allah da size yer açsın. “Nüşûz edin = Kalkın!” denince de kalkın ki Allah, içinizden inanıp güvenenler ile kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızın iç yüzünü bilir.” (Mücadele 58/11)
Bir toplantıda söylenen “kalkın” sözü, “gitmek üzere kalkın” anlamında olur. Bu da kelimenin sözlük anlamına tam uyar.
3- Erkeğin Nüşûzu
Erkeğin nüşûzu, karısından ayrılma kararıdır. Böyle bir durumda kadının ne yapabileceğini gösteren âyet şudur:
وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الْأَنْفُسُ الشُّحَّ وَإِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Bir kadın, kocasının nüşûzundan / ayrılmasından veya yüz çevirmesinden korkarsa aralarında uzlaşmaları, ikisine de günah olmaz. Uzlaşmak iyidir. Nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi davranır ve Allah’tan çekinip kendinizi korursanız bilin ki Allah, yaptığınız şeylerin iç yüzünü bilir.” (Nisa 4/128)
Kocanın ayrılma isteği, kadını rahatsız eder. Aişe validemizin (ra) şöyle dediği rivâyet edilir:
“Bu âyet, uzun süre evli kaldığı kadını boşamak isteyen erkeğe karşı kadının şu talebi ile ilgili olarak inmiştir: “Beni boşama, yanında tut ama benden sorumlu da olma[22]”.
Urve, teyzesi Aişe’nin kendine şöyle dediğini anlatmıştır:
“Kız kardeşimin oğlu! Zaman ayırma (kasm) konusunda Allah’ın Elçisi (s.a.v) birimizi diğerine tercih etmezdi. Hemen her gün yanımıza gelir, ilişkiye girmez ama her eşiyle ilgilenir; geceyi, sırası gelenin yanında geçirirdi. Sevde bint-i Zem’â yaşlanınca Allah’ın Elçisi’nin (s.a.v) kendini boşamasından korktu ve ‘Bana ayırdığın zaman Âişe’nin olsun’ dedi. O da kabul etti. Zannedersem Aişe şunları da söyledi:
“Şu âyetin, bu ve buna benzer durumlar için indirildiğini söylerdik: Bir kadın, kocasının nüşûzundan veya kendinden yüz çevirmesinden korkarsa… (Nisa 4/128)”[23]
Şu iki âyet de erkeğin nüşûzu ile ilgilidir:
وَلَن تَسْتَطِيعُواْ أَن تَعْدِلُواْ بَيْنَ النِّسَاء وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلاَ تَمِيلُواْ كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ وَإِن تُصْلِحُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا. وَإِن يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّهُ كُلاًّ مِّن سَعَتِهِ وَكَانَ اللّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا.
“Çok kararlı olsanız bile kadınlarınız arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz. Öyleyse bir tarafa büsbütün meyledip diğerini ortada bırakmayın. Eğer uzlaşır ve Allah’a saygı göstererek kendinizi korursanız bilin ki Allah, bağışlar ve ikramda bulunur.
Eşler ayrılacak olurlarsa Allah, her birine bir imkân vererek onu diğerine muhtaç olmaktan kurtarır. Allah’ın imkânları geniştir ve doğru kararlar verir.” (Nisa 4/129-130)
4- Kadının Nüşûzu
Kur’ân’da, erkeğe tanınan boşama hakkının benzeri kadına da tanındığından kadının nüşûzu, eşinden ayrılma kararıdır. Böyle bir durumda erkeğin eşine karşı davranış ilkelerini anlatan âyet, Nisa 34’tür.
وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً
“Nüşûzundan / ayrılmasından korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin / güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (orada) tutun. Sizi gönülden kabul ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın.”
Bir kadın kocasından nüşûz etmişti. Birlikte Kadı Şurayh’ a[24] gittiler. Şurayh: “Erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.” dedi. Hakemler geldiler, eşlerin durumlarını incelediler ve (Şurayh’a) onları ayırması konusunda görüş bildirdiler. Bu görüş erkeğin hoşuna gitmedi. Şurayh: “Biz bugün neyin peşindeydik?” dedi ve hakemlerin görüşünü onayladı[25].
Kadı Şurayh, kadının nüşûzu ile ilgili olan şu âyete göre davranmıştı:
وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَمًا مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِّنْ أَهْلِهَا إِن يُرِيدَا إِصْلاَحًا يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا
(Müminler!) Eşlerin ayrılacağından korkarsanız, bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderin; uzlaşmak isterlerse, Allah aralarında uyuşma meydana getirir. Allah bilir ve işin iç yüzünden haberdardır. (Nisa 4/35)
Âyetler açıkça gösteriyor ki nüşûzun, “baş kaldırma” veya “huzursuzluk çıkarma” ile bir ilgisi yoktur.
C- KUR’ÂN’DA DARB = الضرب
Daha önce görüldüğü gibi hemen her iş için kullanılan[26] darbالضربbir şeyi bir şeyin üstüne vurmak veya sabitlemektir[27]. Kur’ân’daki anlamlarının bir kısmı şöyledir:
1- Dövme
Darb الضرب, birinin vücuduna tekme, tokat, şamar veya sopa vurmak için kullanılırsa dövme anlamı verilir. Allah Teâlâ, Bedir Savaşında meleklere şöyle bir emir vermişti:
إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرَّعْبَ فَاضْرِبُواْ فَوْقَ الأَعْنَاقِ وَاضْرِبُواْ مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ
“Ben sizinle beraberim, müminlere destek verin, ben de şu kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. Siz bunların boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun.” (Enfâl 8/12)
Melekler, insanlar gibi olmadığından Kureyşli askerlerde dövme izi olduğuna dair bir bilgi yoktur.
2- Öldürme
Birine öldürücü bir aletle vurmak, onu öldürür. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
فَإِذا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاء حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا
“Kâfirlerle savaştığınızda boyun köklerine (kılıcı) darb edin (vurun). Onları sindirip etkisiz hale getirince (kalanları) sıkı güvenlik çemberine alın. Sonra onları (esirleri), karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakın ki savaşın çıkardığı sıkıntılar kalmasın…” (Muhammed 47/4)
3- Örnek verme
Darb, örnek vermek için de kullanılır. Çünkü örnek, bir konuyu, zihne sabitlemek için verilir. İlgili âyetlerden biri şöyledir:
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاء
“Görmez misini Allah nasıl bir örnek (darb ediyor) veriyor? ‘Güzel bir söz; kökü sağlam, dalları gökte bir ağaç gibidir.’ diyor” (İbrahim 14/24)
4- Yürüme
Ayağı yere sabitlemeden yürünmez. Bu sebeple darb, “yürüme” anlamında da kullanılır. İlgili âyetlerden bir şöyledir:
وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا
“Yolu darb ettiğiniz (yolculuğa çıktığınız) zaman âyetleri görmezden gelenlerin (kafirlerin) size saldırı yapmasından korkarsanız, o namazı (yolculuk namazını) kısaltmanızda bir günah yoktur. Çünkü kâfirler, size açık düşmandırlar.” (Nisa 4/101)
5- Örtme
Örtme, bir şeyi bir başka şeyin üzerine sabitlemedir. Bir âyet şöyledir:
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ
(Ehl-i Kitap’tan öyleleri var ki,) bulundukları her yerde üzerlerine alçaklık darb edilir (sabitlenir).” (Al-i İmran 3/112)
Alçaklık, her yerde onları, bir örtü gibi sarar ve ondan kurtulamazlar.
Darb kelimesi, başörtüsünü başa ve boyuna sabitleme anlamında da kullanılır. İlgili âyet şöyledir:
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ …
“(Mümin kadınlar) Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne darb etsinler (sabitlesinler).” (Nur 24-31)
Mağarada 309 sene uyuyan Ashab-ı Kehf ile ilgili şöyle buyurulur:
فَضَرَبْنا عَلَى آذانِهِمْ…….
Kulaklarının üzerini darb ettik………(Kehf 18/11)
Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir eder: Kulaklarının üzerine bir perde vurduk[28].
O perdeden dolayı 309 yıl boyunca dışardaki sesleri duyamamışlardı.
6- Kadını darb (ضرب)
Nisa 34. âyette, arka arkaya, şu üç emir ve bir yasak yer alır:
وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً
“Nüşûzundan korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin / güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (oraya) darb edin. Sizi gönülden kabul ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın.”
Kadını darb, ona vurmak mı yoksa bulunduğu yerde sabitlemek yani evinden çıkarmamak mıdır? Bunu doğru anlamak için ilgili âyetleri bölümler halinde görelim:
a- وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ = Nüşûzundan korktuğunuz kadınlarınız…
Burada nüşûz, “ayrılma kararı” olduğundan, karısının nüşûzundan korkan erkeğin yapması gereken ilk şey, onunla konuşmaktır. Bu sebeple ilk emir şöyledir:
b- فَعِظُوهُنَّ= onlara va’z edin / güzel sözler söyleyin
Vaaz, gönlü rahatsız eden bir konuda, karşı tarafı, iyiye ve güzele yöneltecek sözler söylemektir[29]. Erkek, ayrılmak isteyen eşini, güzel sözlerle ikna etmeye çalışır. Eğer kadın, ayrılmakta ısrar ederse kocası, onun kararına saygı göstererek cinsel birlikteliğe son verir. İkinci emir onunla ilgilidir.
c- وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ= yataklarından ayrılın
Erkeğin yataktan ayrılması, hem kadının kararını gözden geçirmesini sağlar hem de ayrılmak istediği kocadan hamile kalmasını engeller. Bu süre içinde erkek eşini evden ayıramaz. Darb emri onunla ilgilidir.
d- وَاضْرِبُوهُنَّ = onları (oraya) darb edin
Darbالضرب,bir şeyi, bir yere sabitleme anlamına geldiği için burada kelimeye, erkeğin yatağı terk etmesinden sonra eşini evde tutması anlamını vermek gerekir. Çünkü kadının ayrılma yetkisini kullanmaktan vazgeçmesi ancak kendi hür iradesiyle gerçekleşebilir. Bunu âyetin şu bölümü gösterir:
e- فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً = Size itaat ederlerse onlara karşı başka bir yol aramayın.
Arapçada itaat, bir işi gönülden kabul edip yapmaktır. Zıddı ikrahtır[30]. Bir işi dayak sonucu yapmak ikrâh altında yapmaktır. “Onları darb edin” emrinden sonra gelen “Size itaat ederlerse” ifadesi, darba, dövme anlamı vermeyi imkânsız hale getirir. Ona verilebilecek tek anlam, ayrılmak isteyen kadını evden çıkarmamak olur.
Erkeğin boşaması ile kadınınki arasında benzerlikler ve farklılıklar vardır. Bunu gösteren âyet şudur:
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ
“Marufa (Kur’ân ölçülerine) göre (boşanmada) kadınların erkeklere karşı hakları, erkeklerin kadınlara karşı olan haklarına denktir. Ancak erkeklerin kadınlara karşı basamak farkları vardır.” (Bakara 2/228)
Her iki boşamada da ev terk edilmez ama yataklar ayrılır. Kocanın boşadığı kadın ile ilgili âyet şöyledir:
وَٱلْمُطَلَّقَاٰتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثلاثة قُرُوٓءٍ
“(Eşi tarafından) boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç kur’[31]beklerler”. (Bakara 2/228)
Kadının kendi başına beklemesi, eşiyle aynı yatağa girmemesidir. Evi terk etmemekle ilgili âyet şudur:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ أَمْرًا
“Ey Nebî! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa kendine kötülük etmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkaracaktır.” (Talak 65/1)
İddet, kocası tarafından boşanan kadının, boşanma kesinleşinceye kadar, beklemesi gereken süredir. İddet, adet gören için üç temizlik dönemi (Bakara 2/228), adetten kesilen veya başka bir sebeple adet görmeyen için üç ay, hamile için doğuma kadardır. (Talak 65/4)
Kadını ayrılmasında iddet yoktur ama ayrılma kararını bildirdiği andan itibaren erkek, sanki iddet bekliyormuş gibi yataktan ayrılır.
Her iki boşamada da boşayanın cayma hakkı vardır. Kadının nüşûzu / ayrılma kararı ortaya çıkınca erkeğin ona güzel sözler söylemesi, kararından caydırmak içindir. Kadının bu talebi gönülden kabul etmesi halinde her şeyin eski haline döneceğini yukarıda görmüştük.
Boşamayı erkek yapmışsa, iyi niyetli olması şartıyla iddet bitinceye kadar eşine dönme hakkına sahiptir. Bununla ilgili âyet şöyledir:
وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذٰلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا
“Kocalar arayı düzeltmek isterlerse, onlara (eşlerine) iddetiçinde dönme hakları vardır”[32](Bakara 2/228)
Erkek, iddet içinde eşine dönmezse evlilik sona erer. İlgili âyetlerden biri şöyledir:
فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِّنكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
“Beklemeleri gereken sürenin (iddetin) sonuna geldiklerinde kadınları ya maruf[33] ile tutun ya da maruf ile ayırın. İçinizden güvenilir iki kişiyi şahit tutun; şahitliği Allah için tam yapın. İşte bu size, içinizden Allah’a ve Ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Kim Allah’tan çekinerek kendini korursa Allah ona bir çıkış yolu açar.”(Talak 65/2)
Kadının, ayrılmakta kararlı olması halinde yapılacak şey Nisa 35’te açıklanmıştır:
f- وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَمًا مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِّنْ أَهْلِهَا
(Eşlerin) Ayrılacaklarından korkarsanız, bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderin. (Nisa 4/35)
Kadının nazik yapısının istismar edilmemesi için hem evlenmesi hem de boşanması, erkekten farklı olarak denetime tabi kılınmıştır. Hakemlerin ailelerden seçilmesi de önemlidir. Çünkü onlar eşleri diğer insanlardan daha iyi tanırlar. Kur’an’a göre sıkıntı şu iki sebepten kaynaklanabilir:
1- Erkek, eşinin başkasıyla cinsel birlikteliğini görmüş olabilir. Bunu şahitlerle ispatlayabilecek durumdaysa, olayı mahkemeye götürebilir. İspatlayacak durumda değilse yine mahkemeye götürüp liân[34] yoluyla evliliğe son verebilir. Her iki durumda da eşine verdiklerinden herhangi bir şeyi geri alamaz. Üstelik eşi lekelenmiş olur.
Eşini lekelemeden ayrılmak isterse onu ayrılmaya (iftidâ’ya) zorlayabilir. Bununla ilgili âyet şöyledir:
وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ.
“Açıkça bir fuhuş yapmadıkça verdiğinizden bir kısmını bile geri almak için onlara baskı yapmayın.”(Nisa 4/19)
2- Kadının suçu olmadığı halde erkek, verdiklerini geri alıp başkasıyla evlenmek için ona, cinsel suç işlemiş gibi baskı yapıyor olabilir. Bununla ilgili âyet şöyledir:
وَإِنْ أَرَدتُّمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَّكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنطَارًا فَلاَ تَأْخُذُواْ مِنْهُ شَيْئًا أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً. وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنكُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا.
“Bir eşi bırakıp bir başka eşle evlenmek isterseniz, bıraktığınıza çok miktarda mal vermiş bile olsanız ondan hiçbir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek mi alacaksınız. Nasıl alabilirsiniz? Hem birbirinizle ilişkiye girdiniz hem de sizden sağlam bir söz aldılar.” (Nisa 4/20-21)
Eşleri yakından tanıyan hakemler, uzlaştırma sırasında bütün bu durumları göz önünde bulundururlar.
g- إِن يُرِيدَا إِصْلاَحًا يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا
“(Eşlerin) İkisi de uzlaşmak isterse, Allah aralarındaki uyumu sağlar. Allah bilir, işin iç yüzünden haberdardır.” (Nisa 4/35)
Bu âyete “hakemler uzlaştırmak isterlerse” şeklinde meal verilir. Hakemin görevi uzlaştırmak olduğu için bu şekilde bir meal kabul edilemez.
h- Kadına iftida / ayrılma yetkisi verilmesi
Hakemler, eşlerin ayrılmaları yönünde görüş bildirirlerse ilgili makam, kadına iftida / ayrılma yetkisi verir. Onu da şu âyetten öğreniyoruz:
وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ أَنْ تَأْخُذُوا مِمَّا آَتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا إِلَّا أَنْ يَخَافَا أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ.
“… (Kadınlarınıza) verdiklerinizden bir şey almanız size helal olmaz. Eşler, Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de korkarsanız, kadının fidye verip kendini kurtarması, ikisi için de günah olmaz. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Onları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar zalimlerdir.” (Bakara 2/229)
Âyetin, “Onlara verdiklerinizden…” ifadesi, kocanın verdiği malın tamamı, anlamına gelebileceği gibi bir kısmı, anlamına da gelebilir. Yetkili makam, bu konuda da hakemlerin görüşüne göre karar verir.
Kadının bir suçu yok da erkek, bir başkasıyla evlenmek için eşine baskı yapıyor ve kadın da böyle bir koca ile birlikte olmak istemiyorsa hakemler, çok küçük bir şey vermesinin yeterli olacağını söylerler. Ancak Nisa 20 ve 21. âyetlere göre bu durumdaki bir kocanın, o küçük şeyi bile almaya hakkı yoktur.
Kocanın suçu yoksa kadın eşinden aldığının tamamını verir. Nebîmiz zamanında Ensar’dan Sehl’in kızı Habîbe, ayrılmak istediği kocası Sâbit b. Kays ile ilgili olarak şöyle demişti: Onu ahlak ve din yönünden suçlamıyorum ama Müslüman olduktan sonra nankör olmak istemem. Elimde değil,[35] ondan nefret etmekten kendimi alamıyorum. Allah’tan korkmasam yanıma geldiğinde yüzüne tükürürüm.”[36]
Habîbe, son kararını verince Nebîmiz’e: “Onun bana verdiklerinin hepsi duruyor.” dedi. Nebîmiz de Sâbit’e: “Al o malı ondan” dedi. Sâbit malı aldı, Habîbe de gidip ailesinin yanına yerleşti.[37]
Görüldüğü gibi eşinden ayrılmak isteyen kadınların kocalarına verilen “onları (oraya) darb edin” emri, kadını evde tutmaları anlamındadır. Onun, kadını dövme ile bir ilgisi yoktur.
D- HADİSLERDE DARB = الضرب
“Kadınları darb edin” ifadesini taşıyan rivâyetler, Nebîmiz’in Veda Haccı’nda yaptığı konuşmada geçer. İçinde nüşûz ve darb kelimelerinin bir arada yer aldığı tek rivâyet şudur:
“Kadınlar konusunda Allah’tan korkun; onlar yanınızda avân = kendilerini sizin için koruyan kimselerdir. Bu konuda canlarının istediğini yapamazlar. Onların sizin üzerinizde sizin de onlar üzerinde haklarınız vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız; başkasıyla yatmamaları ve hoşlanmadığınız birinin evinize girmesine izin vermemeleridir. “Nüşûzlarından / ayrılmalarından korkarsanız onlara öğüt verin / güzel sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları, müberrih olmayacak şekilde darb edin.
Onların hakları, marufa göre yedirmeniz, içirmeniz ve giyindirmenizdir. Onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın bir sözü ile ferçlerini (cinselliklerini) kendinize helal kıldınız[38].”
Müberrih‘in kökü olan tebrih = التَّبَرُّح’in anlamı, rahatsız etmektir[39]. “onları müberrih olmayacak şekilde darb edin” sözünün anlamı da şudur: “onları, rahatsız etmeyecek şekilde orada tutun.”
1- Tutarsız Rivâyetler
Nebîmizin söz ve uygulamalarını ifade için hadis terimi kullanılır. İkinci nesil olan tabiîn döneminde hadis yerine Sünnet terimi de kullanılmaya başlandı. Elimizdeki kitaplara göre bu dönemde Kur’an’ı Açıklama İlmi unutulduğundan hadis, Nebîmizin Kur’an’dan çıkardığı hikmet olarak görülememişti. Nebîmiz’den çok sonra hadisleri yazıya geçirenler, onları nakleden kişileri içeren bir senet, bir rivâyet zinciri oluşturup hadisin sahih olup olmadığına, o kişilerin güvenilirliklerine göre karar verdiler. Bu, çok sakıncalı bir yöntemdir. İnsanlara güven konusunda Nebîmiz’e yapılan şöyle bir uyarı vardır:
(Münafıkları) gördüğünde kılık kıyafetleri hoşuna gider. Konuştuklarında konuşmalarına kulak verirsin. Oysa duvara dayalı kalas gibidirler. Her gürültüyü aleyhlerine sayarlar. Asıl düşman onlardır; onlara karşı dikkatli ol. Allah canlarını alsın, nasıl da yalana sürükleniyorlar! (Münafikûn 63/4)
Sözleri ve tavırlarıyla Nebîmizi bile hayran bırakan münafıklar olduğuna göre ilimleri ve tavırlarıyla Müslümanları hayran bırakan münafıklar da olabilir. Hadislerin sahih olduğunu tespit için belirlenen rivayet zinciri yöntemi onlara, Kur’an’a açıkça aykırı sözleri, Nebîmize mal etme fırsatı verir.
Kur’an’ı Açıklama İlminin unutulmasıyla birlikte Kur’an’dan çözüm üretemez hale gelenler, Sünneti Kur’an’ın yerine geçirmeye başlamışlardır. İmâm Şafii’nin (öl. 204/820) kitabı olarak bilinen er-Risale’de, bağlamından koparılan âyetler delil getirilerek Sünnet, Kur’ân’a denk sayılmıştır[40]. Tâbiînden Yahyâ b. Ebî Kesîr’in (ö. 129/747), daha da ileri giderek şöyle dediği iddia edilir:
السُّنَّةُ قَاضِيَةٌ عَلَى الْكِتَابِ وَلَيْسَ الْكِتَابُ قَاضِيًا عَلَى السُّنَّةِ
“Kitap ile ilgili son sözü Sünnet söyler ama Sünnet ile ilgili son sözü Kitap söylemez”
Tâbiîn dönemi İslam Hukukçularından Mekhûl’ün (ö. 112/730) de şu görüşte olduğu söylenir:
الْقُرْآنُ أَحْوَجُ إِلَى السُّنَّةِ مِنَ السُّنَّةِ إِلَى الْقُرْآنِ
“Kur’ân’ın Sünnet’e olan ihtiyacı, Sünnet’in Kur’ân’a olan ihtiyacından fazladır[41].”
En tehlikeli kişiler, ilim adamı ve din adamı görüntüsündeki münafıklardır. Bunlar, kendi iftiralarını, saygın kişilere mal etmekte mahirdirler. Allah Teâlâ bunlarla ilgili şöyle bir uyarıda bulunmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ
“Ey inanıp güvenenler! Bilginlerin ve din adamlarının[42] birçoğu insanların mallarını haksız yolla yer ve onları Allah’ın yolundan çevirirler.” (Tevbe 9/34)
Bunlar, dünyayı ahirete tercih eden menfaat çevreleri ile bir olup gerçek alimleri susturabilir, âyet ve hadisleri de yanlış yerlere çekerek veya dışlayarak yeni bir din oluşturabilirler.
Bütün mezheplerin kitaplarını ve tefsirleri, Kur’an’ı Açıklama İlmi ışığında gözden geçirince, ilim sahibi münafıkların, bunlara müdahale edip yeni bir din oluşturdukları anlaşılmaktadır. Kadının tek taraflı iradesiyle boşama hakkının, ittifakla elinden alınmasının başka bir izahı olamaz.
Yalancının mumu yatsıya kadar yandığı için kadını dövme ile ilgili rivayetlerin tutarsızlığını ortaya çıkarmak zor değildir. Konuyla ilgili en kapsamlı rivayette Nebimizin şöyle dediği iddia edilir:
“Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; onlar yanınızda avan = kölelerdir. Üzerlerinde başka bir hakka sahip değilsiniz, açık bir fahişelik yapmış olarak gelirlerse başka. Onu yaparlarsa yataklarında yalnız bırakın ve müberrih olmayacak şekilde onları dövün. Size boyun eğerlerse onlara karşı başka bir yol aramayın. Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız, kadınlarınızın sizin üzerinizde hakları vardır. Onların üzerindeki hakkınız, istemediğiniz kişileri yatağınıza almamaları ve istemediğiniz kişileri evinize sokmamalarıdır. Onların hakları ise giyindirme ve yedirme konusunda iyi davranmanızdır[43].”
Bu rivâyette Nisa 34. âyetten alınan bir bölüme ekleme yapılarak şu cümle oluşturulmuştur:
فَإِنْ فَعَلْنَ فَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا
“Kadınlarınız açık bir fahişelik yaparlarsa yataklarında yalnız bırakın ve müberrih olmayacak şekilde onları dövün. Size içten boyun eğerlerse onlara karşı başka bir yol aramayın.”
Âyette ki,“nüşûzlarından korkarsanız” ifadesinin yerine“açık bir fahişelik yaparlarsa” ifadesi konmuştur. Kadının nüşûzundan korkma ile fahişeliğin ne ilgisi olabilir!
Rivâyetlerin daha kısa olanı şöyledir: “… Sizin onlar üzerindeki hakkınız, istemediğiniz kişileri yatağınıza almamalarıdır. Eğer böyle yaparlarsa müberrih olmayacak şekilde dövün[44].”
Burada ayetin sadece bir kelimesi alınarak şöyle bir cümle oluşturulmuştur:
فَإِنْ فَعَلْنَ ذٰلِكَ فَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ
“… istemediğiniz kişileri yatağınıza alırlarsa müberrih olmayacak şekilde dövün.”
Kadın, kocasının istediği kişiyi yatağına alabilir mi ki, Nebîmiz böyle bir söz söylemiş olsun! Böyle bir sözü ancak bir münafık uydurmuş ve Nebîmize mal etmiş olabilir.
Hadisçiler, “Müberrih olmayacak şekilde darb” sözüne, “canlarını fazla yakmayacak şekilde dövme” anlamı vermişlerdir. İddiaya göre Katâde, (ö. 117/735)“itibarını zedelemeyecek şekilde” Hasan Basrî de (ö. 110/728) “iz bırakmayacak şekilde dövme” anlamı vermişlerdir[45]. Doğru anlamın, “onları rahatsız etmeyecek şekilde orada tutma” olduğunu yukarıda görmüştük.
2- Kadınların Köle Sayılması
Yukarıdaki rivâyetlerde Nebîmiz’in kadınlarla ilgili olarak şöyle dediği ifade edilir:
فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٍ
“Kadınlar yanınızda avân’dır”
Avânin (عوان), عناية (inâye) kökünden عانية = âniye’nin çoğuludur. Âniye“kendine özen gösteren ve kendini koruyan kadın” anlamındadır. Çünkü kadın cinsel yönden hedefine sadece kocasını koyar ve kendini onun için korur[46]. Arapçadan dilimize geçen itina kelimesi de bu köktendir. Bu söz, âyetin “(İyi kadınlar) Allah’ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır.” bölümünü doğru anlamayı sağlar. Zaten ilk hadiste geçen “Bu konuda canlarının istediğini yapamazlar.” ifadesi de bunu pekiştirmektedir:
Hadisçiler avânin (عوان) kelimesinin عناية(inâye) kökünden değil, عنو=unüvv kökünden türediğini kabul etmişlerdir. عنو =unüvv, bir şeyi zorla ele geçirme[47] anlamındadır. Bu durumda عانية = âniye, esir olan değil, esir alan kadın anlamında olur. Nebîze ait bir hadiste bu kelime şöyle geçmiştir:
أَنَا وَارِثُ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ، أَفُكُّ عَانِيَهُ، وَأَرِثُ مَالَهُ
“Ben varisi olmayanın varisiyim, âniye’sini (onu esir eden şeyleri) çözer malına mirasçı olurum[48]”
Nebîmiz, devlet başkanı sıfatıyla mirasçısı olmayanın mirasını alır. Borç kişiyi esir ettiği için önce ölenin borcunu ödemesi gerekir. Bu, miras paylaşımı ile ilgili şu âyetin emridir:
مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْنٍ
”(Miras paylaşımı, ölenin) yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonradır.” (Nisa 4/11)
Buna, Nebîmizin sözü demmiz, âyetle tam örtüşmesinden dolayıdır.
Eğer kadının dövülmesi ile ilgili rivayetteki âniye buradaki âniye ise hadisin anlamı şöyle olur:
“Kadınlarınız yanınızda, sizi esir alan kişilerdir.”
Çünkü kelime ism-i fail’dir, eylemi yapan kişiyi gösterir. Ama bu anlam onların işine yaramadığı için saptırma yapmış ve kelimeye ism-i mef’ul, yani eylemden etkilenen kişi anlamı vermişlerdir. Bunu, sözlüklere bile sokarak Nebîmizin şöyle dediğini iddia etmişlerdir:
“Kadınlarınız yanınızdaki esirlerdir.”
Bu anlam hem hadisin iç bütünlüğüne hem de Kur’ân’a aykırıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ
“… Kur’ân ölçülerine (mârufa) göre kadınların erkekler üzerindeki hakkı, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakkı ile aynıdır.” (Bakara 2/228)
Esir ile efendisi arasında denk haklardan söz edilemeyeceğine göre kadın kocasının kölesi olamaz. Kadın köle sayılsa zaten rivayetlerde geçen şu sözün de bir anlamı kalmaz:
“Onlar üzerinde başka bir şeye sahip değilsiniz.”
Esir üzerinde sahip olunmayan ne var ki Nebîmiz böyle demiş olsun!
SONUÇ
Hemen her konuda yapılan bu gibi yanlışların ana sebebi, Kur’ân’ı Açıklama İlminin unutulmuş olmasıdır. Nisa 34. âyet, kadını dövmenin delili yapılırken bu âyetin iç bütünlüğünün ve ilgili diğer âyetlerin dikkate alınmamasının başka izahı olamaz. Bu yöntemin acı sonuçlarından biri de kadının tek taraflı iradesi ile boşanma hakkını kabul eden bir tek mezhebin bulunmamasıdır[49].
Aynı doğruda ittifak edilir ama dıştan bir müdahale yoksa aynı yanlışta ittifak edilemez. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da mezheplerin aynı yanlışta ittifak etmesi, dış müdahale olmadan gerçekleşemez. Farklı yerlerde ve farklı zamanlarda yaşamış mezhep kurucularına böyle bir müdahale de yapılamaz. Tek ihtimal mezhep kitaplarına ve tefsirlere müdahale edilmiş olmasıdır. Yoksa yanlışta bu kadar ittifak imkânsızdır.
Müdahale bütün kitaplara yapıldığı için yanlışları tespit çok büyük bir sabır ve emek istemektedir. Tahribatın etkisinden kurtulamadığımızdan yaptığımız ilk çalışmada biz de şu sonuca varmıştık:
“Eşinin fahişelik yaptığı açıkça belli olan koca onu yatağında yalnız bırakma ve dövme hakkına sahiptir[50].”
Kur’an’ı Açıklama İlmi ışığında çalışmamızı sürdürünce yukarıdaki sonuçlara ulaşmak nasip oldu.
Başarıyı veren yalnız Allah’tır.
[1]Halil b. Ahmed, (100-175 h.) el-Ayn, (thk: Mehdî el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmrâî), İran 1409/1988.
نشز ينشز نشوزا وينشز لغة. ونشزَ ينشز، إذا زحف عن مجلسه فارتفع فويق ذلك
[2]Müfredât , Er-Ragıb El-İsfahânî (ö. 425 h.), (thk: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımaşk ve Beyrut, 1412/1992,الضربve الوقوعmd.
)الضرب: إيقاع شيء على شيء ((الوقوع: ثبوت الشيء وسقوطه)
[3]El-Ayn, ضرب maddesi.
الضَّرْبُ يقَع على جميع الأعمال
[4]Bkz. Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara 2009, İlhan AYVERDİ, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, (Kubbealtı lugatı) İstanbul 2005.
[5]Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağırıcı, Sadrettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, İstanbul 2009. Suudi Arabistan krallığı bu meâli, Türk hacılarına hediye etmektedir.
[6]Cemalüddin Muhammed b. Mukrim b. Manzûr (630-711), Lisanu’l-Arab, Beyrut, tarihsiz,خلفmd.
[7]Müfredât , عدوmd.
[8]Müfredâtطوعmd.
الطَّوْعُ: الانقيادُ، ويضادّه الكره قال عزّ وجلّ: ائْتِيا طَوْعاً أَوْ كَرْهاً
[9]Bu konuda ayrıntı için lütfen “Kadının Boşanması (İftidâ)” başlıklı yazımıza bakınız. http://www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kadinin-bosanmasi-iftid.html
[10]Âyetteki sümme = ثمَ’ye “aynı zamanda” anlamını ifade eden hem … hem anlamı verilmiştir. Çünkü kelimenin kök anlamı, nazikçe bir arada olmaktır. (Mu’cemumekâyîs’ul-luğa, Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Beyrut, tarihsiz.)
[11]Lisanu’l-Arab, قَرْءmad.
[12]Âyette geçen (فَرَقْنَاهُوَقُرْآنًا)ifadesindeقُرْآنًاkelimesi, gizliفَرَقْنَاهُ’nunmef’ulü olanهzamirinden haldir. فَرَقْنَاهُقُرْآنًافَرَقْنَاهوَtakdirindedir. Bu zamir أَنْزَلْنَاهُوَبِالْحَقِّâyetindekiهzamirinin raci olduğu mahzuf‘الْقُرْآن‘a veyaالكتاب’a racidir.
[13]Mu’cemumekâyîs’ul-luğa, مُكْثmaddesi.
[14]Bakara 2/151, Al-i İmar 3/164,
[15]Hakka 60/40, Tekvîr 81/19.
[16]Necm 53/5, Rahman 55/2. Kur’an, Allah’ın elçisi Cebrail aleyhisselamın diliyle indirilmiş (Hakka 60/40, Tekvîr 81/19), onu Nebîmize o öğretmiştir (Necm 53/5). Elçi sadece kendini gönderenin sözlerini ulaştırdığından öğreten aslında Allah’tır.
[17]Ayet’in açılımı şöyledir: ( بزيغهم فيتبعون ما تشابه منه) =Kitap’tan kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar.”Necrân Hristiyanlarından bir topluluk Nebîmiz’e: Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatindesin değil mi? demişti. O, “evet” deyince “Bu bize yeter” demişlerdi. Arkasından yukarıdaki âyet, daha sonra da şu âyet inmişti: “Allah katında İsa’nın durumu, tıpkı Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona ‘ol” dedi; o da oluştu .” (Al-i İmran 3/59) Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Camiu’l- beyân fi tefsîri’l-Kur an, Beyrut 1412/1992.
Hristiyanlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu âyete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı (ol) sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Hâlbuki âyetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabını kendilerine uydurmak isteyenler böyle yaparlar.
[18]Kur’an’ı Açıklama İlmine. Bu ilimle ilgili geniş bilgi aşağıda gelecektir.
[19]Müfredât, أولmad.
[20]el-Ayn, نشزmd.
[21]Kudüs’te Beyt-i Makdis’in ilk yıkılışından sonra (İsrâ 17/5) Buhtunnasr / Nabukadnessar Yahudileri Babil’e sürgün etti. Daha sonra Bâbil’i fetheden Pers kralı Koreş M.Ö. 539’da, Üzeyir (Ezra), Nehemya ve diğerlerini, Mescid’i yeniden inşa etmeleri için geri gönderdi (Tevrat, Ezra 1/1-3). Üzeyir Kudüs’ü görünce: “Allah bu kenti ölümünden sonra nasıl canlandıracak?” dedi. Allah da onu öldürdü ve yüz yıl sonra tekrar diriltti. Bu arada Mescid, Darius’un krallığının ikinci yılında inşa edilmişti.(Ezra 4/11-24) Üzeyir, II. Artahşasta’nın krallığının yedinci yılının beşinci ayında yani M.Ö. 437’de Kudüs’e vardı (Ezra 7/8). Bu, onun Kudüs’e ikinci varışıydı. İlk varışı ile ikincisi arasındaki 100 yıllık sürede Allah onu, insanlara bir mucize yapmak için öldürmüş ve tekrar diriltmişti. Ayrıntılı bilgi için lütfen şu linkteki yazımıza bkz.http://www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/uzeyir-aleyhisselam.html
[22]Buhârî, Nikah 65, MüslimTefsir(4/ 2316) 13 3021
” أُنْزِلَتْ فِي الْمَرْأَةِ تَكُونُ عِنْدَ الرَّجُلِ، فَتَطُولُ صُحْبَتُهَا، فَيُرِيدُ طَلَاقَهَا، فَتَقُولُ: لَا تُطَلِّقْنِي، وَأَمْسِكْنِي، وَأَنْتَ فِي حِلٍّ مِنِّي، فَنَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةَ “
[23]EbûDavûd, Sünen, el-Kasmubeyn’en-nisâ, 2135 .
وعَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: قَالَتْ عَائِشَةُ: «يَا ابْنَ أُخْتِي كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا يُفَضِّلُ بَعْضَنَا عَلَى بَعْضٍ فِي الْقَسْمِ، مِنْ مُكْثِهِ عِنْدَنَا، وَكَانَ قَلَّ يَوْمٌ إِلَّا وَهُوَ يَطُوفُ عَلَيْنَا جَمِيعًا، فَيَدْنُو مِنْ كُلِّ امْرَأَةٍ مِنْ غَيْرِ مَسِيسٍ، حَتَّى يَبْلُغَ إِلَى الَّتِي هُوَ يَوْمُهَا فَيَبِيتَ عِنْدَهَا» وَلَقَدْ قَالَتْ سَوْدَةُ بِنْتُ زَمْعَةَ: حِينَ أَسَنَّتْ وَفَرِقَتْ (أي خافت) أَنْ يُفَارِقَهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، يَوْمِي لِعَائِشَةَ، فَقَبِلَ ذَلِكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْهَا، قَالَتْ: نَقُولُ فِي ذَلِكَ أَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى وَفِي أَشْبَاهِهَا أُرَاهُ قال: وإن امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا [النساء: 128]
[24]el-KādîŞüreyh b. el-Hâris (ö. 80/699) Tâbiîn devrinin ileri gelen fakihlerinden, Kûfe kadısı.
[25]Ebubekr el-Beyhâkî (ö. 458 h.) es-Sunen’ul-Kubrâ, Thk, Muhammed Abulkâdir Atâ, c. VII, s. 500, Beyrut, 1424/200.
روى البيهقي عَنِ الشَّعْبِيِّ، أَنَّ امْرَأَةً نَشَزَتْ عَلَى زَوْجِهَا فَاخْتَصَمُوا إِلَى شُرَيْحٍ فَقَالَ شُرَيْحٌ:” ابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِنْ أَهْلِهَا” فَفَعَلُوا فَنَظَرَ الْحَكَمَانِ إِلَى أَمْرِهِمَا فَرَأَيَا أَنْ يُفَرِّقَا بَيْنَهُمَا فَكَرِهَ ذَلِكَ الرَّجُلُ فَقَالَ شُرَيْحٌ:” فَفِيمَ كُنَّا فِيهِ الْيَوْمَ وَأَجَازَ أَمْرَهُمَا “
[26]El-Ayn, ضرب maddesi.
[27]Müfredât ,الضربve الوقوعmd.
[28]Ebu’l- Kâsım Mahmud bin Ömer ez-Zemahşerî (ö. 538 h.) el-Keşşaf, Kehf, 11. c. II, s. 705. Beyrut, 1407 h.
[29]El- Ayn, وعظ mad.
وهو تذكيرُك إيّاه الخيرَ ونحوَه ممّا يرقُّ له قلبُهُ
[30]Müfredât -. طَوْعmd.
الطَّوْعُ: الانقيادُ، ويضادّه الكره قال عزّ وجلّ: ائْتِيا طَوْعاً أَوْ كَرْهاً
[31]Adetli iken ilişki yasak olduğu için kadının tek başına kalabileceği dönem ilişkinin caiz olduğu temizlik dönemidir. Bu sebeple üç kur’, üç temizlik dönemidir.
[32] Bakara 231 ve 232 ilele Talak2. âyet erkeğin karısına dönme zamanı olarak iddet bitimini göstermektedir. Bu âyet ise erkeğin, iddet bitmeden de dönebileceğini göster. Bu ayetteki ehakk = احق kelimesine ism-i tafdil anlamı verilemez. O anlamı vermek için bu sürede bir başkasının da ona dönme hakkı olması gerekir. Kelime ism-i tafdil değil, sıfat-ı müşebbehedir.
[33]Maruf, bilinen şey demektir. Bu bilgi ya gelenek ve göreneklerden ya da Kitap ve Hikmetten elde edilir. Gelenekten elde edilmişse Kitab’a ve Hikmete aykırı olmaması gerekir. Böyle bir bilgi fıtratı yansıttığı için evrensel nitelikte olur.
[34]Liân, eşinin zina ettiğini iddia eden ama şahitlerle ispat edemeyen bir erkek ile eşinin, hâkim huzurunda karışlıklı lanetleşmeleridir. (Nur 24/6-10)
[35]. Buhârî, Talâk 13.
[36]. İbn Mace, Talâk 22.
[37] el-Muvatta, Talak 11.
[38]Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/73. Hadisin metni:
فَاتَّقُوا اللَّهَ فِي النِّسَاءِ، فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٌ، لَا يَمْلِكْنَ لِأَنْفُسِهِنَّ شَيْئًا، وَإِنَّ لَهُنَّ عَلَيْكُمْ، وَلَكُمْ عَلَيْهِنَّ حَقًّا: أَنْ لَا يُوطِئْنَ فُرُشَكُمْ أَحَدًا غَيْرَكُمْ، وَلَا يَأْذَنَّ فِي بُيُوتِكُمْ لِأَحَدٍ تَكْرَهُونَهُ، فَإِنْ خِفْتُمْ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ، وَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ «وَلَهُنَّ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ، وَإِنَّمَا أَخَذْتُمُوهُنَّ بِأَمَانَةِ اللَّهِ، وَاسْتَحْلَلْتُمْ فُرُوجَهُنَّ بِكَلِمَةِ اللَّهِ ”
[39]Lisan’ul-Arabبرحmd.
وأَصلُ التَّبْرِيحِ: المشقَّةُ وَالشِّدَّةُ. وبَرَّحَ بِهِ إِذا شَقَّ عَلَيْهِ
[40]Bkz. Abdulaziz BAYINDIR, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, 5. Baskı, s. 497 vd. İstanbul 2014.
[41]Muhammed b. Nasr el-Mervezî (ö. 294 h.), es-Sünneh, s. 33, tahkik Salim Abdullah es-Selefî, Beyrut 1408.
[42]Bu ayete meal verenler bilgin yerine haham, din adamı yerine de ruhban diyerek ayetin anlamını bozmuşlardır. Bir Müslümanın haham ve ruhbanla ne ilgisi olur ki, Allah onlara böyle bir uyarı yapmış olsun.
[43]İbn Mace, Nikâh, 1851.
اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٍ لَيْسَ تَمْلِكُونَ مِنْهُنَّ شَيْئًا غَيْرَ ذٰلِكَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ فَإِنْ فَعَلْنَ فَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ لَكُمْ مِنْ نِسَائِكُمْ حَقًّا وَلِنِسَائِكُمْ عَلَيْكُمْ حَقًّا فَأَمَّا حَقُّكُمْ عَلَى نِسَائِكُمْ فَلَا يُوَطِّئَنَّ فُرُشَكُمْ مَنْ تَكْرَهُونَ وَلَا يَأْذَنَّ فِي بُيُوتِكُمْ لِمَنْ تَكْرَهُونَ أَلَا وَحَقُّهُنَّ عَلَيْكُمْ أَنْ تُحْسِنُوا إِلَيْهِنَّ فِي كِسْوَتِهِنَّ وَطَعَامِهِنَّ.
[44]. Müslim, Sahih, Hac, 2137. Metin şöyledir:
وَلَكُمْ عَلَيْهِنَّ أَنْ لاَ يُوطِئْنَ فُرُشَكُمْ أَحَدًا تَكْرَهُونَهُ فَإِنْ فَعَلْنَ ذٰلِكَ فَاضْرِبُوهُنَّ ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ.
[45]Bedrüddin el-Aynî (öl. 855 h.), c. XX, s. 192, Beyrut.
[46]Bkz. Lisan’ul-arab, عناية.
[47]En eski sözlüklerden el-Ayn,عنو=unüvv kökünden anve =العنوةsözüne “kılıç zoruyla alma” anlamı vermiştir. Bu anlam doğrudur. Bu işi yapan kişi anlamında el-ânî = العاني’ye esir alan değil de esir olan anlamı vermesi imkansızdır. Bu ifadenin böyle bir sözlükte yer alması, yapılan müdahalenin boyutun göstermesi açısından ilginçtir. Okuduğumuz sözlüklerin tamamında bu kelime ile ilgili çarptırmalar vardır. El-Ayn’da geçen ifade aynen şöyledir:
والعنوة: القهر. أخذها عنوة، أي: قهراً بالسّيف. والعاني مأخوذ من العنوة، أي: الذلة.
[48]Ebû Davûd, Sünen, Mirasuzevî’l-erhâm, hadis no 2901. Hadisin tam metni şöyledir:
حَدَّثَنَا عَبْدُ السَّلَامِ بْنُ عَتِيقٍ الدِّمَشْقِيُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُبَارَكِ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَيَّاشٍ، عَنْ يَزِيدَ بْنِ حُجْرٍ، عَنْ صَالِحِ بْنِ يَحْيَى بْنِ الْمِقْدَامِ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ، قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «أَنَا وَارِثُ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ، أَفُكُّ عَانِيَهُ، وَأَرِثُ مَالَهُ، وَالْخَالُ وَارِثُ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ، يَفُكُّ عَانِيَهُ وَيَرِثُ مَالَهُ
[49]Bkz. Abdulaziz Bayındır, Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, s. 369 vd.
[50]Bayındır, a.g.e. s. 399 vd.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *