Piyasa İslamı

Piyasa İslamı

2014 yılında yayınlanan Piyasa İslamı kitabını değerlendiren Mehmed Durmuş, “Nasıl bir ‘piyasa’ içerisinde olduğumuzu bir de hariçten izlemek isteyenler için, bir çırpıda okunacak bir eser Piyasa İslamı” diyor.

PİYASA İSLAMI

Mehmed Durmuş

‘Piyasa İslamı’; bu, olağanüstü işlevsel tabiri keşfeden, Patrick Haenni adındaki yazardır. Onun Piyasa İslamı-‘İslam Suretinde Neoliberalizm’ başlıklı kitabından söz etmek istiyorum. Kitap Heretik yayınlarından çıkmış. (Ankara-2014). Türkçeye Levent Ünsaldı çevirmiş; daha doğrusu ‘söylemiş’. Çünkü kendisi, ‘çeviri’ ya da ‘tercüme’ yerine, ‘Türkçe Söyleyen’ demiş. Fakat ‘Türkçe Söyleyen’, bazı isimleri nedense Türkçe’ye göre değil, Fransızca telaffuzlarına göre söylemiş. Ahmed el-Rashed, Youssif Qaradawi, Mohamed al-Ghazali, Amr Khaled, Mawdudi, Sayyed Qutb gibi.

Kitapta, nedense yazar hakkında herhangi bir bilgi verilmemiş. Sadece arka kapakta ‘psikolog’ olduğuna dair kısa bir not geçmektedir. Google amcaya başvurduğumuzda ise, Haenni’nin İsviçreli bir siyaset bilimci olduğunu, başta Mısır olmak üzere bazı İslami beldelerde uzun yıllar bulunduğunu öğreniyoruz.

Prof. Ali Yaşar Sarıbay’ın kitaba yazdığı takdim yazısı, kitabı özetlemiş.

‘Piyasa İslamı’ kitabı, sosyolojik/siyasal bir gözlem; bir fotoğraf çekimi. Kendi adıma, yazarın, hariçten biri olmasına ve Arapçaya ve İslamî terimlere ‘yabancı’ olmasına rağmen bu gözlemlerinde oldukça başarılı olduğuna kanaat getirdim. Bununla beraber, ‘İslamcılık’ ve ‘İslamlaşma’ gibi terimlere yüklediği anlam ve ‘geleneksel İslamcılık’la yeni İslamcılık daha doğrusu ‘İslamlaşma’ arasında yaptığı ayrımlar tartışmaya açıktır.

Yazarın temel kalkış noktası şudur: Batı İslam ve İslam ülkeleri deyince daha çok el Kaide tarzı örgütleri görmektedir. Oysa aynı ülkelerde filizlenen, Batı modeliyle uyumlu ‘kırma’ yapıların vücut bulduğu ‘yeni’ bir ‘İslamlaşma’ dalgasını; dinselin farklı şekillerde yorumlanış ve yaşanış şekillerini Batı görmemektedir. Bu anlamda yaptığı ilk örneklemelerden biri, kadın ve tesettür alanına dairdir. “Müslüman kadının iffeti”diyor, herhangi bir “tesettür” kavramlaştırması altında değil, en Avrupaî, lüks ve moda kumaşlar altında kendisini ifade edebilmektedir.

‘Müslüman Edebini Tüketmek’

Hicab modalaşmıştır… Tesettür ve hicaptaki asıl kırılma üçüncü kuşak İslamî streetwear (rap ve hip-hop sokak kültürünün giyim şekilleri) çerçevesinde gerçekleşecektir. Avrupa’da, bilhassa Fransa’da Dawawear, Muslim by Nature ve Muslim Classıc gibi markalar bu kırılmamın öncülüğünü yapmaktadır. Streetwear kültürü bilinçli olarak dinselden uzaklaşır. Dinseli sorgulamaz; onunla ilgilenmemeyi tercih eder.

Bugün İslamî giyime ilişkin yeni düşsel, hicab problematiğini kesinlikle aşmıştır. Artık söz konusu olan, dinsel normlara sıkı sıkıya bağlılık değil, birkaç gevşek dini zorunluluk veya duyarlılığın (mesela namus kavramı gibi) hayat kesitlerine serpiştirilmesidir. Elbiseyi değerli kılan kadının vücudu değil, kadını değerli kılan elbisedir.

Caprice otel, plajı günahla özdeşleştiren geleneksel İslamî düşünceyi bir kenara atmakta ve zevklerin İslamlaşmasını sağlamaktadır. “Yani, günde beş kez ezan seninin duyulabildiği modern bir tatil alanı.” Buradaki sınıf farklılığının da İslam’la bir alakası yok, çünkü bu tamamen oda fiyatlarıyla alakalı…

Müziğe gelince, ‘İslami müzik’ artık o basit ve cihadçı melodilerden kurtulup, new age, pop veya rapritimleri üzerinden hem ticari, hem de ‘manevi’ yükselmeyi yapmaktadır. İslamî yardımseverlik, dinsel içeriği boşaltılarak bir insanseverliğe dönüştürülmektedir. Dinselin yeni yorumunu yapan yeni İslamî aktörler için geleneksel İslamcılığın cihadçı mit ve hikâyelerinin artık hiçbir anlamı kalmamıştır.

Haenni, geleneksel İslamcılık (Milli Görüş tarzı İslamcılık)ın artık yorgunluk sinyalleri verdiğini, bunun yerine ‘İslamlaşma’ adını verdiği yeni bir İslamî uyanışın yükselişte olduğunu ileri sürmektedir. Bunu da bu yeni aktörelerin burjuvalaşmasıyla izah etmektedir. Ümmetin kapitalizm ruhunu uyandırmayı amaçlayan, piyasa dostu burjuva…

Piyasa İslamı’nı sosyolojik olarak, Müslüman dünyada son 20 yılda güçlenen yeni dindar girişimci sınıf temsil eder.

Yazar, burjuvalaşan bu yeni ‘İslamlaşma’ süreçlerine ve İslamî anlamsal kaymaların yaşandığı yeni İslamî okuma ve yorumlama şekillerine gerek ekonomik bileşenin semantik ağırlığı, gerekse management ve şirket kültürüne ait kavram ve algılama biçimlerinin yoğunluğu sebebiyle Piyasa İslamı adını verdiğini belirtmektedir. Ona göre bu yeni İslamlaşma olgusu 1990’ların ikinci yarısından itibaren kendinden bahsettirmiştir. Bu yükselişi de dört etmen çerçevesinde değerlendirmekte, dört bölüme ayırdığı kitabın her bir bölümü bu etmenlerden birine tekabül etmektedir.

1. Dinselin militan-doktriner siyaset odaklı düzeyden kurtarılarak birey üzerinden ‘fanî’ dünyanın şartları ve ‘gerekleri’ göz önüne alınarak yeniden okunması. Burada büyük siyasi hedefler terk edilerek, kişisel gelişim ve mutluluk odaklı, Batı kokan, bireysel amaçların ön plana çıktığı; kitle tüketim kültürüyle barışmış bir süreç söz konusudur.

2. Siyaset merkezli İslamlaşma süreçlerinin yerini, dinsel ve ekonomik alanların etkileşiminin alması. Dinsel olanın Protestan ahlakının temel ilkelerini andıran bir ‘lügat’ dâhilinde düşünüldüğü bir yönelim.

3. Şirket kültürünün ve temel değerlerinin dinsel alana sirayeti. Bu süreçte İslam mücahidin ideali olmaktan çıkmış, ‘başarı’ peşinde koşan müminin ideolojisine dönüşmüştür. Dinsel alan burjuva bireyciliğinin hırs, zenginlik, başarı gibi değerlerine açılmıştır.

4. İslam’ın neoliberalleşmesi. Bu anlamıyla ‘piyasa İslamı’ gelecekteki olası bir İslamî devletin/şeriat düzeninin habercisi olmaktan öte, özelleştirmelerin ve sosyal refah devletinin bertaraf edilmesinin aracıdır. Halifeliğin tesisi gibi bugün için hiçbir anlam ifade etmeyen hedeflerden ziyade, erdemli sivil toplum ve devlet arasındaki ilişkiler, inanç temelli inisiyatifler olarak yeniden tanımlanmaktadır.

‘Piyasa İslamı’nda cihad kavramının içi boşaltılmış, şeriat kavramı politika dışına itilmiştir. Mısır’daki el-Vasat partisinin programında şeriat, “yaşama ilişkin genel bir rehber” olarak sunulmuştur. Çünkü “din detaylarla ilgilenmez!” İslamî devlet, halifelik, hâkimiyet gibi bütün kavramlar bu temel çerçevesinde yeniden elden geçirilmektedir.

‘Son Moda Vaiz’ Çağı

Klasik İslamcı vaiz yerine, burjuvalaşmış son moda vaizler öne çıkmaktadır. Yazar bu alanda iki tipik örnek vermektedir. Biri, Güneydoğu Asya’dan Abdullah Gymnastiar (Aa Gym), diğeri de Arap Dünyasından Amr Halid. Milyonlarca taraftarlarıyla (beş yıl içerisinde) geleneksel İslamcılığa karşı tek alternatif olabilmişler, dünyanın önde gelen vaizleri arasına girebilmişlerdir. Bu iki vaizin yaptığını özetlemek gerekirse: ‘Normalleşmiş’ bir yaşam tarzı; geleneksel anlamdaki siyasetin reddi ve dinî dogmanın genel hatlarına dokunmadan, çerçevesini yumuşatmak… Dahası, ılımlı bir söylem, son moda bir görünüm ve oldukça marketing bir vaaz türü. Selefiliğin ‘öç alan Allah’ tahayyülü yerine, Hristiyanlığın ‘seven Tanrı’ figürünü yerleştirmek… “Korkuyla yapılan bir ibadet mi? Yeter artık!”…

İslam’ın piyasa mekanizmalarıyla ve şirket kültürüyle evliliği… Geleneksel İslamcılıktan yaka silkenlerin talep ve projelerini ifade edebilecekleri tek platform piyasadır. Artık dinselliğin kendini ifade ettiği yeni alan piyasadır. Söz konusu olan, hedef kitlelerin gerçek veya varsayılan beklentilerine uygun bir ‘dinsel ürün’ arz etmektir. Bu arz-talep ilişkisinin, bazı simgelerin sekülerleşmesi sürecini başlatacağı gayet açıktır. Sekülerleşme ve İslamlaşma, sanılanın aksine, birbirlerine zorunlu olarak karşıt kavramlar değildir…

Bütün bu yaşanan süreçlerin kavramsal çatısını oluşturan bir sözcük vardır: Etik. Etik, İslam’a ilişkin olanın veya olması gerekenin en alt seviyesidir ve dini normlara uygunluk kaygısının en alt eşiğidir. Etik, “burka ve mini eteğin tam ortasına” yerleştirilmiştir. Etik, Müslüman ahlak anlayışının ilkeleriyle ters düşmeden, İslam’ı seküler bir düşünsel alana sokmaktır. İslamî bir şey ama aynı zamanda İslam dışı; Müslüman olmayanlar, inançsızlar ya da Hristiyanlar tarafından da paylaşılan bir şey. Daha az dışlama.

Dinin gereklerini ‘unutan’ ‘kötü’ müslümanın başına gelecekleri durmadan hatırlatan söylemin, yerini ‘part-time müslüman’ (yarı-zamanlı Müslüman) figürüne bırakması üzerine yapılan şakalar. Artık söz konusu olan, “İslam’ı tüketicilere yönelik bir ürün olarak” değerlendirmektir. Ticari bir ürünü pazarlar gibi İslam satışa çıkartılır.

P. Haenni, Coca-Cola’nın, İslam’ın piyasalaşmasındaki sembolik önemine değinir. Cola’nın ve Mc Donalds’ın Arabistan’a nasıl bir operasyonla girdiğine; Türkiye’ye girişine ise ODTÜ’nün sol görüşlü az bir grup öğrencinin protestosu dışında herhangi bir tepki verilmediğine dikkat çeker. Coca-Colaya karşı üretilen Mekke-Cola, İranlı Zemzem-Cola, İngiltere menşeli Qıble-Cola, sözüm ona, karşı çıkılan şeyin mantığını içselleştirmekten [kokakolonizasyon] öte bir anlam ifade etmez. Cola: “Aşk ve barışı, medeniyetler çatışmasına karşı savunan yeni neslin içeceği!”

Kendisini çevreleyen kamusal alanla eklemlendikçe Müslüman kimliği daha da belirsizleşmekte, detaylarda gizlenmekte, hatta ortaya çıkartılması bir deşifreleme faaliyetini gerekli kılmaktadır.

Piyasa şimdi de, köktenci İslam’a karşı yaşanacak ‘kültür savaşları’nın kavram ve ideallerini sağlayacaktır. Artık ön plana çıkan İslamî bir devlet kurgusu değil, masrafları en düşük seviyeye çekilmiş kârlı bir şirket ideali ve bunun politik düzeydeki karşılığı ‘minimum devlet’ anlayışıdır. Devlet temel siyasi hedef olmaktan çıkartılır.

“Söz konusu olanın teokratik bir devlet kurmak olmadığı çok açıktır. Burada konu edilen yeni İslamcılar toplumsalın bütünüyle ilahi kurallar doğrultusunda şekillendirilmesi fikrini çoktan terk etmiş ve bunun yasını zamanında tutmuş kapitalist yöneticilerdir ve hatta sandığın kendilerinden yana olacağına inanarak iktidara gelmek gayesi ile yeri geldiğinde demokrat da olabilmektedirler.”

İslamî hareketler içerisinde yenilikçi kanat artık evcilleşmiştir. Geçen süre içerisinde AKP iktidarı bu tespiti doğrulamaktadır. Önceki hükümetlerin bütün ideolojik tercihleri ve yönelimleri muhafaza edilmiştir. Türkiye’de AKP’nin temsil ettiği şey, İslamî paradigmayı seküler ve neoliberal bir söylem içerisinde eriterek Geleneksel İslamcılığı marjinalize etmeyi başarabilmiş ideolojik bir oluşumdur…

Abdullah Gül şöyle demiş (1996): “Amerikalılara dinin ve dinsel cemaatlerin devletin koruması altında olduğu Amerikan tarzı bir laiklik anlayışı için mücadele etmeye hazır olduğumuzu bildirdik. Türkiye’de din karşıtlığı olarak değerlendirilen laiklik anlayışının değişmesini arzuluyoruz.” Bir Arap gazeteci bu sözü özetlemiş: Fransız tarzı bir laiklik anlayışından, Amerikan modelinden esinlenmiş bir laiklik anlayışına geçişi ifade eden bir model.”

Müslüman dünyanın bütününde genel eğilim İslamî hareketlerin piyasa mantığını benimsemeleri ve hayır işleri yönelimli, devletçilik karşıtı politikalar izlemeleri yönündedir. O halde, Mevdudi, Seyyid Kutub veya Mustafa es-Sıbaî gibi İslamcı ideologların çok beklediği ve arzuladığı kapitalist dünyayla hesaplaşmanın yerine, piyasa ekonomisi dâhilinde kazanan ve kazandıran İslam kartını oynamak. “Piyasa İslamı’nın düşsel pusulası bu noktada muhafazakâr Amerika’yı göstermektedir.”

“Oysa bugün neoliberalizm Müslümanları demokrasi, liberalizm ve sekülerleşme gibi değerleri olumlu karşılamaya teşvik etmektedir.” RAND Corperation’un 2003’te sözünü ettiği yeni bir din inşası, sivil demokratik İslam’ın yeşermesi idi. Amerikan cumhuriyetçi muhafazakarlığı ile bir uyum sorunu olmayan bir İslamcılık…

Patrick Haenni’nin F. Gülen değerlendirmesi de yerinde tespitler içeriyor.

Nasıl bir ‘piyasa’ içerisinde olduğumuzu bir de hariçten izlemek isteyenler için, bir çırpıda okunacak bir eser Piyasa İslamı.

(Venhar Haber)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *