Depremle birlikte, alakalı veya alakasız, insanların yorum yapacağı pek çok alan açılıyor ve bu alanlarla ilgili yorumlar ortalığa boca ediliyor. Hemen her depremde, depreme maruz kalmış halkın şu şu günahlarından dolayı Allah’ın onları cezalandırdığı şeklinde aşağılık yorumlar yapılmaktadır.
DEPREM DİLİ
Mehmed Durmuş
“Deprem dili”nden mi, “depremin dili”nden mi bahsetmek gerekir? Kısa kısa her ikisine yer vermeyi deneyelim.
Önce depremin dili: Her deprem olayında, toplumun genelini alakadar eden hemen her meselede olduğu gibi ortalık, depreme ilişkin yorumlardan geçilmiyor. Bu yorumların önemli bir kısmı gerçekten ilmidir ve gereklidir. Ama bir kısmı sadece dostlar ekranda görsün türünden ‘muhabbetler’dir.
Bilimin geneline paralel olarak, depreme ilişkin bilim dili de sekülerdir. Bununla beraber, depremin nasıllığını anlatan bilim diline saygı duymak gerekir ve esasında depremin öldürmemesini sağlayıcı tedbirleri almamız da bu dile kulak vermemizle mümkün hale gelecektir. Depremden canımızı koruyabilmek mümkündür ve böyle bir arayış, Allah’ın bir yasasına karşı, bir başka yasasına başvurmaktır. Japonlar bu işin en başarılı örneğidirler.
Deprem Allah’ın bir ayetidir. Yeryüzünün bir özelliğidir. Depremle ilgili alacağımız önlemler, binalarımızı yaparken uyacağımız ‘eşyanın tabiatı’ gereği ölçüler, mümkünse depremi önceden bildiren sistemler geliştirebilmemiz ve buna benzer gelişmelerin hiçbiri, depremin Allah’ın yarattığı bir olay olmasını değiştirici değildir.
Deprem tabi ki üzüntü vericidir, can almaktadır, mal almaktadır. İnsanların büyük bir tefahur içinde, doymak bilmez bir tekasür hırsı içerisinde şişirdikleri yapay şehirlerini, betondan kulelerini, bol ışıklı bulvarlarını, tapınak haline getirdikleri alış-veriş merkezlerini bir anda yer ile yeksan etmektedir. Ama en önemlisi ve telafi edilemez olanı kuşkusuz, alıp götürdüğü canlardır. Nice hikâyeler ortaya çıkartmaktadır deprem. Onlarca kat beton binanın enkazı altına doğru “kimse var mııııı?” seslenişi, uzun zamanlar pek çok insanın kulaklarında yankısını sürdürmektedir.
İnsan olarak ne yaparsak yapalım, tahkim edilmiş kaleler içinde de olsak, yine ölüm gelip bizi bulacaktır. Ölümden kaçmanın mümkün olmadığını, mü’min-kâfir demeden bütün insanlar bilmektedirler. Fakat ölüm gerçeği, depreme karşı tedbir almamayı gerektirmiyor.
Deprem kıyametin küçük bir provasıdır. Kıyamete karşı da ‘önleyici’ tedbir alacak mıyız?…
Kur’an’ın haber verdiği kıyamet sahnelerinin neredeyse tamamını, deprem hadisesinde yaşamaktayız. Ne var ki insanoğlu, yine de depremi kendisi için, ölüm gerçeğini iyi kavrama, ahiret hesabının çok uzak olmadığını idrak etme açısından bir ibret vesilesine dönüştürmemektedir. Her depremden ders alıp, bir sonrakinde hazırlıksız yakalanmamamız gereken alanlarda bile aymazlığımız devam etmektedir.
Gelelim ‘deprem dili’ne. Depremle birlikte, alakalı veya alakasız, insanların yorum yapacağı pek çok alan açılıyor ve bu alanlarla ilgili yorumlar ortalığa boca ediliyor. En sükûnetli ve ufunetli olunması gereken, merhamet ve şefkat duygularının azami ölçülere çıkması gereken, her türlü ‘köpek dalaşı’ türünden çekişmelerin bir tarafa bırakılması gereken böylesine büyük bir günde bile maalesef insanlar birbirlerine düşmekte, bayağı saldırılarını sürdürmekte, böylesi acılı bir gün, kin ve intikam ‘fırsat günleri’ne dönüştürülmektedir.
Hemen her depremde, depreme maruz kalmış halkın şu şu günahlarından dolayı Allah’ın onları cezalandırdığı şeklinde aşağılık yorumlar yapılmaktadır. Kimisi de, -MHP genel başkanına ‘soysuzluk’ dedirtecek denli- esfel-i safilîne düşerek, depremi yaşamış insanlara adeta “oh oldu” demekte, sevinç duymaktadır. Bu zavallılar, Kur’an’ın A’raf suresinin 179. ayetinde buyurduğu gibi, artık aşağıların aşağısı bir derekeye inmişlerdir. Bunlara ne dense bir anlam ifade etmemektedir. Zaten bu gibi insanlar insan olma hassalarını bütünüyle yitirdikleri için, gerçekten muhatap alarak uyarıcı sözler söylemek de zaittir.
Öyleyse iş, akl-ı selîm / kalb-i selîm insanlara düşmektedir. Biz müminler, depremde ölenlerin kimliğine bakılmaksızın, yapabileceğimiz her türlü yardımı yapmalı, bir canı olsun kurtarabilmenin telaşına düşmeliyiz. Hele de depreme maruz kalanlar mü’min kardeşlerimizse, artık gün, fedakârlık günüdür. Kardeşimizin yardımına koşma günüdür. Bugün, kardeşlik günüdür. Evet, Van ve Erciş’te ölen mü’minler bizim kardeşlerimizdir; bazı kardeşlerimizi bu depremde ahirete uğurlamış bulunuyoruz.
Bu arada elbette depreme maruz kalmış olup, Allahın lütfu olarak hayatta kalan insanlara da büyük görevler düşmektedir. Kitabımızın bize öğrettiği edep, başımıza bir musibet gelince, “inna lillah ve innâ ileyhi râciûn” demektir: Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz. Depreme maruz kalmış kimi insanların bu edebe aykırı düşecek söz ve eylemlere girişmelerine karşı son derece uyanık olmalı, bu tür çiğliklere ne yapıp yapıp engel olunmalıdır. İblis’in Sırat-ı Müstakim üzerinde kurduğu pusuyu hatırlayarak, fitnecilerin zaten zayıf olan İslam kardeşliği duygularını tarumar edici planlarına fırsat verilmemesi gerektiği daha bir anlaşılacaktır.
Erciş depremine ilişkin inşallah önümüzdeki günlerde daha epeyce paylaşacağımız his ve kanaatlerimiz olacaktır. Bu duygular içerisinde, depremde ölen mü’minlere Rabbimizden mağfiret, yaralılara şifa ve diğerlerine de sabırlar diliyoruz. Bu depremin de Müslümanlar için hayırlar doğurmaya vesile olmasını niyaz ediyoruz.
NOT: Birçok insanın deprem bölgesine yönelik bir şeyler yapma isteğine tanık olmaktayız. Depremzede kardeşlerimiz, herhangi bir eşya ve gıda maddesi yardımı istememekte, bunun yerine, mümkünse parasal yardımların, ihtiyaçlarını gidermeye çokça yarayacağını duyurmaktadırlar. Bu parasal yardımların da bir defada değil, az da olsa sürekli olması maslahata uygun olacaktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *