Türkiye’de yaşanan düşünsel evrimi anlamakta güçlük çekenler, bugün yaşanan hiçbir olaya gerçekçi bir yorum getirememektedirler. Bu düşünsel evrime de ‘değişim’ adını vermekteler ve değişmeyenler sözle hırpalanmaktadırlar.
ÇAĞDAŞ İSLAM DÜŞÜNCESİ VE DEVRİMLER
Mehmed Durmuş
Tunus ve Mısır şu günlerde Müslümanların gözü üzerinde olan iki İslamî coğrafya. Her ikisinde de 20-30 yıllık zalim diktatörler devrildi. Devrildikten sonra girecek delik bulmaları da hayli zor oluyor. Onlara sığınacak bir köşe temin edenlerin de böyle girecek yer aramaları sanırım çok uzak değildir.
Hüsnü Mübarek yönetimi, Mısırlı Müslümanlara kan kusturdu. Gidişi gerek Mısır halkında, gerekse Mısır haricindeki Müslüman halklarda büyük heyecan uyandırdı. Diktatör Mübarek yönetiminin devrilmesine ‘iyi oldu’ dememek mümkün mü?
Lakin bu iki ülkede rejimlerin çökmesini bir İslam devrimi olarak nitelemek ne kadar gerçekçi olur? Tunus’ta ve Mısır’da bir İslam devrimini istemediğimiz sanılırsa, bu zulüm olur. Böyle köklü bir İslamî değişimi istemeyenin Müslümanlığından şüphe edilir. Demir yumrukla yönetilmiş Müslüman bir kavmin, Allah’ın razı olacağı yepyeni bir hayat kurmaları; Firavunluk geleneğine bir çentik atarak, artık bundan böyle hayatımızı Kur’an nizamına göre düzenleyeceğiz demeleri bizi ve bütün Müslümanları sevindirmez mi?
Fakat Eğer andığımız iki ülkede durum böyle değilse, bunu da görmek gerekmez mi? Nitekim, Muhammed İkbal gibi pek çok Müslüman mütefekkir, Türkiye’de gerçekleştirilen cumhuriyet devrimini bir İslam devrimi sanmıştı.
Ben, Mısır’da -maalesef- bir ‘İslam devrimi’ olmadığını düşünenlerdenim. Evet bundan esef duyuyorum ama asıl esefimizi bizim, bir İslam devrimine götür(e)meyen kendi düşünsel ve amelî tıkanıklıklarımıza duymamız gerektiğine inanıyorum.
Yani nasıl?
Son yirmi yılda dünyada, Türkiye’de ve adına İslam dünyası denilen coğrafyada çok şey değişti. ‘İslam düşüncesi’ dediğimiz şey büyük yaralar aldı. Modernizm ve postmodernizm, Müslümanların doğrudan akidelerine nişan aldı. Yaya ve süvarileriyle, deve ve cüce adamlarıyla, ılımlı ve ılımsız liderleriyle, teknolojinin bütün imkânlarıyla Müslümanlar büyük bir tacize uğradılar. İslam akidesinin, soysuz bir batı modernizmi karşısında zayıf, güçsüz, çaresiz kaldığı zannı galip kılındı. Oysa Kur’an’ın küçücük bir ayeti (şüphesiz Allah katında Din islam’dır) ve hatta bir tek kelimeciği (la ilahe illallah) bile batı modernizmine haddini bildirmeye yeter de artar bile. Diyeceksiniz ki, madem öyle, peki neden batıya haddini bildiremiyoruz? Çünkü o en kısa ayeti ya da bir tek kelimeciği, Peygamber ve sahabe nesli gibi söyleyemiyoruz da ondan.
Öyleyse sorun nerededir?
Türkiye’de yaşanan düşünsel evrimi anlamakta güçlük çekenler, bugün yaşanan hiçbir olaya gerçekçi bir yorum getirememektedirler. Bu düşünsel evrime de ‘değişim’ adını vermekteler ve değişmeyenler sözle hırpalanmaktadırlar. Oysa İslamî geçmişi olan, hatta bir zamanlar bir şekilde ‘radikal’ gibi sıfatlarla anılmış kimseler artık radikalliğin en kaliteli panzehiri haline gelmişlerdir. Kendilerini İslam’la tanımlayan bu kesimler, artık hâkimiyetin Allah’a ait olduğu inancına şiddetle karşı çıkıyorlar. Laiklikle ve demokrasiyle İslam arasında herhangi bir zıtlık olmadığını onlar savunuyorlar. Kur’an’ın bir siyaset kitabı değil, bir inanç, (bireysel) ibadet ve ahlak kitabı olduğunu onlar iddia ediyorlar.
Türkiye’de 14 sene zarfında 22 toplantı düzenlemiş olan Abant Platformunu ve misyonunu hemen herkes ıskalamaktadır. Abant’ın sadece ilk iki toplantısına bakmak bile, anlatmaya çalıştığımız düşünsel ve fikrî dönüşümü, akidevî savrulmayı anlamak için yeterlidir. O toplantılarda, kendilerini İslam’la tanımlayan birtakım akademisyen ve düşünce adamları, Müslümanlar adına rejimden özür dilediler. Müslümanlarla devlet arasındaki ‘sorun’un, karşılıklı ama Müslümanlar tarafı biraz ağır basan bir yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını söyleyerek, adeta günah çıkarttılar, tevbe ettiler. Hatta adına da açıkça ‘demokratik tevbe’ dediler. Abant’a demokrasi ağacı diktiler. O ağaç büyüyor, meyve de veriyor. Meyvesinin nasıl olduğunu, sıkı Kur’an okuyucuları bilirler… Abant’ın bu yeni meyveleri, devletin artık Müslümanlara güvenmesi gerektiğini, öyle yeni bir rejim talebi gibi bir isteklerinin olmadığını anlaması gerektiğini arz ediyorlar.
Arzları kabul gördü.
“Beş altı sene önce İslamî bir devlet modelinin olabileceğine ve siyasetin görevinin bunun önünü açmak olduğuna inanıyordum, ama şimdi görüyorum ki yanılmışım. Artık hedeflenmesi gereken modelin insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti olduğu inancını taşıyorum.” Bu sözler kime ait dersiniz? Bu, şimdilerde Başbakan yardımcısı olan Bülent Arınç’ın sözleridir.[1] Bu sözler, şu anki AKP iktidarının nasıl bir değişimden yana olduğunu göstermeye bir karine olabilir mi? Dileyen ‘olmaz’ desin.
Avni Özgürel’in “İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden” dediği, şimdilerde müctehid payesi de verilen Prof. Dr. Hayrettin Karaman o toplantılarda, “İslam’ın devlet talebi vardır. Ama bu talep ve düşünce, çağdaş demokratik hukuk devletinden başka bir şey değildir.” dedi.[2] Karaman, bu tezini açıklama sadedinde diyor ki, Peygamber Medine’ye hicret ederken “ben buraya geliyorum, bir devlet kuracağım, bu devletin hakimi de ben ve Müslümanlar olacak….” diye gitmedi![3] Eğer Mekke’de Peygambere, cemaatiyle birlikte ibadetini yaşayabilecek şekilde izin verilseydi, belki de hicret, Medine’de bir İslam devleti kurmak gibi gelişmelerin hiçbirinin olmayacağını ima etmektedir. Eğer Mekkeliler Peygambere savaş açmasalarmış o onlara, “Sizin dininiz size, benim dinim bana” dermiş ve bir arada (uzlaşarak?!) yaşarmış. Peygamber Mekke’de tebliğine devlet talebiyle değil, iman, inanma, ibadet, ahlak talebiyle başlamıştır!
Abant’ın ve AKP hükümetinin etkin isimlerinden Prof. Dr. Mehmet S. Aydın da şunları söylüyordu: “Demokratik olmayan ülkelerin toprağı münafık yetiştirmek için gayet mümbit olur. İkiyüzlü insanlar yetiştirir. Münafık sayısını azaltmak, aydın yetiştirmek için demokrasi son derece önemlidir. Türkiye’de demokrasi bilincinin geldiği nokta geri götürülemez. Demokrasi bilinci, insan olmanın heyecanını o ölçüde veriyor ki insanlar geriye dönüp dini otoriteler ve yerini bulmamış siyasi baskılar karşısında boyun eğmezler. Artık demokrasiye ara ve mola verme hakkına sahip değiliz. Vereceğimiz ara çocuklarımızın dünyasını karartır.”[4]
Abant’ın, adının gücü adına teşekkül ettirildiği Fethullah Gülen’in demokrasi, laiklik ve İslam ilişkisine dair beyanlarını defalarca yazdığım için tekrarlamıyorum. Sadece, mesela bir Hürriyet yazarının[5] da aynen Gülen gibi inandığını belirtmek isterim.
İşte Türkiye dindarlığının, Ak Parti modelinin belli başlı karakteristikleri bunlardır. Bundan sonra İslam, mabede ya da evinizin köşesinde kendinizle tanrınız arasında bireysel bir trans durumu olarak yaşanacaktır. Namazınızla sokaktaki davranışınızı birbirine karıştırmayacaksınız! Siz, Müslüman kimliğinizle toplumun hiçbir yaşamına müdahale etme talebinde bulunamazsınız. İslam sivilleşmiştir artık! Peygamber’in demokratlığını geç de olsa Müslümanlar keşfetmişlerdir, bundan geriye dönüş de mümkün değildir!
Bu şablonu elimize alıp, Ortadoğu’ya ve Afrika’ya bakabiliriz. Türkiye’de değişim-dönüşüm, başkalaşım böyle oldu da, andığımız ülkelerde başka türlü mü oldu? Dünyanın hangi (‘Müslüman’) ülkesinde ılımlılık, uzlaşma, sivil toplumculuk, diyalog ve hoşgörü siyaseti egemen değildir? AKP modelini örnek alacaklarını söyleyen Tunus’lu en-Nahda ve Mısır’lı İhvan liderleri, bu iki ülkede yeni kurulacak rejimin kodlarını ifşa etmiyorlar mı? Bu açık gerçekleri görmek bizi neden rahatsız ediyor?
Bilelim ki önümüzdeki yıllar,‘devrimci İslam’ın bittiği, ‘siyasal islam’ olarak adlandırılan yeni bir din-siyaset yorumunun ise normalleşerek sistemin içinde kendine yer aradığı[6]dönem olacaktır.
[1]-Avni Özgürel, Abant Platformundan Kalan, Radikal, 14.07.1999.
[2]-Avni Özgürel, Abant Platformundan Kalan, Radikal, 14.07.1999.
[3]-Hayrettin Karaman, II. Abant Toplantısı Notları, www.hayrettinkaraman.net.
[4]-Zafer Özcan-Hakan Cidal, Önce Demokrasi, Zaman, 12.07.1999.
[5]-Yavuz Gökmen, 28 Şubat Demokrasiye Dönüşüyor, Hürriyet, 20.07.1998.
[6]-Derya Sazak, Nilüfer Göle İle Röportaj, Milliyet, 16.07.2001.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *