Demokrasinin salt bir yönetim biçimi olmayıp, aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir hayat tarzı olduğunu böylece bizzat yaşayarak görmekte, anlamaktayız. Bu, Müslümanlara iyi bir ders olmalıdır. Ama bu tecrübe pahalıya mal olmaktadır.
Mehmed Durmuş
Bir toplumun ahlakı nasıl ifsat edilir? Bir toplumun bütün gencecik kızları utanma duygusundan nasıl arındırılır? Bir toplumun delikanlıları nasıl edepten, hayâ duygusundan uzaklaştırılır? Bir toplumun anneleri ve babaları nasıl olur da, aynı oda içinde, biricik yavrularıyla, insanın şahit olabileceği en aşağılık gayrı meşru kadın-erkek ilişkilerini birlikte izlerler ve bundan asla rahatsız olmazlar? Bir toplumun o aksakallı dedeleri, hayır dualı o melek gibi nineleri oğulları, gelinleri, kızları ve torunları üzerinde hiçbir uyarıcı etkileri kalmamacasına, nasıl olur da hayattan bu kadar derkenar edilirler?
Bütün bunlar nasıl olur?
Bütün bunların olması için eğitim sisteminin yanı sıra, en ciddi yıkım, insanı alıklaştırmaya hizmet eden eğlence vasıtalarıyla yapılmaktadır. Bu anlamda internetle televizyonun verdiği hasarı belki hiçbir kurum ve araç vermemektedir.
Televizyon, her türlü kötülüğü en soysuz biçimde aşikâr kılması açısından en büyük ifsat aracı rolündedir. Birçok günah vardır, bunlara Kitabımız fahşâ ve münker demektedir. Bunların adlarını zikretmeyip, genel olarak ‘fahşâ’ ve ‘münker’ demek bile bir seviyedir ve bir dünya görüşünün asaletini gösterir. Televizyonun olmadığı (ilkel!) çağlarda fahşâ ve münker yine işleniyordu fakat o günahlar mevziî kalıyordu; olayın failleri ile sınırlı idi; görece dar bir bölgeyi etkiliyordu; temiz insanlara sirayet etmesi de oranda küçük çaplı idi.
Televizyon, fahşâ ve münkeri yaymakta sınır tanımamaktadır. “Televizyon bir araçtır, onu kullanmak senin elindedir” diyen insanlar kendilerini kandırmaktadırlar. Çünkü televizyonun oluşturduğu ifsattan korunmak kolay değildir. Biz televizyonu seçici izlesek bile, yanı başımızdaki insanlar ona tam olarak ram olmaktadırlar. Bizim dışımızdaki insanların aklını, kalbini, duygularını bozmasına karşı bigâne kalamayız.
Televizyonda diziler oynamaktadır. Toplumun büyük çoğunluğu bu dizileri seyretmektedir. TV dizileri belirli bir hayatı yansıtmaktadır. Fakat yansıtmak zorunda mıdır? Ya da şöyle soralım: öyle bir çirkef hayatı yansıtması meşru mudur, hak mıdır? Bir insan bir diziyi hiç kaçırmamacasına -ibadet aşkıyla- izliyorsa, o dizide kendinden bir şeyler buluyor demektir. Din hayattır demiştik… Hayatın tamamını kapsar. Diziler de hayattır; heva ve hevesin hayatı… Kendisini izlediği dizinin içinde hisseden, diziyle bütünleşen bir insan, kalbiyle ve duyularıyla bir tatmin yaşamaktadır. Dolayısıyla o dizi o insanın ‘dini’dir. Dizilerde izlediği sahnelerden tatmin olan insanlara da memleketin psikiyatristlerinin, tıp doktorlarının, kişilik gelişim uzmanlarının v.d. koyacağı bir teşhis vardır herhalde…
Televizyon dizilerinde sinema sanatı adına en aşağılık, en iğrenç haramlar, tecavüz sahneleri işlenmektedir. Bu sahnelerin, o soysuz eylemi alenileştirmek, insanlar arasında “münkeri emretmek, marufu nehyetmek”ten daha başka hiçbir anlamı yoktur. Bu, tam da İblis’in görevidir. Bu tür haramların değil bir dizide dakikalarca gösterilmesi, radyo veya televizyondan haber olarak verilmesi bile eğitim, kişisel gelişim, pedagoji v.b. açısından tam bir cinayettir. Dizi filmler zaten bu iğrenç fahşa ve münkeri, toplum yaşam biçimi haline getirsin diye canlandırmaktadır. Yani toplumun dini olsun istenmektedir.
Bütün bu utanmaz-arlanmaz cürümlerden sonra bir de TV ekranlarına birtakım entelektüel, bilim adamı, aktivist ya da sanatçıyı çıkartıp, lafı eveleyip geveleyerek toplumun ahlakına ilişkin çok ilerici(!) analizler yaptırılması, tamamen namusa, şerefe, haysiyete, iffete sövme yerine geçmektedir. Çünkü ırz ve namus kavramını tamamen yok etmek isteyen aktörler, toplumun ahlakı üzerinde gevezelik yapmaktadırlar.
Zina gibi, tecavüz gibi haramlar, bunların -güya- deşifre edilmesiyle azalmaz, daha da artar. Bu sahneler öncelikle insanlardaki utanma duygusunu yok etmekte, körpe dimağlardaki ar damarını çatlatmakta, evleri günah-haneye çevirmektedir. Bu yöntemle olsa olsa İblis’e rehberlik yapılmış, nefisler alabildiğine azdırılmış olur.
Ne gariptir ki, filimlerde soygun sahnelerinin, soygunculara yol gösterdiği için verilen tepkiler, namus konusunda asla verilmemektedir.
Allah fahşâ ve münkerin açık olanını da, gizli olanını da haram kılmıştır. (6/En’am, 151; 7/A’raf, 33). Bu haramlar müminleri ilzam eder, kâfirlerin ise kâfirliğini artırır.
Nefisleri zina gibi haramlara özendirmek kolay, namaz gibi hayırlara yöneltmek zordur. Çünkü nefisler günaha meyyaldir. Günahlar nefis için daha caziptir. Haram-helal, günah-sevap, cennet-cehennem gibi kavramlara yabancı, Allah’a iman etmemiş kimselerin dizilerinde alenen fahşâ ve münker sahnelerini yayınlamaları gayet olağandır. Çünkü kâfirlerin değer yargıları buna elverişlidir.
Liberal-demokratik toplumlarda günah, fahşâ, münker adındaki edepsizliklerin “insan hakkı” zımnında kabul görmesi de olağandır. Zaten liberalizmin hedefi insan nefsini, arzu ettiği her şeyi yapabileceği bir ‘özgürlük’ ortamına müteveccihen azdırmaktır.
Peki, doğal olmayan nedir? İnsan fıtratı açısından bir insanın bütün insanların gözü önünde çiftleşmesi doğal (fıtrî) değildir. Hayvanların belirli bir kısmı bu tıynettedir. Utanma duygusu insanda yaratılıştan gelir. Utanmazlık bilahare toplum tarafından kazandırılmaktadır! Bir memleketin insanları kendilerini ‘müslüman’ olarak tanımlıyorlarsa, orada şikâyetçi olduğumuz haramların şu veya bu isim altında alenen yayınlanması doğal değildir. Kendini İslam’a nispet eden bir toplumda, kendini İslam’a nispet eden insanların bu rezaletlere sessiz kalmaları doğal değildir. Doğal olan, marufu emir, münkerden nehiy icabı “ben müslümanım” diyen herkesin bu ahlaksızlıklara sesini çıkartması, vurdum-duyar insan olmasıdır.
Demokrasinin salt bir yönetim biçimi olmayıp, aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir hayat tarzı olduğunu böylece bizzat yaşayarak görmekte, anlamaktayız. Bu, Müslümanlara iyi bir ders olmalıdır. Ama bu tecrübe pahalıya mal olmaktadır. Karamsarlık olmasın diye, ilköğretim okullarına kadar inen ahlaksızlıklardan bahsetmek istemiyorum.
Demokrasi, vasat olanından ileri olanına doğru evrildikçe İslam’ın sanki daha da eteği ağırlaşmakta, sadece bir inanç sistemi olarak izbe mabet köşelerinde bir sığıntı olarak varlığını sürdürmektedir.
İslam yeryüzünde egemen olmadıkça, fahşâ ve münker yok olmayacak, Müslümanlar tarafından nehiy nesnesi olmayacaktır. Fakat hiç değilse “ben müslümanım” diyen insanların; saniyen, namaz kılan insanların, oruç tutan insanların ila ahir… ahlaksızlık yayan TV dizilerini izlememeleri gerekir. İlk etapta ve acilen elimizden gelecek çözüm budur. Ardından da, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan, marufu emretmen, münkeri nehyetme kabilinden, bütün haramlara karşı tepkimizi koymanın yolarını araştırmalıyız.
Yüzyıllardır varlığını sürdürmekte olan sanat eserlerini ayakta tutan unsurlardan biri de, taşlarını birbirine tutturan, içindeki harçlarıdır. Bir toplumu ayakta tutacak harç da ahlak, edep, ar ve namus kavramıdır. Göz göre göre harcımızı, üç beş ahlaksız paragözün para hırsına kurban etmekteyiz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *