Tüm sektörlere uzanan neoliberal el, geniş bir pazar payı ve büyük kazanca sahip olan eğitim sektörünü de devletten bağımsızlaştırmanın yollarını aramıştır.
Sıklıkla duymaya başladığımız ve fark etsek de etmesek de hayatımızın her noktasını kuşatan derinden ve durmadan devam eden bir süreçle karşı karşıyayız. Kapitalizmin iktisadi öğretisi olan bu sürecin adı neoliberalizmdir ve esas itibarıyla liberalizmin temel ilkelerinin piyasa şartları içinde yeniden yorumlanmasından ibarettir. Liberal yani serbest kelimesinin yenilenmiş(neo) versiyonu olan bu süreç; ekonomik gelişmelerle tanımlanmakla beraber ekonomi kavramının altında siyasal hedef, kültürel değişim-kültürlerarası geçiş ve toplumsal örgütlenme tarzı olarak da hayatı kapsayıcı, belirleyici, yönlendirici bir halin ortaya çıkışını ifade etmektedir. Bu yoğun etkileşim aynı zamanda refah devleti kavramıyla oluşturulmuş sistemlerin müdahaleci ve paylaşımcı pratiklerinden keskin bir şekilde kopuşunda bayraktarı rolündedir. ABD Başkanı Reagan ve İngiltere Başbakanı Thatcher döneminde kurumsallaştığı ifade edildiği için bu ideoloji bu iki isimle anılmaktadır. Pierre Bourdie neoliberalizmi; saf Pazar mantığının yoluna çıkabilecek tüm birliktelik yapıları ortadan kaldırmaya yönelik bir programdır.1
Ekonominin başat rol oynaması dünya hâkimiyeti noktasında her tür kazanım için bir güç ve tehdit unsuru olmasından kaynaklanmaktadır. Ekonomiyi hakim güç kabul eden, dünyayı tek bir pazar olarak görüp her coğrafya, iklim ve kültürde aynileşmiş bir hayat tarzını -tüketimi- baz alan ve her ulus-devleti bir işletme, toplumları da müşteri olarak gören bu ideoloji ekonomik olanın emperyalizmi olarak da tanımlanmaktadır. Nitekim piyasanın “özgürce” hareket edebilmesi ve devletin müdahalesinin yok denecek kadar azaltılmasının en önemli özelliği elde edilen zenginlikler yardımıyla her tür hegemonik esaretin oluşturulması ve farklı bir boyutta hayatın tanımlanmasını sağlamaktır. Aynı zamanda dünya toplumuna giden bir insan hareketliliği, göçler, farklılıklar, çokluklar özel bir değişimi işaret etmektedir. Bu bağlamda, neoliberalizmin ideolojik çerçevesi; piyasa ekonomisine devlet müdahalesinin en aza indirilmesi, özel sektöre dayalı Pazar ekonomisinin oluşturulması, yabancılarla rekabetin özel sektöre dürtü kabul edilmesi ve aynı zamanda fiyat denetiminin temel öğesi sayılmasıdır.2
İkinci dünya savaşı sonrasında oluşan neoliberal politikalar Thatcher ve Reagan döneminde kemale ermiş özellikle krizlerden beslenerek ve dönemin sosyal politikaları bahane edilerek piyasayı merkezleştirmiş ve soyut araçlar yoluyla denetimlerden uzak tutulmuştur. 70’li yılların krizleri sonunda gelişmiş ülkelerin petrol-dolar fonlarını değerlendirmek için oluşturdukları borç piyasası sistemin gelişmesine imkân tanımıştır.
Neoliberal düşüncenin ürettiği ve dünyanın her yerini donattığı iddia, devletin elinden çıkan hizmetlerin kalitesizliği, pahalılığı, piyasa rekabetinin olmayışı hatta birçok zaman gereksizliğiydi. Bu sorunların çözülebilmesinin tek yolunun da devletin üretimden elini çekerek özel teşebbüse devretmesi; özel teşebbüsün rahat iş yapabilmesi için ise gereksiz bürokrasiyi(!) azaltıp devletin müdahalesini yok denecek seviyeye çekmesiydi.
Tüm sektörlere uzanan neoliberal el, geniş bir pazar payı ve büyük kazanca sahip olan eğitim sektörünü de devletten bağımsızlaştırmanın yollarını aramıştır. Bu arayışın gerekçeli kararını üretmek ve kamuoyunda itiraza engel olabilmek için devlet okullarının kalitesizliği, bakımsızlığı, öğretmenlerin eğitim-öğretim faaliyetlerindeki isteksizlikleri ve verilen eğitimin zayıflığı gibi başlıklar yaygınlaştırıldı; öğretmenlerin hayat şartları zorlaştırılırken okullara öğretmen maaşları dışında hemen hemen hiçbir ödenek ayrılmaması sağlandı. Son dönem öğretmenlerin çalışma saatlerine karşı aldıkları maaşların fazlalığı, öğretmenlerin çok fazla tatil yaptıkları gibi gerekçelerle de itibarsızlaştırılan eğitim sistemine alternatif olarak özel okullar yani özel sektör önerilmekte ve hızla bu öneri hayata geçirilmektedir. Özel okul, özel üniversite, dershane sistemi her yeri ele geçirmekle kalmayıp ayrıca devletten çeşitli destekler almaktadır. Elbette bu tip uygulamaların olumlu sonuçları da vardır ve toplumun çeşitli kesimleri farklı vesilelerle bu sonuçlardan yararlanmaktadır. Ancak bütüne baktığımızda diğer sektörler gibi eğitim sektörünün de bir pazara dönüşmüş ve dünya pazarına takdim edilmiştir. Yani eğitim dönüşüme uğratılmış, ticari bir faaliyet alanı haline getirilmiş ve maalesef kalitesi tartışılır hizmet üretmeye başlamıştır. Özellikle son dönemde artışa geçen vakıf üniversiteleri bir işletme mantığıyla çalışıp ekonomik karşılığı olmadan eğitim üretmez olurken, devlet üniversiteleri için “girişimci” üniversite tanımı yapılarak kazanç sağlamaları, ekonomiye katkıda bulunmaları, kazanç elde etmeyip sadece “tüketen” bölümlerin ise bir an önce kapatılmaları gündeme gelmiştir.
Devasa bir sektör ve yüksek kar oranları olan eğitim alanı ekonominin yeni efendileri için çok cazip kazançlar elde ettirmekte, ayrıca böyle kurumlara sahip olarak özel bir itibar da ortaya çıkarmaktadır. Bu duruma hemen hemen toplumun hiçbir kesiminden ciddi ve esaslı bir itiraz gelmemiş, uygulanan politikalara muhalefet eden kesimler ise sadece iktidar karşıtlığı üzerinden konuyu ele alıp gereksiz diyaloglarla işin ciddiyetine halel getirmiş, konuyu sulandırmışlardır. Oysa noliberal uygulamalar ilginç bir pazar ekonomisi olup ideolojik anlamda pazarlanmakta, rekabetin üstünlüğünü ve önemini ifade ederken ekonominin efendilerinin herhangi bir rekabetle karşılaşmadan sınırsız kar elde etmelerini sağlamakta ve bu işleyişe masum(!) bir ifadeyle “serbest piyasa” denilmiştir.
Serbest piyasa genel anlamda istihdamı azaltmakta, insanları işsizliğe sürüklemekte ve bu işsizliğin doğal sonucu olarak ucuz işgücü oluşturmaktadır. Eğitim kurumları ise öncelikli olarak ekonominin efendilerine para ve itibar kazandırırken aynı zamanda piyasanın istediği türden elemanı yetiştirmektedir. Bu düşünceden yola çıkarak kamu reformu anlayışıyla öğretmenlerde kadrolu değil sözleşmeli çalıştırılmaya başlanmış, devlet bir öğretmen maaşının ancak yarısı kadar bir ücretle insanlara zulmetmektedir. Şartların yetersizliği ve her geçen gün daha da kötüye gidişi eğitim sektöründe doğal verimi azaltırken hayat içerisinde kutuplaşmaları da bir hayalet vasfıyla artırmaktadır.
Toplumda fakir, yoksul ve hayattan yoksun insanlara asalak gözüyle bakan neoliberal sistem bu grup insanları toplumdan dışlarken, eğitim alanının ücretliye doğru kayan sisteminden de uzaklaştırmaktadır. Eğitimin ücretlendirilmesi sadece fakirleri değil orta sınıftan insanları da bu imkânlardan uzaklaştırmaktadır. Çünkü bir sermaye birikim alanı olan eğitim sektörünün ticari kapasitesinin zayıflatılması kabullenilebilir değildir. O halde eğitim sektörü genişlemeli, güçlenmeli ve sayesinde para-itibar kazancı sağladığı insanları ayrıca piyasanın istediği, apolitik, tüketen, haz ve azgın isteklerinin peşinde koşan, niteliklerine rağmen ucuz iş gücü olmaktan kendini alıkoyamayan ve neoliberal politikalara su taşıyan vatandaş olacak şekilde eğitir. Yani okullar ve bağlı bulundukları eğitim-öğretim sistemi kapitalizmin ekonomik yönünü ifade eden neoliberal düşünceyi genç nesillere dolaysız ve etkin bir şekilde ve farklı bir dünya yokmuşcasına kesinliğinde anlatmaktadır. Ivan Illich’in deyimiyle “okul, sonsuz-sınırsız tüketim mitinin başlatıcısıdır.3 O halde okul yani eğitim sistemi neoliberal ekonomik mekanizmanın tüketicilerinin üretildiği toplumsal kurumlar olmuştur.
Bu sistem eğitimi bir kazanç kapısı olarak ele almakla kalmaz bir de kazançları için gerekli öğrenci, öğretmen ve eğitim kurumlarını da devlet ya da çeşitli STK’ların desteğiyle oluşturmaktadır. Kendi okulunu kendin yap projesiyle toplum devletin bütçesini kullanmadan birçok eğitim kurumunu yaptırmış ve bu kurumları içindeki öğretmenleriyle beraber birer birer ekonomik sisteme dâhil etmiştir. STK’lar ise toplumun tüm kesimlerinin okul imkânından yararlanması amacıyla çeşitli kampanyalar oluşturmuş ve çeşitli başlıklar altında öğrencilerin maddi yönlerine destek olmuşlardır. İnanca karşılık gelmeyen bu sadaka kültürünün altında yetişen gençlik hayata 1-0 yenik başlamaktadır. Üniversiteler ise, düşünce üretmekten çok mesleki eğitim veren kurumlar olmuş ve piyasaya nitelikli insan yetiştirmeye başlamışlardır. Bu mantık piyasa da insana da “kaynak” gözüyle bakmakta, insanın hayat içerisindeki önemi ve anlamını tüketici bir mantıkla okumakta/okutmaktadır. Bu düşünceden yola çıkarak piyasayla irtibatı olmayan birçok bölüm doğal seleksiyon yöntemiyle kapanmaya yüz tutmuştur. Yani üniversite ekonominin efendilerinin ısmarladığı insanı üretmeye başlamıştır.
Neoliberalizmin bireyciliği öne çıkarırken belirgin özelliği ile ulus ötesi organizasyonların (Dünya Bankası, IMF, GATT, DTÖ, UNESCO vs.) siyasi gündemleri, politikaları ve hayatı belirleyen ve piyasaları istedikleri gibi yürüten güçleri arasında bir korelasyon vardır. Bölünmüş, parçalanmış, hazzının, keyfinin, azgın isteklerinin peşine düşen aynı zamanda yalnız ve korumasız bireyin apolitize hali neoliberalizmin önü alınamaz şekilde yükselmesine neden olmaktadır. Bu düşüncenin beklediği insan modeli de ekonomik olarak kendine yeterli, piyasaya uyumlu, rekabeti sistem içinde durarak yapan, tüketen ama düşünemeyen bir şekildedir. Bu model insan elindekini kaybetmemek için elinden geleni yapmakta ve gelecek endişesiyle birçok itirazı dillendiremeyerek uzlaşan, boyun eğen şeklinde tasarlanmış ve uygulamaya koyulmuştur.
Eğitimin ve eğitim kurumlarının birer işletme olarak yapılandırılması öğrenciyi de bu sistemin müşterisi haline getirmiş, dolayısıyla öğrencilerin düşünen, üreten ve eleştirebilen yönleri de törpülenmiştir. Müşteri kaybetme korkusu ise öğretmeni tam bir kaosa sürüklemiş, ancak ekonominin efendileri için bu kaos anlamlı olmadığı için konuya ait herhangi bir çözüm oluşturulamamıştır. Bir zamanların kölelik sistemlerine, feodal yapılarına karşı olduğunu iddia edenler ise bu sistemin insanları yeni bir köleliğe hem de gönüllü, istekli ittiğini gözlerden kaçırmaya çalışmıştır. İşte bu noktada yetişen öğrenciden toplumun diğer bireylerine kadar herkes; kar-zarar hesabı yapan, insana kaynak gözüyle bakan, ekonomik olarak yeterliliği hayatın olmazsa olmazı sayan, kazanmak için ne gerekiyorsa yapılması ilkesini benimsemiş ve herkesin/her şeyin bir fiyatı olduğuna inanmış kişiler olacaktır/olmuştur. Bu anlatınlalar da bize eğitimin ciddi bir politik tercihi ifade ettiği ve politik süreçlerle belirlenmiş olmasına muhakkak suretle itirazın oluşması gerektiğini anlatır.
1- Tekin, S. (2003) “Neo-liberalizm, Teknik akıl ve Üniversitenin Geleceği” Toplum ve Bilim, sayı 97, 144-163
2- Gülten KAZGAN, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001), İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005, s.195-196
3- Ivan Illich, Okulsuz Toplum, 2005, Şule Yayınları
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *