Kurtuluş için reçete verili; asla ve usule, usulünce riayet… İşte bu reçete özetle ‘Asr sûresinde’ verilmiş, tekrarlanmış halde, talibini, talebesini beklemektedir. Belki hastasını! Ancak işte önce o farkındalık ve kabul gerekli; hastalığın idraki ve kabulü ile tedaviye rıza gösterme, boyun eğme…
Mustafa Bozacı
Asr sûresi malumunuz son ilahi vahyin muhtasar bir beyannamesi, efradını cami ağyarını mani bütünlük, sadelik ve kifayette bir hayat postulasıdır. İlave izahata ve başka delillendirmelere ihtiyaç duymayacak serahatte bir özet yol pusulasıdır. Bir reçete, bir yol azığı ve ışığıdır. Büyük bir lütuf/nimet/rızık ve imkandır.
Onu anlayan ve idrak eden ‘Ne yapmalıyız?’ diye sormayacaktır. Olası duraksamalar, geri adımlar, bazen yalpalamalar, ihmal ve ihlaller neticesindeki zaman, emek, imkan ve hatta insan kaynağı/desteği/bireyi yitimi noktasında kişiye ‘düştüğü yerden yeniden kalkıp doğrulması, istikamet üzere bu reçeteyi uygulaması için’ gerekli ivme ve motivasyonu verecektir.
Elbette ‘anlama’ vurgusunun bir bilgi ve bilinç, samimiyet ve fedakarlık, bir tercih, bir azim ve kararlılık, hak ve sorumluluk ilişki ve irtibatının sağlamca tesisi yanında ‘ahlak edinme’ ve ötesinde (aslında beraberinde) bir yaşama aktarma, hayatla buluşturma iradesi de istediği aşikardır.
Anlama – ahlak edinme – yaşama sürecinde, yani birlikteliğinde asıl sorulacak sual ‘niçin’ sorusudur. İşte bu aslî sualin cevabı da yine ‘Asr sûresinde’ içkindir. Sebep sonuç ilişkisini de vurgulayacak boyutta üstelik… ‘Hüsrana uğrayan, ziyanda olan, imkan ve iddialarını yanlışa yorup yanlış yerlere harcayan, kendi zan ve kuruntuları, heva ve hevesi için tüketen/tükenen insan(lık) için kurtuluş yolu, çıkış hal çaresi, çözüm yol ve yöntemi…
Hemen hepimiz farklı vesilelerle, farklı biçimlerde bu sûrenin aslında tefekkürüne çalıştığımız içeriğinin bilgisiyle o önemin farkında olarak, gerek Arapçasının ve gerekse (özellikle son zamanlarda öne çıkan boyutuyla) anlaşılan/konuşulan dil ile manası üzerinden okunarak sûrenin bu özgün yer ve içeriğin tahakkukunun umulduğunu, bir ‘sünnet’in ifa edilmeye çabalandığını görmüş, yaşamış ve dahası bizzat uygulamışızdır. Bu hal halen de sürmekte, farklı bir araya gelişlerde, özel sohbetlerde, genele açık bazı programlarda dahi icra edildiği pekala görülebilmektedir.
Bu Asr sûresi okuma ritüelinin genellikle sohbetlerin, oturumların sonunda ifa edildiği meşhur olmuşsa da başında icra edildiği ve bazen de hem başında hem sonunda tekrarlanması da bir vakıadır.
Bir hakkı teslim edelim ki bu ritüele dair özgün bir yorumu çok yıllar önce İhsan Eliaçık’tan okumuş ve bizce de isabetli o okumanın, esasen sûrenin niçin böyle bir geleneğe indirgenmiş olmasını, sadece bir şekilcilik olarak algılamaktan da öte bir yanlışa hamletme, bir anlam kayması ve buharlaşması, yanlış olmasa da eksik bir tutum olarak yerleşmesini bir eleştirisi ve bunun tashih çabası olarak da üzerinde durulması gereken bir okuma olduğunu vurgulamamız gerekiyor.
Gelinen süreçte o vurgu, o tashih çabası yeterli makes bulmuştur, diyebilir miyiz; maalesef ve ne yazık ki hayır! Bunda farklı gerekçeler öne sürülebilse de işin bir toptancılık hal-i pür melali gereği ilgili kişi üzerinde oluşan, oluşturulan (Biz burada bir tercih beyanında, taraf izharında bulunmuyoruz, bu konuda, meselenin sûre özelinde tefekkürü ve doğru olanı sahiplenme, vurgulama boyutuyla gündem ediyoruz.) farklı boyutlardaki söylemlerin, yargıların önemli etkisi olduğu kesin… Neticede, hal-i hazırda o ritüel aynıyla vaki olarak en çok mealinden okunarak hakkı verildiği, görevin ifa edildiği, muradın hasıl olduğu/olacağı yargısı sürüp gitmekte, uygulama o boyutu ile kâfi görülmektedir.
Zaten buralarda olduğu şekliyle, müslümanım diyenlerin coğrafyalarında Kur’an çoğunlukla kutsal bir nesne olarak algılanmakta, öpüp baş üstüne konarak, ona hürmet edilmiş, ona karşı vazife ifa edilmiş zannı galebe çalmakta, içerik ve ‘Bizden ne isteniyor?’ sualinin kaydında olunmamaya devam edilmektedir. Ahkamı nedir, bize ne teklif ediliyor, emredilenler ne, yasaklananlar ne, Kur’an niçin va’z edilmiştir, getirisi ne, götürüsü ne… bunlar dikkate alınmayınca, ‘çare ne’ suali ve cevabı da askıda kalmakta, çözümsüzlük ve kanıksama yol olmakta, fasit bir dairede, avare kasnak gibi dolanıp durulmakta, suç şeytan ve avanesine havale edilip ‘Adım Hıdır, elimden gelen budur!’ kolaycılığına sığınılmakta, istikamet de bir türlü tutturulamamaktadır.
Akif’in şiirinden bir pasajda dediği gibi ‘Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kur’an’ın/Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın/Ya açar nazm-ı celil’in, bakarız yaprağına/Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına/İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin/Ne mezarlıklarda okunmak, ne de fal bakmak için. Aynıya vaki, değil mi durum!
İhsan Eliaçık’ın ilgili makalesini ısrarla ve şiddetle(!) öneririm; okumayanlar mutlaka okusunlar, okuyanlar tekraren okuyup gündemleştirmek için çaba sarfetsinler: (‘Asr Sûresini Okuyup Dağılmak’ Ne Demektir?)
Kendisi de ilgili makalede yukarıda alıntıladığımız Akif’in şiirinin baş tarafını almış; ‘’İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de/Yoksa bir mana aranmaz mı ayetlerde/Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kur’an’ın/Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın…’ ve Mevdudi’den bir anekdot paylaşmış, ‘Kral yanındakilerden su istemiş. Onlar da ‘su getirin, su getirin…’ diye bu emri zikir çekerek tekrarlamışlar, sözde emri yerine getiriyorlar.’ şeklinde eleştirel bakışını sunarak, tabi bizden mealen, ilgililerine makalede ayrıntıları, aynıyla okunmaya, özümsenmeye hazır. Bir vurgu da ‘resul ve ashabının ilk emir (İKRA’) ifadesini de bizim gibi algılamadıkları, ‘Kitap oku!’ değil, ‘Hayatı oku, meydan oku, eyleme geç, yüklen, taşı, çağır’, anlamında anladıkları ve bunun O’nun (as) yaptıklarından, hayatından anlaşılabileceğini ifade etmesi de dikkate alınması gereken bir okumadır.
Uzun bir alıntı yapacak olursak: ‘’Demek ki “Sahabe Asr sûresini okur öyle dağılırdı” demek aslında şu demek oluyor: Yani sahabe bir araya gelince iyilik, güzellik ve doğruluk için neler yapılabileceğini, hak ve adalet için nasıl mücadele edeceklerini konuşurlardı. Korkularını yenmek ve dertlerinin esiri olmamak için çözümler üretirlerdi. Birbirlerinin acılarını ve dertlerini paylaşırlardı. Bir derdi olan söylerdi, ona hep birlikte çözüm ararlardı. Bir derdi ve meselesi olan bunu önce Allah’a, sonra Müslümanların ortamına getirerek çözeceğinden emin olurdu. Bunun için Allah’a dayanırlar (tevekkül) ve birbirilerine arka çıkarlardı yani “arka-daş” olurlardı. Sahabe (arkadaş) bu demekti.
Bugün için söyleyecek olursak bir toplantının sonunda “Asr sûresini okuyup dağılmak” şu sorulara cevap bulmak demek olur: “İyiliği, güzelliği ve doğruluğu yaymak için ne yapabiliriz? Zulüm ve haksızlıkla dolmuş dünyada hak ve adaleti nasıl yükseltebiliriz? Bir çıkış yolu bulmamız lazım? Arkadaşlar, bir derdi olan varsa söylesin, çekinmesin. Allah’tan ve birbirimizden başka dostumuz yoktur. Ne yaparsak birlikte yapacağız. El ele, gönül gönüle, omuz omuza verirsek Allah’ın sevgi ve merhameti üzerimize yağacaktır. Hastası olan, borca batmış olan, başı belaya giren, düşen kalkan kim varsa söylesin. Elinde olan olmayanla paylaşsın, olan olmayana versin… Bakın boşanmalar çoğalıyor, aileler dağılıyor, fuhuş her yanı kapladı, uyuşturucu giderek yayılıyor, sahipsiz çocuklar sokaklarda yatıyor, ihtiyarlar yalnızlığa terk ediliyor, komşu komşuya selam vermiyor, verdiğimiz vergiler nereye gidiyor, mahalledeki çöp neden toplanmıyor vs. vs…
İşte “Asr sûresini okuyup dağılmak” bu ve benzeri sorulara cevaplar üretmek, paylaşmak ve öyle dağılmak demektir.’’
Esasen bir ekleme yapalım ki asıl meselelerden biri de işte ‘dağılmak’ diye alınan ifadeyi, mecazın da ötesinde ‘Asla dağılmamak, el ele, omuz omuza, bir binanın kenetlenmiş tuğlaları gibi bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olmak ve bu işi belirli zamanlara ait kılarak, mutatlaştırmak yerine, bir devamlılık, kesintisiz bir süreç olarak almak, okumak yerinde olacaktır.
Hüsran aşikar; elçilerin tarihine, onlara karşı geliştirilen zan ve kuruntu bariyerlerine, heva ve heves kaynaklı yükseltilen duvarlara ve çoğunluğun bilahak duruşuna, tavır alışına bakınca…
Kurtuluş için reçete de verili; asla ve usule, usulünce riayet… İşte bu reçete özetle ‘Asr sûresinde’ verilmiş, tekrarlanmış halde, talibini, talebesini beklemektedir. Belki hastasını! Ancak işte önce o farkındalık ve kabul gerekli; hastalığın idraki ve kabulü ile tedaviye rıza gösterme, boyun eğme…
Kurtuluş istisnası; bakınız burada sayılardan ‘biri’ değil, yalnız tekini alıp diğerlerini bırakarak değil, tamamına, tamamıyla/aynıyla riayetle olacak bir durumdur bu…
İman edenler; ilk ve olmazsa olmaz şart! O olmadan diğerleri eksik ve kadük kalır. Pek de bir işe yaramaz, esasen ‘hiç!’ de diyebiliriz. İmanın da bileşenlerinin, olmazsa olmazlarının, gerek ve şartlarının olduğu da izahtan varestedir. Nelere, ne kadar, nasıl ve en başta ‘niçin’ iman edileceği kadar, nelerden (başta tüm şirk unsurları ve kişi, kurum ve kuruluşlarıyla tağuttan teberri etmek), nasıl ve niçin uzak durulacağı, (La) denilerek onlardan tezkiye, temizlenme lüzumu çoktan daha çok önemlidir. Bu kuru bir iddia değildir yani! Tasdik, ikrar ve îfa tezahürleri ile bütünlük isteyen iradi bir tercihtir ve O’na teslimiyet ve samimiyetle yönelimdir.
Salih ameller; ‘iyi işler’ özetiyle, bizler için ‘Allah’ın (cc) rızasını umarak, O’nu başta da sonda da hesabın içine mutlaka, öncelikle katarak, sulhe, selamete, silm’e dair iş ve işlemlerde bulunmak manasını içerir. Farzlar başta olmak üzere, emir ve yasaklara, helal ve haramlara dair samimi bir tutum içinde olmak, ubudiyeti ihmal ve ihlal ettirmemek, hakkıyla ifa etmek… En başta ‘salihlerden olmak’ bilinci… Evet iyi işleri iyi insanlar yapar ve fakat ‘müslümanlar’ –hakkıyla- salih işler yaparlar. Zira bunu halis bir niyet etrafında ve kulluk görevi olarak görürler, sair işlerinden ve ibadetlerinden ayırmazlar.
Hakkı tavsiyeleşmek; hak Rabbimizden gelendir. Tümüyle asıl metin Kur’an’dır (Bakara 174). Onun tamamıdır. Bunun tavsiyeleşilmesi, karşılıklı, çift yönlü bir ilişki, süreç içerisinde ‘emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker’ emrinin ifası, Rabbimizin yoluna davet (hikmetle, güzel örneklik, öğüt ve misaller, en güzel biçimde mücadele ile/Nahl 125), Kur’ani bütünlüğün hayatla buluşması mücadele ve mücahedesidir. Yalın anlamıyla doğru, adalet, liyakat, iktisat, hukuk ve şeriat, tedrisat ve cemiyet ahvalinin tüm bileşenleri bunda içkindir.
Sabrı tavsiyeleşmek; bu da yalın olarak ‘başa gelenlere katlanmak’ şeklinde anlaşılmamalıdır sadece… Keza yanlışa yorarak sisteme dahil edilmiş(!) bir ‘kader’ ve ona teslimiyet, onun karşısındaki çaresizlik mevzuu değildir bu… Bu emir de çift yönlü süreçleri, bir defalık ve anlık bir ifadeyi değil, en baştan en sona kadar bir teyakkuz halini ifade eder. Sebeplere sarılıp sonra tevekkül etmek… Direngenlik, çıkış için olanca güç ve imkanlarla arayış içinde olmak ve bunlar için fedakarlıktan kaçınmamak… O sonucu doğuran sebeplerin doğru tahlil ile çözümü, izalesi ve tekrarlanmaması için gerekli iş ve işlemlerin gerçekleştirilmesi ve kalıcı derslerin alınması faaliyetlerinin bütünü olarak anlaşılmalıdır.
Çare için özet olarak beyan ettiğimiz ‘Asr sûresinin’, bizdeki özet karşılığı, anlamı, tefekkürü bu şekilde…
Umarım çare olabilmişizdir! Çare için ufak bir ışık yakabilmişizdir. Daha doğrusu bize iletilen ışıktan istifade ile bir ziya kırıntısı sunabilmişizdir.
Şimdi ‘dağılmadan’ safları daha sık ve düzgün tutma zamanı!..













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *