Son Seyahatimizden ‘Sıhhatimize’ Dönük Yansımalar

Son Seyahatimizden ‘Sıhhatimize’ Dönük Yansımalar

Ziyaret rotamızın her bir noktasında bazen tek olarak ve bazen de toplu olarak buluştuğumuz görüştüğümüz kardeşlerimiz bizleri gönendirdiler. Kurulan maddi manevi maidelerden müstefid olduk! Gözümüz de gönlümüz de doydu!İstişarelerin nimet oluşu bir kez daha açığa çıktı…

Mustafa Bozacı

Bir müddet önce gerçekleştirdiğimiz ve sizler için aklımızda kalıp gönlümüze düşenleri paylaştığımız son seyahatlerimizin (https://iktibasdergisi.com/2024/08/03/son-seyahatimizden-yansimalar/), (https://iktibasdergisi.com/2024/01/30/seyahatimizden-sadra-dusenler/) ardından bu ağustos ayı başında gerçekleştirme fırsatı bulduğumuz en sonuncusundan sadrımızdan satırlara düşenleri paylaşalım istedik. Biz o çerçevede, o planlamaya dair muradımıza erdik, kerevetine sizler/tüm dostlar çıkınız!

Evet, mutad buluşmalarımızda, istişarelerimizde ilk öne çıkan ve vurgulanan, sık sık gerçekleştirilmek üzere kararlaştırdığımız bu, dostlarla tanışıklık ve danışıklık seyahatleri için, bu seneki planlamamızda İç Anadolu’nun kuzeyinden başlayıp Doğu Karadeniz’i ve oradan Doğu Anadolu’ya inecek bir geniş yelpazeli seyahat planlamamızın çok büyük kısmını gerçekleştirmiş bulunuyoruz. İstikamette, bazen zaman gereği ve bazen mücbir sebeplerle bazı güncellemeler gerekti ve bazı noktalara gidemedik ve bazı noktaları da atlamak durumunda kaldık. Karadeniz ağırlıklı bu seyahatimizin karakterine uygun olarak durumu, Temel’in idam edilirken dediği gibi ‘Bu, bana ders olsun!’ ifadesiyle dillendirelim ve kendimizce hem hakimi hem mahkumu olduğumuz durum için gıyaben bölgedeki kardeşlerimizden bu aksama için özür dileyip helallik isteyelim ve dua edelim de Rabbimiz en kısa zamanda bu ihmali telafi fırsatını bizlere nasip etsin. İşte o ‘ders’ kısmı sadedinde, aldığımız karar da daha sonraki planlamalarımızda daha lokal ve birbirine yakın, başı sonu iyi belirlenmiş, daha organize seyahatleri planlamak ve gerçekleştirmektir. Daha uzun soluklu görüşme ve teatiler, zamanı verimli kullanma ve daha temalı-konulu, yerine göre geniş ve duruma göre özel programlar icra edebilmek için böyle bir karar aldık. Yoksa bu seferki durumda yaşadığımız gibi, zamanın çoğu yollarda yitirilmekte, bazı noktalarda yaşandığı gibi ‘Ateş almaya mı geldiniz!?’ haklı eleştiri ifadesi bizzat yaşanılır, söze muhatap kalınır olunmaktadır. Hele son zamanların aşırı hava sıcaklıkları ve nem olgusu hesaba eklendiğinde, fatura maalesef kesiliyor insana, bize! ‘Hiç de haksız değiller!’ de dedirterek…

Ayrıntılara geçmeden önce hem yol refiklerime (dergimizden Mehmed Durmuş ve Tarık Özkan) hem de bazen ateş almak bağlamında da olsa görüşme, ziyaret ve fikri teati fırsatı bulduğumuz, kapıları, imkanları kadar gönüllerini de bizlere açan sair beldelerdeki kardeşlerimize gönülden ve çokça teşekkür ediyorum. Her biri bir değer ve bahsi diğer! Beraberlerken daha da güzel! Daha muteber! Daha öncesinde ve önemli olarak bizler bu nimeti, fırsatı sunan, kolaylaştıran, başlama ve bitirme imkanını lütfeden Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar, şükürler ediyor, daha nicelerini, emrettiği niteliklerle ve nitelikte gerçekleştirme azm-ü cehd-ü gayretini sunmasını niyaz ediyorum. Elbette karşılıklı olarak! Bir teşekkür de, diğerlerinden bir eksiltme olmadan, fazlasıyla teşekkürü halk eden, bu seyahatin hem ziyaret eden hem de ev sahibi tarafında bulunarak ziyaret edilen, seyahatin kendinden sonraki duraklarına bizzat katılarak, sonrasında da belli bir mesafeyi kendi başına kat etmeyi yüksünmeden göze alarak yarenlikte bulunan dergiden ve fakat ismi ve ortaya koyduğu cehd-ü gayretle cismi ile de ülke sathında bilinen bir kardeşimiz Şükrü Hüseyinoğlu’nadır.

Ziyaret rotamızın her bir noktasında bazen tek olarak ve bazen de toplu olarak buluştuğumuz görüştüğümüz kardeşlerimiz bizleri gönendirdiler. Kurulan maddi manevi maidelerden müstefid olduk! Gözümüz de gönlümüz de doydu! Ama muhabbete doyum olmuyor asla! İstişarelerin nimet oluşu açığa çıkıyor. Uzaktan ve sosyal/sanal/banal medyadan onlarca yılda halledilemeyecek durumlar vicahi bir görüşme ile göz göze bakarak, gönüle dokunarak, hatta bir ‘selamlaşma ve akabinde kelam-ı kibar ile çok kolayca halledilebiliyor. Bir hasıla elde edilemese dahi hiç olmazsa nezaketen ‘paranteze alma ihtiyacı ve zorunluluğu’ hasıl oluyor, bazı farklı duruş ve düşünüşlerin. ’İnsan ‘keşke’ diyor; şu ülkeler arasına çizilen sun’i sınırların kalkması temennisi, hülyası gibi, aynı coğrafyalarda bizi bizden ayrı düşüren her türlü sloganik, yapay, yersiz ve gereksiz, fikri veya ameli, nicel veya nitel mesafeler de kapatılıp sınırlar kaldırılabilse, hiç olmasa! İnanın çoğu eften püften olan bu yapay ayrım noktaları, fikri teatilerle, doğru bilgilerle ve karşılıklı diyaloglarla çok kolay kaldırılabilir. ‘Böl, parçala yönet’ taktiğinin tuttuğu, Rabbimizin ‘tefrikaya düşmeyin/toptan Allah’ın ipine sarılın/senin, dinini parçalayıp gruplara ayrılanlarla işin yok/her grup elindekiyle yetinmekte, övünmektedir’ vb ilahi uyarıların maalesef kulak arkası edildiği, kimse gocunmuyormuş gibi yapsa, üzerine toz da kondurmasa yaşanan süreçlerden, içinde bulunulan İslam dışı yaşayışlardan, Allah’ın yardımının hak edilemeyişinden belli değil mi? Daha ne olsun?!

Biz bu vesileyle duygularımızı, meselenin fikri boyutunu, ‘Neler yapılabilir?’ genel-geçer suali ardındaki arayışımıza yönelik yaşananları, görülenleri ve hissedilenleri paylaşmaya gayret ediyoruz. Hani derler ya ‘kamera arkası’ vakıası şeklinde, ara boşluklarda yenilenler içilenler, izlenen görülen doğal güzellikler, tarihi olgular (mekanlar, objeler, imgeler…), fıkralara konu olacak diyaloglar bizde saklı. Bu dahi karşılıklı ziyaretleri planlamak için yeter sebeptir. Sıhhat bulma vesilesidir, mekan değişimiyle hayır da devşirilebilir; hadislere konu olan ve kelam-ı kibarlara giren. Dahası vahyin de bir uyarısı, talebidir; öncekilerden ders almak ve afakî ayetlerden okumalar için…

Kalkın; kalkın kalkın gelin! Kalkalım; kalkıp kalkıp ziyaretleşelim. Bir ziyaretleşme, tanışma-danışma-dayanışma seferberliği başlasın! Zira bu, ‘ayakta kalmak’, ‘diri kalmak’, ‘yolda kalmak’ adına da önemli! Birbirimizden haberli olalım! Namazlardaki ‘safları sık ve düzgün tutun’ ifadesini hakikate dönüştürelim, her alanda bunu izhar ederek her türlü boşluğu izale edelim, gereğince dolduralım. İctimai bir saf tutma olgusuna katkı sunalım… Müştereklerimizi artırma yolunda sağlam ve kararlı adımları karşılıklı atarken, asgari müştereklerden hareketle (Sanıldığının aksine bunlar hiç de az değil; bir kelime-i tevhid davası bilinci bile bunun için kafidir) bir hattı hareket, bir birlik ve beraberlik ruhu (En azından şirk, küfür, tağut, fitne ve fesat unsuru o kadar çok şeytanî, nefsî, hevaî unsur varken her yanda…) için herkes, her kesim elinden gelenin en iyisini, fazlasını yapsın. Yoksa şikayet eder dururuz; inkar edenler (tüm renk ve dokulardaki) de tağut uğrunda uğraşmaya, ekini ve nesli helak etmeye devam ederler!

Bizler dergimiz, basılmış eserlerimiz, internet sitemiz ve periyodik gerçekleştirdiğimiz (medya ve dergi mekanımızdan) programlarla kendimizden başlayarak kamuoyunu bilgilendirme, bilinçlendirme, emr-i bil ma’ruf vennehyi anil münker sorumluluğumuzu îfa etmeye gayret ediyoruz. Bunlar elbette yeterli değil, bunu sair seyahatlerimizle yaygınlaştırmaya da gayret ediyoruz. Yanlışımızı tashih edecek, eksiğimizi tamamlayacak, azımızı çoğaltacak katkılara her zaman açığız. Olan, serdedilen her çabaya da vüs’atimizce, doğru zemin ve yönelimlerde her zaman katılım göstermeye, katkı sunmaya hazır ve nazırız.

Bunu maalesef bu süreçte kısmen görmüş yaşamış olsak da (Gazze sürecinde çokça görülüp yaşanıyor zaten!) özellikle şu ‘mezhepçilik hastalığı’ onulmaz, aşılmaz bir dert olarak önümüzde duruyor! Buna ‘tekfirciliği’ de eklememiz gerekiyor (ki bu da süreçte şikayet edilip dillendirilen bir konu, durum olmuştur). En kötüsü de sırf bir dernek tabelası adına bölgedeki farkındalığı, birlik ve beraberliği bölüp parçalayan girişimleri –tekraren- duyup görmek olsa gerek! Sonrasında da düşmana/şeytana gerek kalmıyor zaten! Sonra kalkıp ‘ümmet’ hevesleri, söylemleri, talepleri, ‘ümmetin işlevsizliği’ (haklı olan çok tarafı var bu şikayetlerin ama…) şikayetleri, kimse kendi yapıp ettiklerine bakmadan, dillendirilip duruluyor. Başımıza her ne geliyorsa ellerimizle (ve dahi dillerimizle) yapıp ettiklerimizden dolayı geliyor!

Bakınız ‘Gazze cihadı/kıyamı/direnişi’ dahi bu saf tutmayı hakkıyla gerçekleştirebilmemizi temin edemedi, edemiyor! Namazdaki ‘saf’ olgusu, başka manaya mı hamlediliyor?! Yoksa namaz mı bizi kötülüklerden uzak, iyiliklere yakın kıl(a)mıyor?! Bir yerlerde, bir şeylerde bir eksiklik, bazen bir fazlalık (ifrat-tefrit manasında) olduğu kesin! İlkin bunu fark ederek işe başlasak nasıl olur?! Bu hatayı, yanlışı doğru teşhis edersek, doğru tedaviyi de kabullenmiş ve sıhhat-esenlik için ilk doğru adımı atmış oluruz.

Anekdotlarımıza geçmeden önce, bu seyahatimizle ilgili belki de altı-üstü en çok çizilmesi gereken yaşanmışlıklardan, şahitliklerden biri ve önemlisi, Gazze demişken ve taraf izharı manasında ufak(!) da olsa farkındalık ifade eden, dönüş yolunda Eynesil’de gördüğümüz, trafik ışıklarında yer alan yazılardı, desek yeridir. Hani ‘Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun gördüklerinizi anlatı.’ denir ya o kabilden! Kırmızıda ‘katil İsrail’, yeşilde ‘özgür Filistin’ yazıları yazılmıştı ve dikkat de çekiciydi! Aklına gelenden, uygulamaya geçene değin herkese teşekkürler… Lakin boş kalan sarı ışık için de bazı teklifler, öneriler aldık, bazıları hakikaten ilgi de çekiciydi! Ancak, ama ve fakat; anladınız siz onu! Siz fikir jimnastiği yapadurun, öne çıkan teklifimizi ilgililere duyuralım, belki duyarlılık oluşur: Sarı; ‘Uyan Ümmet’!

‘Ümmet’; zira, müsemma bölgede bir tabela, bir dernek adı adına yapılıp edilenlerin ne akla, ne iz’ana, ne insafa ve ne de ‘imana’ sığacak tarafı yok! ‘Ey nesil!’, ‘Ey Ümmet’, ‘Ey kardeşlik’ vb. arayışlar peşinde kendi ellerimizle kendimize ettiğimiz kötülükler, gayra, bırakın gayrı, kardeşlerimize himmet edecek mecal bırakmıyor! Eski çamlarımızın devirdiği çamlar artık bardak dahi olmuyor handiyse! Sisteme devşirilen ricaller, ‘kaht-ı rical’ için ağlayıp sızlanacak haklılığı da iç ediyor! Bu sadece lokal bir arıza da olmayıp örnekleri ülke sathında maalesef bolca bulunabilir bir yol olduğundan, birilerinin yol-su-elektriğine malzeme, aparat kılındığından bu sitemlerimiz!

Neyse…

İlk anekdot olarak, tema olarak ‘ateş almak’ ifadesini zikretmek gerekiyor. Aslında yabana atılır bir ifade değil, mecazen de olsa! Fiziki ve fiili anlamda o ateşi alıyor ve ‘ter’ olarak yansıtıyorsunuz da ‘ivme’, itici güç, katalizör olarak, küllenen yapıların ve uğraşların, ihmal ve ihlal edilen kulluk görevlerinin, danışma, yardımlaşma ve dayanışma olgusunun tahakkuku anlamında o ateşe karşılıklı olarak ne kadar muhtaç olduğumuz da izahtan varestedir. Biz şahsen bu gezimizin ana verilerinden, esas temalarından olarak ‘ateş almak’ olgusunu idrak ettiğimizi, bu boşluğun da önemini kavradığımızı beyan ediyoruz.

Bir diğer tema da ‘ihya ettiniz’ ifadesidir ki seyahatle sıhhat bulmak vurgusunun tam odak noktası da budur. Karşılıklı olarak ‘ihya etmek ve ihya olmak’… İfadenin anlamı bizim açımızdan, her ne kadar bize ithafen söylenmiş olsa da tahakkuk etmiştir. Bizler dostlarla, kardeşlerimizle, her ne kadar paranteze alınması gereken bazı hususlar olsa da –ki bunun tersi zaten muhaldir, ne olursa olsun torna tesviyeden çıkmış gibi, bir hızardan geçirilmiş gibi bir yeknesaklık asla mümkün olmayacaktır- kendimizi ihya olmuş addediyoruz. Bunu koruyup sürdürülebilir kılmak için de cehdimizi artırmamız gerektiğini biliyoruz. Sesimize ses verecek, elimize el verecek, i’lâ-yı kelimetullah davasına omuz verecek, hesabımızı kolaylamak için omuz omuza mücadele içinde fitne ve fesadın ilgası, küfr ve şirkin izalesi, tağutun tüm kurum, kuruluş ve kişileriyle reddi için, kısmi ayrılıklarımızı paranteze alıp asgari müştereklerimizi gözeterek bir ve beraber olacağımız, tek amacımızın İslam’ın hakimiyeti ve Rabbimizin rızası olacağı bir İslami hareketi beraber sürdüreceğimiz bir süreci ve vasatı gözeteceğimiz kardeşlere, kardeşliğe o kadar muhtacız ki, anlatılmaz! Yaşananlar ortada! Görünen köy kılavuz istemiyor! Yapılanlar ve yapıl(a)mayanlar yapıl(a)mayacakların teminatı gibi! Hal ve gidişat, şikayet edildiği kadar bir çıkış için kapıların pek zorlanmaması, konfor alanlarının pek kolay terk edilememesi, algı ve zanların, mazeret ve maslahat sarmallarının gölgesinde elde hazır, her renk ve tondan minare kılıflarının bolluğu durumumuzu açık ediyor zaten! Kendi himmete muhtaç dedeler gibiyiz! Sağda solda, tek tük ve aynı kanala kanalize edilemediğinden bir karşı sele de dönüşemeyen (selin yıkıcılığı manasına değil, temizlemesi, akış sonu kalan kumların açığa çıkması anlamında) daha ziyade kişisel çabalar da (Allah’ın takdiri ve dilemesi dışında ve kişinin salih ameli olarak kalmaklığı dışında) bir sonuç devşirmeye kapı aralamıyor maalesef! Zaten en çok gündeme gelen, şikayet edilen de bu organizasyonsuzluk meselesi!

Şu kadar ki bir mahalde sorulan ‘Sizin sair coğrafyalardaki kişi ve kurumlarla diyalogunuz, irtibatınız, teşriki mesainiz ne durumdadır? Var mı böyle bir yönelimiz?’ mealindeki haklı ve fakat bizi haksız, sual sahibini haklı çıkaracak bir boyutu olamayacak (en azından mevcut hal-i pür melalimizle) sualin cevabı; buna dönük altyapı oluşturma, hal çaresi arama girişimi, birlikte çözüme odaklanma, kendimize olsun himmet edebilecek niteliklere ulaşma olarak sunulduğunda, bu, kaçamak bir cevap mı olur?! ‘Budur’ denilebilecek bir cevabı var mı bunun?! En azından şu hal ve şartlarda… Bizler daha sağdan sayıp, soldan sayıp yan yana durduğumuzda dahi o çekim ve cazibe gücünün peşinde koşan, o örneklik için imkanları zorlayan, toplumsal çürümenin ayyuka çıktığı, başkalaşımın yol olduğu, değer ve ilkelerin yitirildiği, istikamet krizlerinin eksik olmadığı, daha ‘tağuta açıkça, yüksek sesle, net olarak ve top yekün, tağut bile denilemediği’ vasatları aşamadık ki? Bu duruş ve düşünüş içinde, fikri ve bilgi açısından mümeyyiz bir nüve peşinde odaklanıyor tüm farklılığımız ve farkındalığımız. Bu seyahatlerin bir amacı da bu fark ve farkındalığı berkitmek, çoğaltmak, hep birlikte saf tutmak gayesine matuftur. Hep birlikte ‘kendine gelme ve kendinde kalma’ arayışıdır. Mesele bir ve beraber olarak, beraber kalarak bu ‘ihya’ olgusuna katkı sunmak, vahyin inşa ve ihya edici, sağaltıcı ziya ve şifasına yönelmek, hep beraber bunun şahitliğini, elçimizin şahitliğinden alarak yapabilmektir zaten…

Bu manada kelli felli grupların, anlı şanlı dernek ve vakıfların nicellikleri, ulusal ve uluslararası etki ve yetkileri, yetkililerle iş tutmaları göz önüne alındığında ilk olanın bu etkileşimlerin, trafiğin çokluğu ve maddi evsafı da değil görüldüğü gibi… İşin içinde ilkeler olamayınca farklı ve çoğunlukla dünyevi kaygılar/çıkarlar gözetilince bu yapılar bir çare ve çözüm üretmek bir tarafa, bir yaraya merhem olmak şöyle dursun kamuoyunu manipüle etme, tek yekun içinde yazma ve çizme, sistemin denetim ve gözetimine, dahası güdümüne dahil etme anlamında ters işlev gördükleri de kalbi körelmiş, sağırlar ve körler hariç, akıl sahipleri için ayan beyan ortadadır. Bu manada öncelikle bu tarz sürülerden kurtulmak, kendini kurtarmak, ‘alın atınızı verin tımarımı’ diyerek ayrılmak, atılacak ilk ve doğru adımdır. İşte sonrasını, sonra konuşmaya sıra gelecektir! Bu duruş ve düşünüş; bir atalet ve meskenet olmayıp bilakis hesabı kolaylamanın da olmazsa olmazıdır! Def’i mefasid kabilinden, bunun önceliği, evveliyeti açısından!

Üçüncü zikredilmesi gereken tematik olay da camianın kurucusu merhum Ercümend Özkan’ın mahdumu, bizim de yol refikimiz için kullanılan‘kutsal emanet’ nitelemesidir. Ki arada bundan nemalanıp pay kapmaya çalışsak da bu, hiç de kolay olmadı, hatta mümkün de olmadı! Biz ise ısraren ‘fikrin mirası’ olgusunu dillendirip temellendirmeye gayret ettik. Merhumun hafızalarda kalan cesaret ve cesameti, azim ve gayreti, bilgi, bilinç ve bunlardan kaynaklanan doğru davranışları gönül isterdi ki bir anı konu ve malzemesi olarak kalmayıp sürdürülebilir, sahiplenilip arkasında/yanında durulur bir dava mirası olsaydı! Kalsaydı; kalsaydı diyoruz, zira nice öykünmenin ardında, nice sitayişkar söylemin akabinde yeni ve farklı yönelimler, meşguliyetler ediniliyor! Bu yeniler, türediliklerine bakılmadan, sırf sayısal veriler söz konusu edilerek, matah bir şey zannediliyor! Sonra da ‘Neden olmuyor?’ şikayetleri sökün ediyor, yapıp edilenlere, açı değişimlerine, istikamet tercihlerine bakılmadan! Mesele, yanlış anlaşılmasın, bir isme ve cisme indirgenip onunla sınırlandırılacak bir durum da değildir. Keşke ‘anlama’ meselesi de ‘aşma’ konusunda olduğu gibi doğru konumlandırılabilse ve bu iki bileşenin hakkı gereğince verilebilse! Yoksa tarih, başta elçiler olmak üzere hiç de azımsanmayacak örnek şahıs, şahsiyet ve mücadele verileriyle dolu. Yeter ki doğru okuma ve çıkarsamalar yapılabilsin! Yeter ki o örneklikler kendi an ve mekanlarımıza taşınma, o örnekliklerin şahitliğine şahitlik yapma iradesi gösterilebilsin… ‘Kutsal emanet’ latifesi ve mecazı bir tarafa, hakikaten bizler hak ve hakikatiyle ‘Kutsal Emanet’e sahip çıksaydık, ona sarılsaydık, ona güvenip dayansaydık, yolumuzu yordamımızı onunla belirleyip yürüseydik belki de bugün konuşulanların, yaşananların pek çoğunu halletmiş, sonuçlardan şikayet etmek bir tarafa süreçleri biz işletiyor olabilirdik!

Bir diğer temamız da bir kardeşimizin -ki kendileri de ziyaret noktalarımız arasındaydı, o vesileyle güzergahta atlamak zorunda kaldığımız ve bu vesile ile aynı ortamda buluşma imkanına da kavuşmuş olduğumuz- annelerinin vefatı sebebiyle katıldığımız cenaze teşyiinde ilk defa işittiğimiz ‘Merhumeyi nasıl bilirdiniz?’ sualine, cemaatin hep bir ağızdan verdikleri ‘Allah rahmet eylesin!’ cevabıdır. Bu verilen cevap inanın, eğer sual doğruysa verilebilecek en doğru ve en güzel cevaptır. Bir buna ilk kez şahit olduk ve bu eğer bilinçli bir kullanım ise -ki bize öyle temenni etmek düşüyor- mesele bu farkındalığı daimi ve bilinçli bir tercih haline getirmek ve yaygınlaştırmak, ‘telkin’ gibi meselelere de şamil kılabilmektir. Elbette sırada ve öncesinde yapılacak tashihler hayli çok ve devenin her tarafı eğri de yeri gelmişken bu küçücük de olsa bu farka değinelim istedik. (Ancak konunun önemine binaen bir yazımızı da hatırlatmak isteriz; (https://iktibasdergisi.com/2021/12/02/cenazede-taciz/)). Şu hakkı da teslim edelim ki, cenaze dolayısıyla Müslümanlar güzel bir örneklik, duyarlık gösterip sair il ve ilçelerden, beldelerden kalkıp sıcak-nem demeden kardeşlerini ziyaret ederek acısını paylaşma cehdi göstermişler, ne güzel! Biz de bu vesileyle hepsiyle aynı anda görüşme, tanışma, danışma, fikrî teati fırsatı bulmuş olduk, zaman elverdiğince… Öyle ortak noktalar, ortak tanışıklıklar çıkıyor ki, anlatılamaz; yaşanır!

Seyahatimizin farklı noktalarında konu bir şekilde dönüp dolaşıp siyasete, reel politik işleyişe gelip en nihayetinde oy meselesine, AKP’nin desteklenip dışında kalma ikilemine, sistem içi mücadele ve alternatif arayışlar olgusuna gelip dayanıyordu. Bizim meselelerdeki duruş ve düşünüşümüz zaten belli, bizler sistem dışı kalarak, bunun tamamını reddederek, bir renk ve ton tercihinde bulunmadığımızı ve bulunamayacağımızı deklare ettik her defasında. Lakin ülke sathında olduğu gibi, ziyaret noktalarımızda da bu konularda kafa karışıklığının devam ettiğini görüyor şahit oluyoruz. Şurası sevindirici ki, ülke genelindeki yaklaşımların, meselenin içine tümüyle balıklama dalmanın aksine bölgedeki kardeşlerimiz meselenin demokrasi desteği, sistemi aklama girişimi, tağut oluşunu yadsıma hali olmadığını hal ile, kaal ile açıkça ifade ettiler. Umarız bu hassasiyetleriyle beraber kendilerini de koruyabilirler! ‘Alın atınızı verin tımarımızı’ diyecekleri günler umuyoruz ki çok yakındır!

Ümmetin durumu ortada… Bizler de bu genel olgunun yerel versiyonu olarak hiç de iyi durumda değiliz! Esasen, farklı coğrafyalarda kısmi farklılıklar olsa da münbit zeminler ve beraber yürünebilecek evsafta nice kişi ve kişilikler mevcut. Bunu görüyor, biliyoruz. Lakin bunları cem edecek, bir arada tutacak bir organizasyon meselesi eksikliği gün gibi aşikar… Bir organize, bir ekip, bir grup… Gruplar üstü ve ‘haydin!’ diyecek, çekip çevirecek, toparlayacak, hakka şahitlik edecek, yanlış hal ve gidişatın ayan beyanlığını -o, arife tarif gerektirmeyecek şekilde açık ve ulul elbâb’a aşikar da- ortaya koyup doğruya mihmandarlık edecek sayısal duruma bakmadan ‘Ben varım!’ diye öne çıkacak bir grup… Bunun yol ve yöntemi, adı-sanı, biçimi-şekli bahs-i diğer de mesele şimdilik, zihinlerimize yer etsin, kulaklarımıza tınısı yerleşsin!

Hasılı, Yozgat-Sorgun-Çekerek/Tokat-Zile-Turhal/Çorum/Tokat-Erbaa/Samsun-Terme/Gümüşhane/Rize-Çayeli-Ardeşen/Giresun-Eynesil olarak gerçekleşen seyahat/ziyaret güzergahımız ‘bir günü eksik bir hafta’ sürdü. Bu amelin/eylemin ‘sürdürülmesi’ gerçeği daha bir berraklaştı. Karşılıklı olarak. Neticede bu tek taraflı bir olgu değil; öyle olursa da sürdürülebilir olamaz! Her şey bir karar ve ilk adımla başlıyor! Sonra o kararın ardında durmakla…

Hani bir milletvekili adayı –batıl örnek demezseniz!- bölgesinde seçim sürecinde hemen her yere, her kesime, her mekana uğrar ya bila istisna, aynı o kabilden bizler de öncesinde refiklerimizle, dostlarımızla, kardeşlerimizle bu görüşmeleri, fikri ve ameli teatileri gerçekleştirmeli ve sonraki süreçte aritmetik bir oranda artarak her kesim, kurum ve kişi ile de davet, tebliğ süreçlerini ve içinde bulunduğumuz manifestonun/ilkelerin diyalogunu, deklarasyonunu gerçekleştirmeliyiz. Ki kendini tanıtma gerçekleşsin! Kendini doğru tanıttıktan sonra anlama gerçekleşsin! Daha sonra ‘anlaşma’ evresi devreye girsin! Bu anlaşma ki saf tutma için, safların belirlenmesi ve ayrılması için olmazsa olmazdır. En nihayet dostlar, kardeşler bir araya gelsin, safa dursun ve muarızlar, karşıtlar, tarifi her ne kadar olumlanmasa da ‘öteki’ netleşsin, bilinsin…

Bu arada ‘atan karşılar’ misali, biz bu yazıyı tefrika ederken, yukarıdaki temennilerimizi fiiliyata geçiren Konya’dan bir grup kardeşimizin ziyaretleri ile de gönendik. Kendileri; kendilerini tanıtma, Gazze meselesinde fikrî teati ve farkındalığı diri tutma, yapılabilecekler üzerinde istişarelerde bulunma adına çıktıkları turda bizi de rotalarına almışlar çok şükür… ‘Tatil sürecinde anlık bir gelişme ile bir sohbet ekibi/grubu nasıl çıkarabiliriz?’ diye düşünürken, bir mesaj ve telefon trafiği ile ve ileriye dönük birliktelikler için de bir ışık veren, umut berkitmemize vesile olan, fikren ve usulen farklı bir yelpazeden (Demek ki belirli müştereklerle, farklı ayrılık noktaları paranteze alınıp diyalog ve bir birliktelik gerçekleştirilebiliyormuş!), ziyaretçilerimiz hariç yirmiye baliğ bir kişi ve kişilik ile bu sohbeti, fikri teatiyi, istişareyi gerçekleştirmiş olduk. Çok da verimli ve besleyici bir sohbet oldu… Ve yazı konumuz itibariyle de bizler için çok yerinde bir tevafuk ile bir ‘şekil A’ diyebileceğimiz örneklik tahakkuk etmiş oldu! İnsanlar birbirleriyle tanıştılar, danıştılar, ortak kesişme hatları oluşturdular. Ne kadar şükretsek azdır! Yazımız hitama ererken son bir teşekkür de ziyaretçilerimize ve davetimize icabet edip sohbetimizi şenlendiren, renklendiren kardeşlerimize gelsin… Buradaki ‘renk’ olgusunun yanlışa hamledilmeyeceğini düşünerek!.. Rabbimizin kalıcı birlikteliklerimize vesile kılması, Allah’ın renklendirdiği/anlamlandırdığı bir teslimiyet çerçevesindeki hattı hareketi birlikte gerçekleştirebilme azim ve kararlılığı, bilgi ve bilinci, iradesi nasip etmesi duasıyla…

Bu son seyahatimiz ölçeğinde bizler ‘iyi ki gerçekleştirebilmişiz’ diyerek ‘sıhhat’ bulduk, ihmal ve ihlale gelmeyecek bir kulluk vazifesini, ayetin; ‘tanışasınız’ buyruğu gereği ve daha ötesinde ‘kardeşlik hukukunun temini, testi ve takviyesi’ manasında ifa ettik… Hamd-ü senalar olsun! Daha nicelerini karşılıklı olarak, daha kalıcı ve sıhhatli birlikteliklere vesile olması manasında gerçekleştirebilmemizi nasip etmesi için, bu irade ve imkanları hepimize lütfetmesi için tekraren ve daima duacıyız… Kalın selametle! Kalalım ‘sırat-ı müstakim’ üzere, sabit kademle! ‘Sözlerin en güzeline ve doğrusuna’ sadakatle…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *