1600’lerden sonra birkaç kuzeyli sömürgeci kapitalist ülke dünyayı istilaya çıkacak, istimlak ettikleri ülkelerde siyasal ve hukuki reformlarla emperyalist istikrarı sağlayacaktır. İstila en çok da Osmanlı milletlerine ve topraklarına yapıldı. Kendi içinde sorunlu Osmanlı bununla baş edemedi ve yüksek bürokratlar, yeni yetme aydın ve tüccar sınıfı ittifakıyla, kademe kademe Batılı sistem lehine yeniden yapılandı…
Hüseyin Alan
Osmanlı’da İslami siyasal ve toplumsal vahdet modelini özetlemeden önce şu hususlara dikkat çekelim:
1: Osmanlı, kendi tarihsel dönemi; siyasal ekonomik ve toplumsal sistemleriyle var olan benzer modellerle kıyaslanır. Felsefesi, dünya görüşü esastan farklı modern çağın ulusal modelleriyle ölçülmez.
2: 1800’e kadar diyelim Osmanlı toplumsal olarak dini temelde tasnif edilmiş bir milletler toplumudur; siyasal olarak da bir İslam devletidir: Hanedanlığın veya onu temsilen sultanın meşruiyeti, adalete dayalıdır. Modern çağın etnik temelli, vatan sınırlı, ulus devletli, meşruiyeti ve adaleti rasyonel hukuka dayalı yapılardan hareketle değerlendirilmez.
3: Hanedanlık ve kardeş katlini öne çıkartanlar, esası teşkil eden başka birçok hususları değil bir iki detayı esas yapıyor: “Zulmü kendine adaleti herkese” olan, “meşruiyetini rızaya dayandıran” sultanlığın İslam’ın muhafızı olduğu gerçekliğini görmüyor, modern siyasetteki “din-devlet” ikilemine meşruiyet arıyor.
4: Ahmet Cevdet Paşa’ya göre 1800’lere gelindiğinde Osmanlı’da tüm kurumlar yozlaşmıştır: İdare, ordu, medrese, yargı, ekonomik kurumlar başta; siyasal ve toplumsal sistemi içten içe çürüten “liyakatsizlik, rüşvet, yolsuzluk, kayırmacılık” her yanı sarmıştır: Bir iki kurumun ıslahıyla kurtuluş olmayacak, topyekün sistemi yeniden kurmak icap edecektir.
5: Batıda tarihsel ve toplumsal, siyasal ve ekonomik süreçte gelinen ve 18. yüzyılda kurumlaşan “sosyal sözleşme/anayasa, kuvvetler ayrılığı, ifade özgürlüğü, seçme seçilme hakkı, parlamento, eşit yurttaşlık, medya, insan hakları bildirisi” prensipleriyle oluşan demokrasi modeli kuruldu. Özü itibarıyla bu sistemde iki temele dayanıyordu: Meşruiyet ve adalet: Meşruiyet, rasyonel yasallık; adalet, ulusal çıkara dayalı sömürgeci kapitalizm.
6: Birkaç kuzeyli batılının ancak 18. yüzyılda ulaşabildiği siyasal ve toplumsal yapısallığın iki temel dayanağı olan meşruiyet ve adalet prensipleri, Osmanlı’da 19. yüzyıla kadar fiilen uygulanıyordu…
Osmanlı’nın İslami temelli siyasal, dini temelli tasnif edilmiş milletler birliği ve tarım temelli iktisadi yapısında meşruiyet ve adalet prensiplerini, kendinden önceki ciddi araştırmaları da tekrarlayarak genişleten insaflı tarihçilerden Halil İnalcık’dan nakledelim…
* Adalet: “Osmanlı’da adalet” diyor hoca, “halkın”, yani müslim gayr-ı müslim tebanın
Devlet yöneticilerine ve halk içinde yükselmiş soy ve ekonomi temelli güçlülere karşı korunmasıdır.
Vergide fazlalığı ve haksızlığı önlemektir.
Pazarda fiyatların kontrolüyle stokçuluğu, vurgunculuğu ve tekelleşmeyi önlemektir. Bu işlere için “hisbe” teşkilatı kurmuştur.
* Meşruiyet: Sultan, bu adaletin garantisidir. Halkını, hem devletlü sınıf, hem sivil güçlerden, yani korunması gereken güçlerden koruma garantisidir: Müslim gayr-ı müslim tebanın ona gönüllü itaatinin sebebi budur. Sultanın meşruiyeti burdan gelir.
Çünkü Osmanlı’da “baş başa bağlı, baş şeriata bağlı”dır. Şeriat özünde zaten hakkaniyet ve adalettir.
Adalet ve meşruiyet hem siyasalın ve toplumsalın, hem de iktisadın ve hukukun en temel kurucu prensipleridir.
* Osmanlı’da teba şeri hukuk garantisi altındadır. Onlardan bir köylü uğradığı bir haksızlık için küçük büyük ayırmadan tüm devlet yetkililerini ve egemen güçleri mahkemeye veriyor, onları yargılatıyor, hakkını alıyordu.. Böylesi bir hukuk sistemi bırakın o çağdaki Avrupalıları, günümüz dünyasında bile yoktur.
* Osmanlı Hanedanlığı sonuna kadar İslam dinini müdafaa etmiş; kendisini her daim İslam ile ifade etmiş; diğer dinlerin özerkliğini korumuştur…
Özetle, İbn Tuşa’nın Cengiz Han’ın torununa söylediği hikmetli sözü tekrarlayalım: Osmanlı sultanının “takvası ve zulmü kendisine, adaleti yönettiği herkese”dir…
Netice olarak yukardaki maddeleri ikmal edelim:
7: Osmanlı’nın derdi kendiyledir. Aristo’nun, Çiçero’nun, İbn Haldun’un, Machiavelli’nin vs toplumsal evrelerle ilgili tespitleri Osmanlı için de geçerlidir: Zirve yakalanmış, düşüş başlamıştır. Dışsal faktörler bu evrede fonksiyonel olacaktır.
Balkanlar, yeni icat milliyetçilik ve ayartılan gayr-ı müslimlik sebebiyle Osmanlı’dan koptuğunda “Tanzimat”; Kırım harbi neticesinde Kafkaslar elden çıktığında, kaybedilen dini vesayet sonucu “Islahat”; Çarlık Rusya’sı karşısında alınan mağlubiyetten sonra “Meşrutiyet”; birinci dünya savaşı sonrası Müslüman milletlerin kopuşuyla yapılan “Cumhuriyet” reformları; yeni dünya nizamına veya batı medeniyetine eklemlenme kararlarıdır.
Reformlar, batılılarca desteklenmiş yüksek bürokrasiden ve müttefikleri azınlıklar kaynaklı olup, gücünü yitirmiş sultana ve halka dayatmadır.
8: Osmanlı, Ahmet Cevdet Paşa’nın dediğini yapamadı: Askeriyesi mülkiyesi, ilmiyesi yargısı, iktisadı ticareti dahil önemli kurumların başındaki bürokratları, aydını, gazetecisi ve tüccarı dahil batıcıları, sultanın kaybettiği otoritesi ve bozulan toplumsal ekonomik sistemden istifadeyle, Osmanlı sistemini batılı sistem lehine dönüştürdü.
9: 1700’lere kadar Avrupa diye bir güç yoktur: Sanayileşip gelişen birkaç kuzeyli ülke var. Ekonomik dönüşüm ve yeni iktidar sınıfı bunlarda siyasal ve toplumsal yapıyı materyalist temelde dönüştürmüştür. Diğerleri baskıcı ve zalim feodal siyasal sistemiyle, çatışmalı sınıflı toplum yapısıyla şu millet/devlet, bu prenslik/aristokrasi olarak vardır.
1600’lerin ortasında imzalanan Vestfalya anlaşmasıyla sanayileşmiş ve laikleşmiş, “ulus devlet, milliyetçi toplum, ulusal sınırlar, ulusal ekonomi” temelli kurulan modern modelde, Batılı dünya, rakiplerine karşı saldırmazlık anlaşması yapmış; arkasını sağlama almıştı.
Ondan sonradır ki birkaç kuzeyli sömürgeci kapitalist ülke dünyayı istilaya çıkacak, istimlak ettikleri ülkelerde siyasal ve hukuki reformlarla emperyalist istikrarı sağlayacaktır.
İstila en çok da Osmanlı milletlerine ve topraklarına yapıldı. Kendi içinde sorunlu Osmanlı bununla baş edemedi ve yüksek bürokratlar, yeni yetme aydın ve tüccar sınıfı ittifakıyla, kademe kademe Batılı sistem lehine yeniden yapılandı…
21. yüzyılın ilk çeyreğini bitirdik: Aradan 225 yıl geçti.
“Hepimiz aynı gemideyiz!”
Dümendekiler ve yukardakiler değişiyor, rota aynı:
“Materyalist dünya görüşünün muasır medeniyet evreni.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *