AKP’nin halihazırda taraflaşmış unsurları arasında hararetli bir tartışma yürüyordu. Bir kanat teğmenlerin yeminini açıkça eleştirip bunu gündem haline getirirken, başka bir kanat “Yok canım abartmayın, ne var bunda” çizgisinde pozisyon alıyordu.
Harp okulları mezuniyet töreni sonrası, yeni mezun bir grup teğmenin kendi aralarında yeniden yemin etmesi ile başlayan meseleyi değerlendiren Birgün yazarı Berkant Gültekin, olaya verilen tepkileri AK Parti içerisindeki çekişme üzerinden yorumladı. Gültekin’e göre, parti bu olayın başlangıçta üzerini örtmeye çalışsa da, olayın büyümesi üzerine durumu, “yeni anayasa” sürecinin bir kaldıracı olarak kullanmak isteyebileceğini öne sürüyor.
Gültekin’in değerlendirmesi şöyle:
Kara Harp Okulu’nun mezuniyet töreninde mezun olan 960 teğmenden 350-400 kadarı, resmi törenin ardından etkinliğin yapıldığı sahanın ortasında bir araya geldi, kılıçlarını çattı ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını atıp “Subay andı” ismi verilen ikinci bir andı içti. Resmi olmayan ancak 90’lı yılların ortasından itibaren gelenekselleşen, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Harp Okulları’nın yeniden açılıp ilk mezunlarını verdiği yılda ve 2022’de Erdoğan’ın karşısında okunduğu söylenen bu yemin, siyasetin gündeminde yeni bir sayfa açtı.
Başta fazla gürültü çıkmayacak, içeride bazı çatlak sesler olsa da iktidar meselenin üzerine gitmeyecek gibiydi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “Dışarıdan söz söyleyerek, hem bu görüntü üzerinden bir vesayet hortlatmaya çalışan birtakım emekli askerlerin, siyasetçilerin, birtakım yazarların tutumu da yanlıştır” demişti. MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir de “Hiç kimse farklı yollara ve algılara sebebiyet vermemelidir” sözleriyle teğmenlere sahip çıkmıştı. Bahçeli’nin basın danışmanı Y. Çiçek’in olaya ilişkin değerlendirmesi de “Bu sloganlar üzerinden darbe paranoyası içine girmek doğru değildir” şeklindeydi.
Üst katlarda bunlar söylenirken, AKP’nin halihazırda taraflaşmış unsurları arasında hararetli bir tartışma yürüyordu. Bir kanat teğmenlerin yeminini açıkça eleştirip bunu gündem haline getirirken, başka bir kanat “Yok canım abartmayın, ne var bunda” çizgisinde pozisyon alıyordu. Bu esasında, “öz AKP’liler/İslamcılar” (Mehmet Metiner vb) ile sonradan mevki-makam elde etmek amacıyla “AKP’ye sızanlar” (Yiğit Bulut vb) arasındaki tartışmanın yeni bir evresiydi. Öz AKP’liler, gereken tepkiyi vaktinde vermedikleri için kendi medyalarını da ikiyüzlü olmakla suçluyordu.
Sonunda kazananlar, gelenekten gelenler oldu. Olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra Cumhur İttifakı konuyla ilgili resmi tutumunu aldı. Teğmenlerin 30 Ağustos’u gölgelediğini söyleyen Bahçeli, “İstismar lobisini heyecanlandıran ikinci yemin hadisesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur” sözleriyle ilk kurşunu attı. Ardından Erdoğan’ın açıklamaları geldi. Üstelik “İmam Hatipliler Kurultayı” gibi çok manidar bir etkinlikte…
Erdoğan şöyle konuştu: “Geçenlerde malum, mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün şu anda araştırmalar, hepsi yapılıyor ve oradaki birkaç tane kendini bilmez bunlar da evelallah temizlenecek. Biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir, 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun, bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz.”
Erdoğan, fırsatı kaçırmadı
Öncelikle şunu söyleyelim, o askerler aynı törende, “Ya Allah bismillah” diye bağırsaydı, iktidar hiç oralı olmamış gibi yapacak, muhalefetten gelen eleştirilere de çok muhtemel ki “Ne var canım, orası zaten peygamber ocağı, Müslüman askerlerin bunu demesinden doğal ne olabilir” diye karşılık verip askerlerin eylemini doğallaştıracaktı. Nitekim özel harekatçılar Bahçeli’nin elini öptüğünde burada herhangi bir sorun görülmedi. Yani mesele ordunun ya da bir güvenlik aygıtının siyasallaşması değil, imaj yönünden de olsa, onay verilmeyen bir şekilde siyasallaşması. Bu bir.
İkincisi, AKP iktidarı, “darbeci asker” ile “demokratik siyaset” arasındaki gerilim anlatısını, her zaman işlevsel bir araç olarak gördü. İktidar yıllarca bu gerilimi kitlesini kenetlemek, gücünü sağlamlaştırmak ve devlet içindeki rakiplerini tasfiye etmek için kullandı. Şimdi de bu hadiseyi aynı şekilde kendi lehine kullanabileceğini düşünüyor. Ordu son 20 yılda ülkenin diğer kurumlarıyla birlikte rejime paralel bir dönüşüm geçirse de Erdoğan, Bahçeli’nin tavrından da aldığı özgüvenle ayağına gelen algı yaratma fırsatını bu yüzden kaçmıyor.
Bu tartışma aynı zamanda “yeni anayasa” sürecinin de bir kaldıracı olarak kullanılmaya çalışılacaktır. Özetle Ömer Çelik haklı; birileri bir şeyleri hortlatmaya çalışıyor. Vesayetin kendisini olmasa da vesayet korkusunu!..
Ne var ki Türkiye’nin mevcut sosyal ve siyasal koşulları, AKP’nin istediği enerjiyi üretmesi için uygun bir zemin sunmuyor. İktidar 2024 Türkiye’sinde “askeri vesayetle mücadele” argümanıyla bırakın geniş toplumsal kesimleri, İslamcıların bile sadece bir bölümünü konsolide edebilir.
Artık 90’ların getirdiği atmosfer ve 2000’lerin başındaki toplumsal psikoloji geride kaldı. “28 Şubat travması” gibi şeyler güncelliğini yitirdi. İktidarın dışarıdan gelecek sıcak parayla suni bir refah ortamı yaratıp bunun üzerine siyasal hegemonya inşa edecek kapasitesi de yok. Bunların da ötesinde ülkeyi 22 yıldır aynı akıl yönetiyor ve kitleler bugün farklı beklentilere, hayallere sahip. Devlet dönüştü, hatta sistem bile değişti; iktidarın “Güç bizde değil” bahanesinin inandırıcılığı kalmadı. Velhasıl AKP “değişimi” değil bizzat statükoyu temsil ediyor.
Erdoğan yine de oyunu bildiği yerden oynamaya çalışıyor. Çünkü kimlik siyasetinden başka sığınacak limanı yok. Toplumu kimlikler üzerinden kutuplaştırabileceğini ve buradan yeni bir siyasi başarı çıkarabileceğini düşünüyor. Ancak en büyük şansı ise onun kimlik kozunu geçersiz kılacak emek eksenli muhalif bir hareketin kitleselleşmiyor oluşu…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *