Modern aşamada başvurulan dine dönüşten umulan hasıla elde edilmediyse, tarihin şanlı dönemlerine öykünme veya oraya dönüş çare olacak mıdır? Şayet böyleyse hangi tarihe dönülecektir? Tarihe dönüş mümkün değildir denirse, mevcudu veri sayıp bunun sunduklarıyla yetinmek ve ıslahına uğraşıp durmak, kurtuluşu getirecek midir?
Hüseyin Alan
Son peygamber ve raşit halifelerden sonraki tarih içinde büyük devletler kuran müslüman ümmetin, büyümeden kaynaklı doğal sebepler nedeniyle başı ne zaman derde düştüyse,
Kurtuluş için “yeniden dine dönme” teşebbüsünü yöntemleştirdiler.
Klasik tarihte diyelim dine dönüş hareketi iki yöntemi ortaya çıkarttı:
1: Selefilik: Kur’an’a ve sünnete dönüş. Raşit Halifeler devrini ihya.
2: Sufilik: İçe dönüş. İnsan yetiştirme ve fütüvvet edebi.
Modern çağa kadar diyelim bu yöntemin başarılı olduğunda kuşku yok. Çünkü o dönemlerde dine dönüş için hem siyasal hem de toplumsal zemin buna müsaitti…
Geçmişte halifeliğin temsil ettiği siyasal dirlik ve birlik düzeni hakim sınıf İslam ümmetinin liderliğinde oluşmuş, farklı inanca mensup ümmetlerin özerkliğini ve bekasını da temin etmişti.
Soya dayalı sultanlık tarzıyla geçiş yapan halifelik yapısında devlet işleri sultani-örfi hukukla düzenlenirken,
Toplumsal birlik ve düzense salih alimler-medrese kökenli ehil ulema- eliyle ve şeri hukuk sistemiyle sağlanıyor ve adil ortak yaşam yeniden üretiliyordu.
Bu ikili yapısallıkta siyasi otorite hem kendini İslam ile ifade ediyor, hem de küffara karşı İslam’ın müdafaasını yapıyorken; dini otoriteyse bilginin ve hukukun üretimini, ümmetin bekasını, siyasetin denetimini elinde tutuyordu.
Siyasi meşruiyet ve toplumsal düzenin birbiriyle böylesine uyumlu hali uzun süre bu minvalde seyredince, reel vaziyet veri sayıldı, çatışma üretilmedi ama sistemin ıslahı için sürdürülen aralıksız çabalardan da vaz geçilmedi…
Geçmişte ümmetin ve siyasi yapının başına gelen belalar dış müdahale kaynaklı fiziki saldırılara dönüştüğünde, iç kargaşanın ve iktidar çatışmasının baş göstermesi kaçınılmazdı.
Moğol saldırısı ve Haçlı seferlerini böylesi müdahaleye örneklediğimizde, zayıflayan siyasi merkezden koparak bağımsız emirlikler oluşmasını, aynı dönemde üç halifenin peydahlanmasını saldırıların neticesi olarak görebiliriz.
Bu belalar kolay olmasa da atlatıldı, emirliklerden biri liderliği ele geçirip vahdeti yeniden sağladı ama halifelik sembolikte olsa hem üstünlüğünü korudu, hem de meşruiyet merkezi olmayı sürdürdü.
Bu geçiş şartlarında ve sürecinde dine dönüş yöntemi, “dinin siyasal birliğine ve toplumsa düzenin şeri dirliğine dönüş” olarak hazır zemin bulacaktı…
Modern çağda başa gelen bela farklı nitelikte oldu: Bu saldırı fiziki olmaktan daha çok zihinsel ve kültüreldi. Doğal olarak kendi toplumsalı ve siyasasıyla geldi.
Ümmet saldırının bu türlüsüne şerbetli değildi: Siyasal olarak da, toplumsal olarak da parçalandı. Her bir emirlik kendi emperyalisti lehine “siyasi, iktisadi, mali ve hukuki reformlar” yapmayı sürdürdü. Süreçte bilginin kaynağı ve üretim sistemi de değişti…
Toplumsal ve siyasal zeminin farklılaştığı şartlarda dine dönüş hareketlerinin, dinin neyine dönüleceği hususundaki çelişkisi başarısızlığa sebep oldu. Nitekim
Ümmetin sünni kanadının son siyasi mümessili Osmanlı parçalandıktan sonra dine dönüş yöntemi yeniden gündem olsa da, şii kanadın usulileri aynı yöntemle devlet kurup yaptığı devrimin adını İslami koysa da, ümmetin siyasi, iktisadi ve hukuki vahdeti bir türlü sağlanamadı…
Modern tarihte dine dönüş hareketlerinin klasik dönemdekinden farklı netice üretmesi, herhalde yeni durumda “dinin neyine dönüleceğinin” akledilmesi yerine geçmişin taklit edilmesiyle anlaşılabilir.
Buradaki çelişki, kaybedilen şey dinin kendisi de ona mı dönülecekti, yoksa zaten elde olan dinin kaybedilen siyasi iktisadi ve hukuki yanı mıydı, burasının karıştırılmasıydı!
Zihni saldırıya uğramışlığın ve seküler kavrayışın şaşkınlığı dine dönüşü bu dönemde başka mecraya sokunca, neticenin itikadi tartışmalarla yeniden din keşfine dönüşmesi doğaldı…
Klasik tarihte dine dönüşün zemini, ikili otorite ve hukuk düzeni ve bunların birbiriyle uyumlu irtibat kaynaklıydı.
Modern tarihteyse hem toplumsal hem de siyasal zemin değişmiş, tarihte benzeri olmayan başka bir zemine geçilmişti. Bu anlaşılmadan dine dönüşün neden bireysel inanç, ibadet ve vicdani tercih olarak geri döneceği anlaşılamazdı.
Nitekim bu dönemdeki dine dönüş, Müslüman milletleri siyasi ve iktisadi dirlikte buluşturup birleştirmediği gibi, bunları tartışır hale bile getirdi…
Tarihin daha başka bir evresindeyiz. Bu evrede dine dönüşten ne anlamalı?
Önceki modern aşamada başvurulan dine dönüşten umulan hasıla elde edilmediyse, tarihin şanlı dönemlerine öykünme veya oraya dönüş çare olacak mıdır? Şayet böyleyse hangi tarihe dönülecektir?
Tarihe dönüş mümkün değildir denirse, reel olanla cepheden karşılaşmak ve onu aşmak yerine, hiçbir benzerliği olmadığı halde geçmişteki gibi mevcudu veri sayıp bunun sunduklarıyla yetinmek ve ıslahına uğraşıp durmak, kurtuluşu getirecek midir? Son 250 yıllık tecrübeye rağmen!…
Tarihsel dönemlerde siyasal ve toplumsal şartlar ne olursa olsun Müslüman milletlerin bu dünyada takip edecekleri bir yol haritası yok mudur? Referans alacakları bir modelleri kalmadı mı?
Allah kullarını yarattıktan sonra bu dünyada başı boş mu bıraktı? Aklı evvellerin propaganda ettiği gibi insanları yalnızca akıllarına ve bilimlerine mi emanet etti?
Sorulara bakınca sorunun dine dönüşte değil, hangi zeminde ve dinin neyine dönüleceği olduğu anlaşılana kadar meselenin “farz-ı ayın olmasına mani” sebep yoktur!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *