İlyas Yorulmaz: Yalnızca Allah’ın Şefaati Haktır ve Gerçektir

İlyas Yorulmaz: Yalnızca Allah’ın Şefaati Haktır ve Gerçektir

Şefaat ayetleri gayet net ve açıktır. Allah hesap gününde hiçbir kimseye, Allah’dan başkasının şefaat edemeyeceğini kesin bir dille bildiriyor.

Allah’a Şirk Koşmak – VI

YALNIZCA ALLAH’IN ŞEFAATİ HAKTIR VE GERÇEKTİR

Öncelikle yeryüzünde yaşayan insanların Rabbimiz tarafından imtihan olunmasında, doğrular ve gerçekler Rabbimiz Allah tarafından belirlenmiş olup, insan elçiler eliyle, insanlar için açıkça ortaya konmuştur. Doğruların karşısındaki yanlışların, inkârın ve Allah’a isyanın insanlara öğretilmesinde önderlik eden şeytanın (iblis’in) bence en çok dikkat edilmesi gereken yönünü Allah kitabında nasıl tanıtıyor, bunu Kur’an’dan öğrenelim. 

“Ey İnsanlar! Yeryüzünde helal ve temiz olanlardan yiyin, şeytanın adımlarına uymayın. Zira o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.  Şeytan size ancak kötülükleri, Allah’ın yasakladığı çirkin şeyleri yapmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah adına söylemenizi emreder.”(2 Bakara 168) Bu ayette gördüğümüz, şeytanın emrettiği kötülükleri, fuhşiyatı ve en önemlisi, altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken “Allah adına bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emretmesi” cümlesidir. Kur’an öncesi ehli kitabın en çok yaptığı hataların başında ve Kur’an’da sıkça dile getirilen “Allah adına yalan söylemelerin” çok yaygın olması. Allah’ın uyarılarına rağmen, Kur’an sonrası toplumlarda aynı şeytanın öğretisi olan Allah adına yalan söylemeler, içinde yaşadığımız toplumun dindar geçinenleri tarafından devam ettiriliyor. Allah’ı ve Allah’ın dinini tanıtan öğreten tek kaynak ve Allah’ın elçisi Muhammed (as)’ın onunla eğitildiği Kur’an “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezken, vahyettiğimiz kitabı senin önünü aydınlatıcı (bilgi kaynağı) kıldık ve onunla kullarımızdan dileyenleri doğru yola biz iletiriz. Sen ise yalnızca insanları o doğru yola (kitaba, bilgi kaynağına) yöneltirsin.”(42 Şura 52) derken, Allah’ın elçisinin tek doğru bilgi kaynağı ve doğruya ileten rehberi olarak tanıtılıyor. 

Aynı zamanda Kur’an, Allah’ın hak olarak indirdiği hükümlere ulaştıran alternatifsiz tek kaynak gösterilmiştir. Allah’ın dini ile ilgili konularda, tartışma veya çekişmeler sonucunda ihtilafa düşüldüğünde, Peygamber efendimiz ile tartışanlara Kur’an’ın hakemliği tavsiye edilirken, aynı zamanda tüm zamanlardaki bütün inananlara ve müslümanlara tartıştıklarında, şaşmaz bir ölçü olarak Kur’an’ın hakemliği gösteriliyor. “Allah’ın indirdiğine ve elçisine uyun”(2 Bakara 170) veya “Allah’ın indirdiğine ve elçisine gelin”(4 Nisa 61) denildiğinde,  geleneksel atalar dininin bağlıları bu çağrılara karşılık olarak “Biz atalarımızdan gelen yollara uyarız.”(31 Lokman 21) şeklinde verdikleri cevaplarına Rabbimiz, “Ya ataları hiçbir şeyi akletmiyor ve doğru yolda değillerse de mi onlara uyacaklar?”(2 Bakara 170) cevabıyla, Allah’a ve Allah’ın kitabına başkaldırma ve doğrulardan uzaklaşma olarak kabul ediyor ve geleneksel uygulamaları tamamen red ediyor. Ataların yollarına uyan günümüz toplumunda yaygın olan, Allah’dan başka şefaatçıların kabulünü ve Rabbimiz tarafından bu inancın Kur’an’ın ayetlerinde red edilişini göstermeye çalışacağız.

Kur’an’da geçen Şefaat ile ilgili ayetlerin pek çoğu müşriklerin hesap gününde kendilerine, Allah’ın dünyada yaptıkları hataların karşılığında vereceği azap hükmünü iptal ettirecek şefaatçıların (aracıların) olacağı iddialarına verilen cevaplardır. Kelime, at yarışlarında ikinci gelen at için “şefea”, fiil olarak kullanıldığında “at ikinci geldi” denir. Bir şeyi ikili yapmak anlamına gelen şefaat kelimesine, üçüncü bir kişiyi katarsanız kelimenin anlamını bozarsınız. Bundan dolayı Allah ile kul arasında geçecek olan hesaplaşmada, hükmü verecek olan Hâkim’e üçüncü bir kişinin aracı yapılması, hâkimin adaletinden şüphe ediliyor demektir ki, bu da Hâkim’in otoritesini zedeliyorsunuz anlamına gelir. İnsanların kendi aralarındaki ilişkilerinde iyi ve faydalı işlerde şefaat edilmesi tavsiye edilirken, kötü ve zararlı işlerde şefaat (aracı olmak, yardım etmek), kötülüğü yapan gibi kabul ediliyor. “Kim güzel bir işte aracılık (şefaat) yaparsa, yapılan güzel şeyden dolayı o da payını alır. Kim de kötü bir işte aracılık (şefaat) yaparsa, o kötülüğün sonucundan kendisi de bir pay alır. Allah her şeyi gözetleyip kayıt altına alandır.”(4 Nisa 85)

Ahiret gününde şefaatçılar var diyerek Allah’a ortak koşan kişiler, Allah’dan başkalarına neden kulluk ettiklerinin mantığını da kendilerine göre  “Kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda verebilecek güce sahip olmayan, Allah’dan başkalarına kulluk ediyorlar ve bunlar Allah’ın yanında bizim şefaatçilerimiz.”(10 Yunus 18) diyerek şefaatçıların şefaat (aracılık) ederek hesap gününde Allah’ın azabından kendilerince kurtulacaklarını zannediyorlar. 

Ayetin devamında, Allah şefaatçi edinenlere, “Siz göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Allah onların koştukları ortaklıktan uzaktır.”(10 Yunus 18) diye bildirmesiyle, Allah’dan başkasını şefaatçi edinenlere sorduğu sorunun cevabını onlardan beklemeden, hesap gününde Allah’dan başkalarını şefaatçi edinmenin Allah’a ortak koşmak olduğunu hatırlatıyor. Hesap gününde, azaba girenlere şefaat edeceklerine inanılan ve diri olmayan (yaşamayan) peygamberler, veliler, şehitler, salihler şefaat edecekleri kişilere ait, Allah’ın bilmediği hangi şeyi haber verip de, o kişiyi azaptan mı kurtaracaklar? Her şeyi bilen Allah, peygamberini muhatap alarak elçisinin şahsında, insanların en çok hata ettiği ve kendileri için umut kaynağı olan şefaatçi edinme konusunun, hiç kimseye fayda veremeyeceğini “(Hesap gününde) Şefaatçilerin şefaatları onlara fayda vermez.”(74 Müddessir 48) denilerek haber verilirken “Azap kelimesinin üzerine hak olduğu kimseyi, ateşten sen mi kurtaracaksın?”(39 Zümer 19) ayetiyle de yegâne hüküm vericinin ve cezalandırıcının Allah olduğunu ve verdiği azap hükmünü de, elçileri nebiiler de dâhil, hiçbir kimsenin değiştiremeyeceğini veya hiçbir kimsenin hatırı için kaldırmayacağını biz kullarına bildiriyor. 

Şefaat ayetleri gayet net ve açıktır. Allah hesap gününde hiçbir kimseye, Allah’dan başkasının şefaat edemeyeceğini kesin bir dille bildiriyor. “(Dünyada ve ahirette) Bütün Şefaat Allah’a aittir.”(39 Zümer 44) ve “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiçbir kimse, diğer bir kimsenin cezasını ödeyemez, o kimseden şefaat kabul edilmez, cezasını karşılayacak bedel alınmaz ve onlara yardım da edilmez.”(2 Bakara 48 ve 123) diyen Allah’ın ayetlerinde anlaşılamayan veya başka anlamlara gelecek herhangi bir işaret var mı? 

Bu ayetlere rağmen hiçbir müslüman hesap gününde şefaat yoktur demez. Çünkü Allah’dan başka şefaat eden (kullarına yardım eden) yoktur ve tek şefaatçi Allah’ın olduğuna kesinlikle inanmalı ve bilmelidir. “Sizleri daha önce ilk defa yarattığımız gibi, bize yalnız başınıza geleceksiniz. Size yapmanız gerekenleri bildirdiğimiz halde, sahip olduklarınızı arkanızda (öldükten sonra) bırakarak bana geldiniz. Kendi içinizde Allah’ın ortakları olarak zannettiğiniz şefaatçilerinizi sizinle beraber göremiyoruz. Onlar sizinle olan bağlarını kopardılar ve şu hesap günü yardımlarını umduklarınız da ortadan kayboldular.”(6 En’am 94) 

Tüm insanların bir araya gelerek, “Allah’dan başka şefaatçiler var” demesiyle şefaatçiler oluşmuyor ve şefaatçiler edinilmiyor. Din gününün tek sahibi, geçmişi ve geleceği bilen, her şeyin yaratıcısı Allah’ın, hesap gününe dair insana bildirdiği haberler arasında, Kendi’nden başka şefaatçi olmadığını kesin bir dille bildirdiği, Esma-ül Hüsna’dan “Şafii” ismi inananlara yetmiyor mu? Şefaat ayetleri, müşriklerin elleriyle yaptıkları putları sembolik olarak şefaatçi olduklarına inandıkları şefaatçilerini red ederken, müslümanlar da kendilerine Allah’dan başka şefaatçiler edindikleri peygamberler, evliya, şehitler, ölen bebekler, yangında yanarak ölenler, doğum yaparken ölen kadınlar, depremde ölenler, suda boğulanlar… şefaatçi olarak ilan ediyorlarsa, buna inananların müşriklerden ne farkı var? Rabbimiz böylelerine müşrik dediği halde “(müşrik oldukları halde) Yanılgıları ‘Rabbimiz Allah’a yemin olsun ki, biz (dünya hayatında) müşriklerden değildik’ demeleridir.”(6 En’am 22-23) Onlar müşrik olmadıklarını zannediyorlar. Allah iman edenlere buyuruyor, “Ey iman edenler! Alışverişin dostluğun ve şefaatin olmadığı bir gün gelmezden önce ihtiyaç sahiplerine infak edin. Kâfirler, onlar zalimlerdir.”(2 Bakara 254) Ayetin sonundaki “Kâfirler zalimlerdir” cümlesindeki “Kâfir = Doğrunun üzerini örten, gizleyen, reddeden” kelimesini, “Ey iman edenler!” hitabıyla başlayan cümlenin sonunda “Kâfirler zalimdir” diyerek bitirmesiyle, ayetin muhatabı kesinlikle kâfirler, müşrikler değil, tam tersine inanan müslümanlardır. Çünkü hitabın muhatabı inananlar, eğer ayette sayılan, hesap gününde ücret vermek, hatırlı dostları araya sokmak veya şefaatçi edinmenin olmadığı açık ve anlaşılır olarak bildirildiği halde, cezadan kurtuluşun, kayırmayla veya Allah’dan başka şefaatçilerin var olduğuna inanıyor ve kabul ediyorlarsa “kâfir olmuşlardır” anlamına gelmiyor mu? Peki! “Rablerinin huzurunda toplanmaktan korkanların, hesap günü Allah’dan başka ne onları sahiplenecek koruyucuları (velileri), ne de onlara şefaat edecek birileri vardır.”(6 En’am 51) 

Allah’ın hatırlattığı ayetlere inandım deyip de, bu ayetleri yok sayanlar, açık ve anlaşılır bunun gibi ayetleri neden görmezlikten gelip ayetleri gizliyorlar. Var olan Allah’ın ayetlerine yok demenin kendilerine nasıl bir sorumluluk getireceğini bilmiyorlar mı? Allah’dan başka şefaatçiler var diyenlerin iddia ettiği delillerin hiçbirinde, Allah’ın kitabından bir delilleri olmadığı halde, delillerinin hepsi, yalnızca Peygamber efendimizin ağzından uydurdukları Kur’an dışı, Kur’an ile çelişen rivayetler. Allah’ın elçisinin ağzıyla “Ben ümmetimin büyük günah işleyenlerine şefaat edeceğim” dedirten iftiracılar, Rabbimizin “Sabah akşam Rablerini görmedikleri halde, yalnızca onun rızasını kazanmak için ibadet edenleri, sakın ola ki terk etme (dışlama). Onların hesabından senin bir sorumluluğun olmadığı gibi, senin hesabından da onlar için bir sorumluluk yok. Eğer onları dışlarsan (terk edersen), kendine zulmedenlerden olursun.”(6 En’am 52) demekle, elçisine ümmetinin hesabından (doğru veya yanlışları yapmalarından) sorumlu tutulmayacağını ve her ferdin sorumluluğunun kendisine ait olduğu (39/70) bildirildiği halde, rivayetleri uyduranlar Kur’an’ın bu uyarılarını elbetteki biliyorlardı. Ama Allah’ın dinini tahrif etmek için doğruları gizlemek uğruna, Allah’ın mesajlarından insanları uzak tutarak, insanların doğrulara ulaşmasını engelliyorlar.

Tam yeri gelmişken “Allah’dan başkasının şefaati ayetlerle var” diyenlere soruyorum. Allah’ın sözleri olan Kur’an ile, insanların sözleri olan şefaat konusu rivayetlerin arasını ayıramıyorsa ve tercihini insan rivayetlerinden yana yapıyorlarsa, o zaman onların Allah’dan beklentileri ne? Allah, hesap günü insanların Kur’an’dan sorulacağını haber veriyorken, “Sen, bizim sana vahyettiğimize sım sıkı sarıl. (Böyle yaparsan) Elbette ki dosdoğru bir yol üzerinde olmuş olursun. O vahy ettiğimiz Kur’an, sana ve kavmine bir öğüttür. Kesinlikle (Kur’an’dan) sorulacaksınız.”(43 Zuhruf 43-44), neden Kur’an’a inandım diyenler, Allah’ın verdiği gelecek ile ilgili haberlerin anlaşılmayan bir tarafı mı var? Allah vaadinden asla dönmeyeceğini, kullarının şirk günahından başka her türlü günahlarını bağışlayabileceğini (Nisa 49, 116) bildirdiği ve “Hesap görücü olarak Allah yeter” diyen Allah, aynı zamanda “Allah kuluna yetmiyor mu?”(39 Zümer 36) sorusuna ne cevap veriyorlar? Eğer, olumlu cevap veremeyen, Allah’a inandığını söyleyenler, “Evet, dünya ve ahirette Allah bana yeter” diyemeyen veya “Allah bana yeter” deyip de “Allah’ın şefaatlerine izin vereceği kulları da var” diyenler, çelişki içinde neye inandıklarını bilmeyen cahil zavallılardır. Allah’a inanan her müslüman, yüksek sesle haykırarak, şefaatçilerin var olduğuna inanan tüm insanlara “Biz ilan ediyoruz ki, dünyada da, ahirette de Allah bize yeter” demelidirler. 

Hep beraber hesap gününü bekleyeceğiz ve Allah mı şefaatçi, yoksa onların şefaatlerini umdukları peygamberler, veliler, şehitler ve diğerleri mi şefaatçi göreceğiz. Hâlbuki Allah müşriklerin, kâfirlerin, münafıkların, asilerin, şakilerin inançlarını ve yaptıkları ameli yanlışlıklarını Kitab’ında kötü ve yanlış örnek olarak anlatıyor ki, aynı yanlışlıkları mü’minler, müslümanlar yapmasın “Ayetlerimizi açık ve anlaşılır durumda anlatıyoruz ki, günahkârların yolları da net bir şekilde ortaya çıksın.”(6 Enam 55) İşte bunun için Allah, Bakara 132’inci ayetinde, İbrahim (as) ve Yakup (as)’ın evlatlarına “Yalnızca müslümanlar olarak ölün” vasiyetinde bulunmaları, “Ey evlatlar! Bugün müslümansınız ama yarın ayaklarınız sürçebilir, inkâra düşebilir, müşrik olabilirsiniz, insan olarak her müslümanın, her an, her zaman hataya düşme ihtimali vardır.” demek istemişlerdir. Bu yanlışa düşmemelerini, yalnızca yaşadıkları güncel hayatlarını ve inançlarını, Yüce Allah’ın kitabı Kur’an ile gözden geçirmeleri, kitab ile, varsa hataları yanlışlarını düzeltmeleri ve içten, samimi olarak hatalarının bağışlanmasını Rablerinden dilemeleri, teslimiyetlerini ölünceye kadar göstermeleri, onları şirk ve küfür batağına düşmekten engelleyebilir. “Ey iman edenler! Allah’dan korunun ve her nefis yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’dan korunun, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(59 Haşr 18)

Yukarıda şefaat ile ilgili bildirilen ayetlere baktığımızda, hesap gününün yegâne şefaatçisinin Allah olduğunu nefsinde kesinleştiren ve ahiret gününe inanan hiçbir mü’min, bundan şüpheye düşmeyecek şekilde, Allah’ın kitabı Kur’an’da açıklanmıştır. Ama şeytanlar boş durmuyor ve Allah’ın şefaat ile ilgili “Ancak o gün yalnızca Rahman’dan ahit alanlar, Allah’ın şefaatini (yardımını almayı) elde ederler.”(19 Meryem 87) ayetini, konusu içindeki ayetlerin öncesine ve sonraki ayetlere bakmadan “O gün Rahmanın katından söz ve izin alandan başkasının şefaat (etme) hakkı olmayacaktır” (DİB, 2017, 7. Baskı meali ve dipnotu) şeklinde tercüme ediyorlar. Şimdi bu ayetin konusuna bakalım. 

Meryem 85’inci ayette Ahiret gününe inanmış muttakilerin, Rahman’ın huzuruna ağırlanacak misafir olarak götürüleceği bildirildikten sonraki 86’ıncı ayette, suçluların da “Günahkârları da suya götürülen sürüler gibi cehenneme sürükleriz. Ancak o gün yalnızca Rahman’dan ahit alanlar Allah’ın şefaatine (yardımına) kavuşurlar.”(19 Meryem 86-87) cehenneme götürülüp azabın içine atılan insanların Allah’ın şefaatini (yardımını, bağışlamasını) elde edemeyeceklerini bildirdikten sonra cehenneme atılan bu insanların, neden cehenneme atıldıklarını ve neden şefaat alamayacaklarını Allah dile getiriyor. “Onlar ‘Rahman çocuk edindi’ dediler.”(19 Meryem 88) konu itibarı ile Rahman’a çocuk isnad eden ve bundan dolayı cehennemde azabı hak etmiş. Allah’a şirk koşan, iftira edenler Allah’ın bağışlamasını ve şefaatini hak ediyorlar mı ki Allah onlara şefaat etsin. Bununla da yetinmiyorlar, Allah’ın oğlu dedikleri İsa (as)’a ‘ilah’ diyerek Allah’a ortak koşuyorlar. Allah adına yalan söyleyen ve Allah’a ortak koşan bu iftiracıların inkâr ve şirk koşmaktan dolayı düştükleri kötü örneklik, müslümanım diyenleri hiç etkilemiyor ki “Allah çocuk edindi” diyenler gibi, “Allah veliler edindi, Allah sevgililer edindi, Allah’ın sevgili kulları var” şeklinde “Allah’ın kullarını Allah’ın parçaları yaptılar. İnsan böyle yapmakla açık bir küfür içine düşmüştür.”(43 Zuhruf 15) ayetinde olduğu gibi, Allah’a pervasızca kullarını Allah’a yamayarak iftira ediyorlar. Hal böyle iken Allah’ın ayetlerini kendi konusu içinde değerlendiremeyen ve yaptıkları yanlışları, Rabbimizin “Bütün şefaat Allah’a aittir.”(39 Zümer 44) diyen ayetine rağmen, Meryem 87’inci ayetini utanmadan sıkılmadan “Allah’dan ahid almış olanlar şefaat etme hakkını elde edecekler” şeklinde kasıtlı olarak tahrif ediyorlar.

Şimdi ayetin Arapçasından tercümelerin doğru yapılıp yapılmadığına bakalım. 

(86) وَنَسُوقُ‭ ‬الْمُجْرِمِينَ‭ ‬إِلَى‭ ‬جَهَنَّمَ‭ ‬وِرْدًا

(87) لَا‭ ‬يَمْلِكُونَ‭ ‬الشَّفَاعَةَ‭ ‬إِلَّا‭ ‬مَنِ‭ ‬اتَّخَذَ‭ ‬عِندَ‭ ‬الرَّحْمَنِ‭ ‬عَهْدًا

“Günahkârları (mücrimleri) hayvanları suya götürür gibi cehenneme sürükleriz.”(19 Meryem 86) Bu 86’ıncı ayetin tercümelerinde sorun yok.

87’inci ayet bir istisna cümlesi olarak “ma, la, leyse, len, lem gibi menfilik (olumsuzluk) veren, in, ma, men gibi şart edatları ile başlıyorsa, istisna cümlesi düz cümle anlamı olarak, hasr (cümleye elbette, mutlaka, kesinlikle gibi) vurgu denilen bir anlam verirler. “La yemlüküüneş şefaate illa = Kesinlikle onlar şefaat elde edecekler.” İstisna cümlesindeki istisna edatından önceki “La yemliküüne = onlar şefaat elde edemezler” cümlesindeki “yemliküüne” fiilinin ismi faili (öznesi) çoğul iyelik (hüm = onlar) zamiridir. Üçüncü şahıs “hüm = onlar” zamiri, dil bilgisi kuralı olarak, kendisine en yakın cümledeki açık isme racidir (döner). Önceki cümledeki açık isim “mücrimler” olduğuna göre “la yemlüküüne” fiilinin öznesi mücrimlerdir. O zaman “la yemliküünel mücrimuune” cümlesinin anlamı “Mücrimler şefaat elde edemezler (alamazlar)” olur. 

İstisna edatından sonraki ikinci cümle (müstena minhu) “İlla men ittahaze inder Rahmani ahden = Rahmanın yanında ahit alan kişi veya kimse” diye tercüme ettikten sonra, istisna cümlesini bütün olarak tercüme edildiğinde “(Mücrimler değil) Yalnızca, Rahman’ın katında ahit almış kişiler (İman eden salih amel sahipleri) Allah’ın şefaatini (yardımını) elde eder.” Hasr vurgusundan dolayı cümlenin bu şekilde tercüme edilmesi gerekir. 

Dikkat edilirse bir sonraki, 88’inci ayette, “Onlar (cehenneme atılan mücrimler) ‘Rahman oğul edindi’ dediler.” Allah’a çocuk isnat edenler, Allah’ı insan gibi algılayıp, insana benzeterek eşler, oğullar, kızlar, ortaklar, sevgililer, dostlar, arkadaşlar edindi diyenlerin, geleceklerinin cehennem azabı olacağı muhakkak surette bu ayetlerde haber veriliyor. Çünkü Meryem 92’inci ayette “Rahman’a çocuk edinmek asla yakışmaz” diyen Allah’a “Eş, oğul, kız, ortak, sevgili, dost, arkadaş” edinmesi yakışır mı? Zümer suresi 4’üncü ayette “Allah çocuk edinmek isteseydi, göklerde ve yerde dilediğini çocuk edinirdi.” dediği gibi, Rabbimiz Allah’ı insan gibi algılamak çok büyük bir iddia ortaya atmak demektir (19/89). Rabbimizin Nisa 48 ve 116’ıncı ayetlerde bildirdiği affedilmez günah olan kendisine ortak koşanlara şefaat etme veya şefaat alma gibi anlamlar vermek, Allah’ın kitabını tahrif etmek demektir. Bu gün yüzde doksan dokuzu müslüman ülke olarak iddia edilen ülkemizde, yapılan yanlış tercümelerin oluşturduğu yanlış inanç olan “Hesap gününde Allah, kendinden başkalarına şefaat etme izni verecek” diyen inananların sayısı yüzde doksan beşin altına düşmez. “Allah’ın ortakları olarak zannettiğiniz şefaatçilerinizi sizinle beraber göremiyoruz.”(6 En’am 94) hesap günündeki sorusuna, dünya hayatlarında şefaatçılara inananların verecekleri cevap “kayıp oldular, bizden uzaklaştılar” demekten başka bir şey olmayacak. 

87’inci ayetteki, Rahman’ın yanında ahit alanlar kim ve nasıl anlamalıyız? Pek çok ayette tekrarlanan “İman edip, Allah’ın yapılmasını istediği doğru ve yararlı işleri yapanları, altlarından ırmakların aktığı cennetlere, sürekli kalmak üzere koyacağız. Allah’ın vaat ettiği gerçektir. Allah’dan daha doğru sözlü kim vardır.”(4 Nisa 57 ve 122) iman edip salih amel işlemek Allah’ın rızasını kazanmak, cennete girmek için yeterli oluyor. Ancak Allah’ın vahiyle kullarına emrettiği yararlı işleri yerine getirmekle beraber, yasaklardan da kaçınmak da, iyi ve yararlı işler yapmak kadar önemlidir. “Küçük sürçmelerin dışında, günahların büyüklerinden ve çirkin davranışlardan kaçınanları, şüphe yok ki senin Rabbin bağışlamasıyla kuşatacaktır.”(53 Necm 32) Yasakları ve kötü çirkin işleri yapması halinde bir insan, eğer ölümünden önce vazgeçip tövbe etmemişse, her mü’min yaptığı iyi ve salih amellerinin geçersiz olacağını, boşa çıkacağını bilmelidir. Buna misal olarak, konumuz şefaat ile ilgili örnek verirsek “Biz sana ve senden öncekilere ‘Eğer Allah’a ortaklar koşarsan bütün yaptıkların boşa gider’ diye vahyettik.”(39 Zümer 65) ayetine göre, Yunus suresi 18’inci ayette Rabbimiz, müşriklerin Allah’dan başkalarına kulluk edip tapındıklarına “Bunlar Allah’ın yanında bizim şefaatçilerimiz” demişlerdi. Rabbimiz onların bu söylediklerine cevaben “Allah onların koştukları ortaklardan uzaktır” demekle, Allah’dan başkasını şefaatçi edinenlerin müşrik olduğunu bildirerek, Allah’dan başka şefaatçi edinenlerin “Allah’a ortak koşmakla bütün yaptıkları iyi ve salih amellerin boşa gideceğini” haber vermiştir. Eğer bu şirk koştukları yetmiyorsa! 

Allah Zümer suresi 44’üncü ayette “Bütünüyle şefaat Allah’a aittir” dediği halde “Hesap gününde Allah’ın izin verdikleri şefaat edecekler.” demeleri, Allah kitabında bildirmediği halde, Allah adına yalan söylemelerinden dolayı “Allah adına yalan uyduranın yaptıkları boşa gitmiştir.”(20 Taha 61) ayetine göre de Allah adına yalan söylemelerinden dolayı hem şirk koşmalarından ve hem de Allah adına yalan söylemek olan iki söylemlerinden dolayı yaptıkları ameller boşa gitmiş olduğunu Allah’ın ayetlerinde görüyoruz. 

“Önceki toplumların arkasından, önceki kitaba (Tevrat’a) mirasçı olanlar geldi. Kedilerine sunulan hak etmedikleri basit şeyleri aldılar. ‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız’ diyerek, daha önce aldıklarının benzerleri karşılarına çıkmış olsa ve onların bir misli daha sunulsa, onları da alırlar. Hâlbuki onlardan, Allah adına doğruları ve Kitab’dan (Tevrat’dan) öğrendiklerinden başka bir şey söylemeyeceklerine dair, yazılı sağlam bir ahit alınmamış mıydı? Sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazlarını kılanlar var ya! Biz doğru (salih) amel işleyenlerin karşılıklarını, asla zayi etmeyiz.”(7 Araf 169-170) Rabbimiz Allah, insanlar arasından seçtiği elçiler aracılığı ile insanlara yazılı belgeler olarak kayıtlara (Kitaplar) geçen emirler, yasaklar, geçmiş ve gelecekle ilgili haberleri, vahiyle insan elçilere bildirmiştir. Allah’ın elçileri, insanlara ulaştırdıkları Allah’ın vahiyle bildirdiği mesajlarına inanmış ve inandığı mesajlarını hayatına uygulayacağını kabul etmişse (teslim olmuşsa), Rabbi ile sözleşme (ahitleşme) yapmış demektir. Rabbleri ile iman etmek ve teslim olmak üzere ahitleşme yapmış olan insanlar, hayatlarının sonuna kadar, Rableri ile yaptıkları sözleşmeye ilave ve sözleşmeden eksiltme yapamazlar. Eğer (örnek veriyorum) 100 maddelik sözleşmeyi 101’e çıkarır veya 99’a indirirlerse, ahitleşmeyi bozmuş ve sözleşmeye ihanet etmiş olurlar. Araf suresi 169-170 ayetlerde ehli kitabın örnekliğinde, Rableri ile yaptıkları ahitleşmeye menfaatlarını, çıkarlarını gözeterek (Tevrat’a) ihanet eden ehli kitabın yaptıklarını, müslümanların yapmamaları gereken ve bedelinin ağır olarak verileceği kötü örnek olarak bildiriliyor. 169’uncu ayetin hemen arkasından 170’inci ayette ehli kitabın düştüğü hataya Kur’an’a inananların/müslümanların düşmemesi için, Allah’ın kitabı Kur’an’a sıkı sıkıya sarılmaları tavsiye edilirken de, bu samimiyetlerinin karşılığının da eksiksiz verileceği bildiriliyor. Yine ehli kitabdan kötü bir örnek “Allah, kitap ehlinden insanlara o’nu (Allah’ın ayetlerini) mutlaka açıklayacaklarına ve ondan hiçbir şey gizlemeyeceklerine dair sağlam bir söz almıştı. Allah’ın açıklayıcı ayetlerini, çok az bir değer karşılığında satarak, arkalarına attılar. Satın aldıkları şeyler ne kadar kötü!”(3 Al-i İmran 187) Kendilerini Kur’an ehli olarak öne çıkararak, Kur’an’ın içinde kendilerine emredilen ve yasaklanan ayetlerden habersiz ve bir de bilmediği halde, Allah’ın söylemediğini, Kur’an’da Allah birilerine şefaat izni verecek diyerek yalan söyleyenlerin hali bu ayette açıkça görülüyor.

İkinci olarak şefaat konusunda anlamı tahrif edilen Taha suresi 109’uncu ayete bakalım: 

(109) يَوْمَئِذٍ‭ ‬لَّا‭ ‬تَنفَعُ‭ ‬الشَّفَاعَةُ‭ ‬إِلَّا‭ ‬مَنْ‭ ‬أَذِنَ‭ ‬لَهُ‭ ‬الرَّحْمَنُ‭ ‬وَرَضِيَ‭ ‬لَهُ‭ ‬قَوْلًا

(110) يَعْلَمُ‭ ‬مَا‭ ‬بَيْنَ‭ ‬أَيْدِيهِمْ‭ ‬وَمَا‭ ‬خَلْفَهُمْ‭ ‬وَلَا‭ ‬يُحِيطُونَ‭ ‬بِهِ‭ ‬عِلْمًا

“O gün Rahmanın izin verdiği ve sözlü olarak razı olduğunu belirttiği kişilerden başkasına, şefaat fayda vermez. Çünkü onların yapıp önlerine koyduklarını ve yapmaları gerekenlerin hangilerini yapmadıklarını yalnızca Rahman bilir. Ama onlar, Rahman hakkında ki (O bildirmedikçe) bilgiyi elde edemezler.”(20 Taha 109-110) 

Yukarıda Meryem suresi 87’inci ayette izah ettiğimiz istisna cümlelerindeki menfi ve şart edatları ile başlama kuralı aynen geçerli olarak tercüme ettiğimizde “O gün Rahmanın izin verdiği ve sözlü olarak razı olduğunu belirttiği kişilerden başkasına, şefaat fayda vermez.”(20 Taha 109) ayetinin doğru tercümesi bu şekilde olmalıdır. Ayetin anlamını tahrif ederek Allah’dan başkalarının, Allah’ın izni ile şefaat edecekleri anlamını verenlerin, arap dilbilgisi kuralına aykırı nasıl anlam veriyorlar ona bakalım: Kur’an Meali Org. Sitesi, 41 meal içinde; İ. Yorulmaz, M. Esed, M. İslamoğlu, Ö. Nasuhi Bilmen, Ş. Piriş, S. Türkmen ve Y. Nuri Öztürk doğru tercüme etmiş, diğer 34 meal “O gün, Allah’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğundan başkasının şefaati fayda vermez” diye tercüme etmişlerdir. Ben Kur’an mütercimi olarak Taha 109’uncu ayeti bu şekilde arap dili gramerine hiçbir şekilde uymayan ve örneği de olmayan tercümelere, Kur’an’ın ayetini katletmek, tahrif etmek diyorum. Arapça bilen kardeşlerime soruyorum. İstisna cümlelerinde Müstesna cümlesi ile müstesna minh olan cümleleri, istisna edatı (illa) yokmuş gibi zincirleme isim tamlamasının yapıldığı bir ayet, bir cümle biliyor veya hatırlıyor musunuz? Ayrıca “limen radiye lehu kavlen = Sözlü olarak razı olduğunu belirttiği kişi” cümlesindeki “kavlen” cümle içinde temyizdir (Falanca kulumdan razıyım, o’nu cennete götürün veya falancayı ateşe atın gibi bizatihi Rabbimizin sözlü olarak belirlediği kişiler). “Kavlen” kelimesinin önüne “min” harfi cer edatını, sonuna da “hu” üçüncü şahıs tekil zamirini ilave ederek “min+kavli+hi = o’nun sözünden” şeklinde ilave yaparak, zincirleme isim tamlaması olmadığı halde, nasıl isim tamlaması yapılabiliyor? Kur’an tercümesi yapan insanların, arapça gramer bilgisine göre, Taha 109 ayetine, böyle bir tercümenin yapılmasının yanlış olduğunu bildiklerine kesinlikle inanıyorum. Bu şekilde bir tercümeyi yapan insan, ya ideolojik olarak Allah’ın dinine düşmanlığından dolayı tahrif etmek için yapıyor, ya da arapça gramerin cahili olarak ticari amaçla, başka tercümelerden menfaat kazanmak için kopyalama yapıyor. Her iki durumda da Allah’ın ayetleri tahrif edilmiş olmakta; arapça bilen inanan insanların, bu şekildeki tahrif çalışmalarını deşifre etmesi ve engellemek için gerekli gayreti, çalışmayı göstermesi gerekir. Ayetin orijinalinde Rabbimizin hesap günündeki şefaatin (kuluna yardımın) yalnızca kendisine ait olduğunu (39/44) bildirdiği halde, eğer Allah bir kulunu bağışlamıyorsa, o kuluna şefaat (yardım) etmiyor ve o kul Allah’ın bağışlamasını hak etmiyor demektir. Allah’ın şefaat etmediği, bağışlamadığı bir kulunun yerleştirileceği mekânın azap yurdu cehennem olacağı, inandım diyen her insanın bilmesi gereken, Allah’ın kitabında öğrettiği doğru bilgilerinden birisidir. Kuluna en yakın olan Allah, Taha 110’uncu ayette, kulunun yapması gerekenlerden neleri yapıp yapmadığını yalnızca O’nun bilebileceğini bildirirken, başka şefaatçiler kime, neye göre şefaat edecekler? İnsanlar için indirdiği kitabında Allah kullarından neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiğini, yaptıklarından neleri bağışlayacağını veya neleri bağışlamayacağını bildirmiş olmasına rağmen, Rabbinin mesajlarını görmemezlikten gelenlerin ve arkalarına atanların, Allah’ın hesap günündeki yardım(şefaat)’ından mahrum olacakları kesindir. Hesap gününde Allah’ın yardım etmediği birisine, hiçbir kimse o kişiye yardım edemeyeceği gibi, o kişiden haberi bile olmayacak. Çünkü her fert Rabbinin huzuruna, hesabını vermek üzere yalnız başına gelecek (6/94, 19/95). Rabbimiz “Hesap gününde şefaat yalnızca bana aittir” dediği halde, Allah’ı yalanlarcasına Allah’dan başkalarının da hesap gününde şefaat edeceğini söylemek ve buna inanmak Allah adına yalan söylemek ve Yunus 18’inci ayette olduğu gibi şirk değil midir? Neyin şirk olduğunu bilmeyen insanlar, yaşadığı hayatta affedilmeyen ve kesinlikle Allah’ın affetmediği bu beladan nasıl kurtulabilir? Ahiret endişesi olan her insan, kendisini ebedi mutsuzluk yurduna girmeye sebeb olacak, yapılması yasak bilgileri Allah’ın kitabından öğrenerek bu yanlışlardan uzak durarak kendisini koruyabilir. Yapması gereken, Allah’ın kitabından öğrendiği Allah’a kulluk görevlerini yapması, ihmal etmemesi, kendisi için yapacağı en hayırlı ve aciliyet gerektiren durumdur. Samimi olarak bu çabayı gösteren her insanın “Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücadele edenleri, mutlaka yollarımıza eriştiririz. Elbetteki Allah iyilik yapanlarla birliktedir.”(29 Ankebut 69) Allah’ın bu vaadine kavuşacağına inanıyorum. 

Allah’ım müslüman olarak canımızı al ve salihler zümresine bizleri ilhak eyle. İbrahim (as)’ın “Hesap günü hatalarımın bağışlamasını umduğum da O’dur.”(26 Şuara 82) dediği gibi hatalarımızı ve yanlışlarımızı bize bağışla. O hesap günü yalnızca senin şefaatine (yardımına) sığınıyoruz. Sen merhametli ve bağışlayansın. Ateşin azabından koru. Amiiin

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *