Gazze ilk değildir, son da olmayacaktır. Gazze’de savaş bitse, katliamlar dursa, sonra ne olacak? Duracak mı? Hayır. Durmayacağını hepimiz biliyoruz. Bu sebepten Müslümanlar geç olmadan ne yapması gerekiyorsa yapmalıdır. Şimdi başlansa belki yüz yıl sürecek, ama değecektir.
Yakup Döğer
“Benim neslimin büyük günahı tarihini bilmemek, tarihine inanmamak ve bilhassa tarihinde kendinden bir şey devam ettiğine inanmamaktı. Gördüğümüz feci terbiyenin tesiri altında tarihi bir mezar ve bütün vekayii birer ceset gibi düşünüyorduk. Mazimiz bir dağdı, onu çıkmıştık, şimdi inmekle meşguldük. Ve talihin bizi iniş tarafında dünyaya getirdiğine kızmaktan başka yapacak bir şeyimiz yoktu.”
(Ahmed Hamdi Akseki)
İslam Alemi olarak son dönem yaşadığımız kan donduran elim hadiseler, Müslümanların son yüz yıldaki dağılışının, parçalanışının, içine düştüğü tefrikanın, aydın entelektüel sınıfın siyasi basiretsizliğinin acı sonuçlarıdır. Toplumu çekip çevirecek, siyasi bir istikamet tayin edecek ricalin çeşitli sebeplerle gelişen olayların künhüne vakıf olamaması ya da işlerine öyle geldiği için sorumluluk almaması, uzun dönemde bugünkü elim hadiseleri sonuç olarak karşımıza çıkardı.
Ahmed Hamdi Akseki’nin de yukarıda alıntısını yaptığımız tespitinden yola çıkarak söyleyecek olursak, Müslümanların bilincinde tarih hiçbir zaman uyarıcı bir rol oynamadı. Bu büyük eksiklik günümüzde de ne yazık ki varlığını sürdürüyor.
Çok uzaklara gitmeden yarım asırlık tarihi sürece baktığımızda, Müslümanlar başlarına gelen elim hadiseler karşısında şaşkınlık yaşıyor. Yaşanan olayları, savaşları, katliamları, kendilerine karşı sürdürülen soykırımları, sanki ilk defa görüyormuş, ilk defa başlarına geliyormuş gibi algılıyor ve bir sürelik tepkilerle tavır alıyor. Ardı ardına yaşanan onca elim hadiseye rağmen ileriye dönük esaslı ve derinlikli düşüncelerle meselelerin tahlilini yapamıyor.
Çok değil yaşı elliyi bulanların hemen hatırlayacağı, hafızalarında canlanacağı o kadar çok emperyalist saldırı ve Müslümanlara karşı işlenen cinayet var ki, günümüzde yaşadığımız Gazze bu sürekliliğin bir parçası, devamı niteliğindedir. Biraz hafızamızı yoklarsak, günümüzde İslam’a ve Müslümanlara karşı girişilen amansız mücadeleyi daha iyi anlayacağımız kanaatindeyiz.
Önce Afganistan modern komünist Rusya tarafından işgal edildi. Yüzbinlerce Müslüman kıtalararası füzelerle, süpersonik silahlarla, uçaklarla, tanklarla toplarla katledildi. Fakat Afgan halkını ve savaşçı mücahitlerin karşısında direnemeyen Rusya’nın tabutuna bir çivi çakılarak geri gönderildi. Rusya 1979’da girdiği Afganistan’dan on yıl sonra 1989’da Kızıl Ordu’sunun hezimete uğramasıyla kaçarcasına çıktı. Savaşın sonunda resmi rakamlara göre bir milyonun üzerinde Müslüman şehit oldu, yüz binlerce dul ve yetim kaldı. Sadece bununla da kalmadı. Zaten her alanda dünyanın en sıkıntılı ülkelerinden biri olan Afganistan, büyük bir yıkıma maruz kaldı, ülkede istikrar ve huzur kalmadı.
Rusya’nın Afganistan’ı işgal girişimi sonrasında İslam ülkelerindeki birçok Müslüman Ruslara karşı savaşmak için Afganistan’a gitti, kitleler ayağa kalktı. Fakat dünya Müslümanları böyle bir hadiseden esaslı dersler çıkarıp emperyalistlere karşı ileriye dönük bir strateji geliştiremedi.
Aradan çok değil üç yıl geçti ki Bosna’da, medeniyetin(!) merkezi Avrupa’nın ortasında Boşnak Müslümanlara karşı başka bir kıyım yaşandı. Tarihin en korkunç soykırımlarından biri, bütün Avrupa’nın hatta BM’nin gözetimi altında Sırplar tarafından gerçekleştirildi. Kızılhaç’ın resmi verilerine göre Bosna Hersek’te 300 binin üzerinde Boşnak Müslüman hayatını kaybederken, iki milyondan fazla insan yerinden yurdundan, evlerinden zorla göç etmek zorunda kaldı.
Sırp katiller üç yıl boyunca Avrupa’nın gözleri önünde Boşnakları insanlık dışı zulümlerle katlettiler, binlerce Müslümanı işkence ile öldürdüler. Bütün bu katliamlar yaşanırken medeni(!) Avrupa bu katliamları sadece seyretti. İslam dünyası bu elim hadise karşısında duygusal olarak ayağa kalkarken birçok Müslüman Bosna’ya cihad için gitti. Üç yıl süren savaşın sonucunda, emperyalistlerin Müslümanlara karşı olan kini ve nefreti, yapılan katliamlar ve soykırımlarla tescillendi.
Savaş sona erdiğinde, İslam dünyası Müslümanlara karşı girişilen katliamların ileride de devam edeceğini bir türlü akıl edemedi. Bosna’da yaşanan soykırımdan ve katliamlardan esaslı dersler çıkarıp emperyalistlere karşı durabilecek bir direniş hattı oluşturamadı. Ne zaman böyle hadiseler yaşansa, Batının ürettiği içi boş laf olan tek taraflı “insan hakları” söylemine sığındı.
Bosna Hersek’te yaşanan katliam ve soykırımın ardından duygusal yoğunluğundan sıyrılan İslam dünyası tekrar eski sükûnetine geri döndü. Müslümanlar arası anlaşmazlıklar, tefrika, parçalanmışlıklar daha da derinlemesine sürdü. Müslümanların kendi içindeki çatışmalar sürerken, küresel emperyalist ABD, Bosna soykırımından sekiz yıl sonra, 2001 Ekiminde Afganistan’a işgal girişimini başlattı.
20 yıl süren işgal sırasında, yüzbinlerce Müslüman, çocuk kadın yaşlı genç demeden katledildi. Talebeler okurken medreseler bombalandı. İşgal sırasında ABD’nin asker sayısı yüz bini buldu. Türkiye de NATO çerçevesinde ABD’nin yanında yer aldı. Afganistan, Rus işgalinde olduğu gibi harap oldu, huzur ve istikrar kalmadı. 2021 tarihinde ise, ABD’nin tabutuna Taliban tarafından bir çivi daha çakılarak ülkeden kovuldu.
İslam alemi bu elim ve vahşi işgalden, soykırım ve katliamlardan yine kendisine bir ders çıkarıp, küresel emperyalist, büyük şeytana karşı ileriye dönük, en azından teorik olarak bir strateji geliştiremedi. ABD kuduz köpek gibi Memalik-i İslam’a saldırmaya devam etti.
Küresel emperyalist ABD’nin Afganistan işgali yeni başlamıştı ki, 2003 tarihinde “Demokrasi ve istikrar” vaadiyle bu kez Irak’ı işgal etti. Afganistan’daki vahşet devam ederken, yeni bir vahşet cephesi de Irak’ta açıldı. Ülkeyi kan ve gözyaşına boğan işgal, 2011 tarihine kadar sürdü. Basında yer alan haberlere göre işgal sırasında 2 milyon Müslüman öldü ve bunların 500 bini ise çocuktu. Milyonlarca insan ülke içinde yerinden yurdundan oldu.
ABD Irak’ta başlattığı kanlı girişimi sürdürürken, Erdoğan ABD’de Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, ABD’nin yegâne güç olduğunu, askerlerinin Irak’ta başarılı olmalarını ve sağ salim olarak evlerine dönmelerini samimiyetle arzu ettiklerini söylüyordu. Afganistan ve Irak’ta eş zamanlı denebilecek şekilde süren Müslüman katliamlarına, soykırımına rağmen, İslam dünyası bir gün sıranın kendilerine de geleceğini düşünmeyerek, küresel emperyalist büyük şeytana karşı hiçbir tavır almadı.
Çok geçmeden Suriye’de çıkan iç savaşa müdahil olan ABD ve ortakları, bu bölgeyi de kan gölüne çevirmekte gecikmediler. Yüzbinlerce insan öldürüldü, milyonlarcası göçmen olarak yerinden yurdundan oldu. İslam alemi yine uyanmadı, Müslümanlar stratejik olarak hiçbir şey yapmadılar, halen de yapmamaktalar.
İşgalci siyonistler yetmiş yıldır Filistin’i işgal ediyor, Müslümanları katlediyor, sistematik olarak soykırım uyguluyor. Katliamların, işgalin ve soykırımın 7 Ekim’le başlamadığını bütün dünya bilmektedir. Katliamlar ve soykırım topyekün yapılmaya başlandığında bütün duygular haklı olarak harekete geçiyor. Elbette bu hissiyat ve tepki yanlış değildir. Fakat Müslümanlar olarak biraz durup düşünmemiz gerekmiyor mu?
7 Ekim’den önce de her gün Gazze açık cezaevine çevrilmiş şekilde bombalanıyor, Müslümanlar katlediliyor, şehirler harap ediliyordu. Her gün basında, haber bültenlerinde İsrail’in Gazze’yi uçaklarla vurduğunu, bilmem kaç çocuğun hayatını kaybettiğini görüp duyuyorduk. İsrail ile ticaret her geçen gün artarak devam ediyordu. Buna rağmen ne ülkemizden ne de dünyanın diğer bölgelerinden, burada işlenen cinayetlere bugünkü gibi yüksek ses çıkmıyor, ticaretini sürdürenler ifşa edilmiyordu. Hatta işgalci siyonistle ‘normalleşme’ adımları çok hızlı bir şekilde sürmekteydi.
Bu ülkenin devlet ricali, Mavi Marmara gibi devasa bir hukuk skandalına imza attı ama buna rağmen meydanlar böylesine inlemedi. Bu satırlarda yazılanların öncelikle yanlış anlaşılmamasını temenni ederim. Biraz da Müslümanlar olarak kendimize bakmamız gerektiğini hatırlatmaya çalışıyorum. İslam alemi ve Müslümanlar kendi aralarında ihtilaf yaşarken, Hıristiyan dünyası bu boşluktan yararlanarak geri geldi. Nitekim İngiliz komutan Allenby, 1917 yılında Selahaddin Eyyubi’nin Şam’daki mezarını tekmeleyerek, “Kalk Selahaddin, biz yine geldik” demesi çok manidardır.
Müslümanların küresel emperyalizmden ve kendilerine yönelik operasyonlardan kurtulabilmesi için, öncelikle çok uzun soluklu çabalara girişmeli, bir vücut gibi olmaya çalışmalıdır. Fakat günümüz itibarıyla Müslümanların böyle bir çabaya yönelecek ne mecali ne de cesareti görünüyor. Bunu çok iyi bilen küresel emperyalistler, bizim parçalanmış halimizden faydalanıyor, halkı Müslüman ülkelerin başına musallat ettikleri işbirlikçi rejimlerden de kendilerine beklediklerinden fazla destek buluyorlar.
Ahmed Hamdi Akseki’nin ifadesinin vücut bulmuş halini bizim nesil de yaşıyor. Tarihimizi bilmememizin, tarihimizden ibret almamamızın acı sonuçlarını en ağır şekilde yaşıyoruz. Kadim söz olan, “Tarih tekerrürden ibarettir” lafzı ne bilincimizde ne de kalbimizde karşılığını bulmuyor. Tarihini bilmeyenlerin, sağlıklı bir hafızalarının olmayacağını da unutmamak gerekir.
Bugün bütün dünyanın gözü önünde, canlı yayınlarla dünya insanlığına izlettirilen Gazze’deki soykırım, katliamlar, cinayetler, tecavüzler, aç-susuz bırakmalar, dün yaşananların bir tekrarı değil midir? Bugün haklı olarak meydanlara çıkışımız, avazımızı çıktığı kadar bağırışımız, dün yaşananları unutmamızın sonucu olamaz mı? Gazze’de ateşkes olup, savaş bittiğinde, sonrasında ne olacak? Müslümanlar olarak bunu hiç düşünüyor muyuz? Ne yazık ki hayır.
Gazze ilk değildir, son da olmayacaktır. Gazze’de savaş bitse, katliamlar dursa, sonra ne olacak? Duracak mı? Hayır. Durmayacağını hepimiz biliyoruz. Bu sebepten Müslümanlar geç olmadan ne yapması gerekiyorsa yapmalıdır. Şimdi başlansa belki yüz yıl sürecek, ama değecektir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *