İsrail’in zulüm ideolojisi: Revizyonist siyonizm

İsrail’in zulüm ideolojisi: Revizyonist siyonizm

Faşist lider Benito Mussolini’nin fikirlerinden ilhamla oluşturulan revizyonist siyonizmin, bugün Gazze’de katliam, sürgün ve yok ediş gibi kavramlar ekseninde hakim bir ideoloji olarak bayraklaştırıldığını görüyoruz.

Araştırmacı yazar Selim Han Yeniacun, Netanyahu liderliğinde İsrail’in güncel politikasının bölgede iç ve dış siyasette dengesizlikleri nasıl tetiklediğini AA Analiz için kaleme aldı:

***

Irgun terör örgütünün fikir babası Zeev Jabotinsky’nin, Arap nüfusu Şeria Nehri’nin doğusundan sürmeyi planladığı meşhur “Demir Duvar” doktrini bugün İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımı tanımlamaya en yakın strateji olarak öne çıkıyor. İsrail’de mevcut iktidarın lokomotifi ve Başbakan Binyamin Netanyahu’nun partisi olan Likud’un kökenleri, Irgun terör örgütüne dayanıyor. Irgun lideri Jabotinsky’nin Filistin’deki Arap nüfusu ortadan kaldırmak amacıyla sistematize ettiği bu doktrin bugün Netanyahu’nun ellerinden kayıp giden iktidarı kurtarma pahasına, Filistinlilere yaptığı soykırımın dayanak noktası halini almış durumda.

İsrail’in zulüm ideolojisi

Bugün İsrail tarihindeki en uç figürleri dahi geride bırakan aşırı ırkçı İsrail hükümetinin, her türlü etnik temizliği dillendirmesinin altında ise bu zulüm ideolojisinin yattığını söyleyebiliriz. “Bir yurt edinme” maskesi altında ve militarist karakteristiğinin karşısına aldığı “öteki” kimliğini yok etmek üzerine kurulan “revizyonist siyonizm” tam anlamıyla Netanyahu’nun daha önce sergilediği pragmatist yönelimleri de ortadan kaldıran radikal bir devlet politikası halini almış vaziyette. 25 bin Filistinli çocuk, kadın, yaşlı veya engelli ayrımı gözetilmeksizin bu dünyadan koparıldı. 60 bin 900 Filistinli sadece bedensel olarak değil ruhsal olarak da kapanmayacak yaralar aldı. Rehineler de dahil olmak üzere, gözden çıkarılabilir bir bedel olarak görülen 1500’den fazla İsraillinin de hayatını kaybettiği, Netanyahu’nun koltuk koruma uğruna yaptığı bu soykırım, sadece İsrail için değil aynı zamanda da tüm dünya kamuoyu açısından insanlık onuruna karşı işlenen en büyük suçlar arasında.

Faşist lider Benito Mussolini’nin fikirlerinden ilhamla oluşturulan revizyonist siyonizmin, bugün Gazze’de katliam, sürgün ve yok ediş gibi kavramlar ekseninde hakim bir ideoloji olarak bayraklaştırıldığını görüyoruz. 2018 yılında İsrail Meclisi’nden (Knesset) geçen “Yahudi Ulus Devleti Temel Yasası” çerçevesinde, Filistinli nüfusu temsil edilen Arap partilerinin söz söyleme hakkının antidemokratik bir şekilde gasbedilmesi de yine yadsınamayacak bir gerçektir. İsrail hakimiyetindeki şehirlerde, Doğu Kudüs’te, Batı Şeria’da ve Gazze’de sistematik bir şekilde Filistin kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik pek çok adım atılmıştır. Yaşanan bu zulümlerin ardından Hamas’ın 7 Ekim’de verdiği karşılık İsrail’in Filistin devletinin varlığını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik attığı önceki adımlarını daha cüretkar biçimde sergilemesine zemin oluşturdu.

Gazze’deki açık hava hapishanesinden farksız olan kuşatmanın herhangi bir diplomatik yahut politik tavırla esnetilemediği on yıllardır bariz bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bütün imkansızlıklara rağmen Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarının İsrail’in istihbarat ve güvenlik açıklarını da ortaya çıkardığı gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekir. Yıllardır her türlü faydacı koalisyonla iktidarda kalabilmeyi başaran Netanyahu’nun en büyük seçim kozu olan İsrail’in güvenliğini sağlama iddiası derinden sarsılmış durumda. Netanyahu, sadece kendi kişisel politikalarının başarısına odaklanarak İsrail’in en yakın müttefiki olan ABD’nin dahi şerh düştüğü İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich gibi iki ırkçı figürü ve partilerini koalisyona dahil etti ve bu şekilde bir şiddet sarmalını tetikledi.

Bölgesel savaş riski

Dünya kamuoyu tarafından Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda bu kısa süreçte defalarca telin edilen İsrail şiddeti, saldırıların 4. ayına girilen şu dönemde Netanyahu’nun soykırım suçu ile yargılandığı bir krize dönüştü. Meselenin hukuki boyutunun halihazırda İkinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğrayan bir milletin kendisinin soykırım suçu işlemesi trajedisinin ötesinde fiili boyutunda bir bölgesel savaşı tetikleme riski her geçen gün artıyor. 2020 yılında dünyayı derinden sarsan Kovid-19 salgınıyla ticaret ve tedarik yollarının güvenliğinin küresel bir mesele halini aldığı gerçeği karşımızdayken Netanyahu’nun uyguladığı soykırım politikaları başta Kızıldeniz-Akdeniz hattı olmak üzere Lübnan, Irak, İran ve Sina’yı kapsayacak yeni bir bölgesel krize dönüşme potansiyeline sahip. Halihazırda Yemen’deki Husilerin aktif bir biçimde İsrail’e ticari kimliği ile sefer yapan gemilere karşı düzenlediği saldırılar bölgede başta ABD olmak üzere pek çok Batılı ülkenin de silahlı çatışmalara dahil olmasına yol açtı. İsrail’in tüm dünyanın ihtarlarına, kendisinin ve kendisini destekleyen ABD’nin ekonomisine verdiği zarara ve dahi İsrail siyasetinin merkez ve sol unsurlarının bu sonuçsuz katliamın durdurulması çağrısına rağmen yürüttüğü bu saldırı şimdiye kadar yıkımdan başka bir sonuç getirebilmiş değil.

Netanyahu’nun saldırıların başında ortaya koyduğu Hamas’ı bitirme stratejisi başarıya ulaşamadı. İsrail, Filistin direnişinin askeri gücünü ve saldırılara cevap verme kapasitesini sonlandıramadı. Sivil ve askeri hedef ayrımı gözetmeksizin hastanelerden tutun da ibadethanelere kadar yapılan saldırılar, İsrail hükümet mensuplarının uluslararası kamuoyuna yönelik hitaplarındaki Filistinlilere karşı kullandığı ağır ifadeler ve dini metinlerin referans alındığı etnik temizlik politikaları bugün Lahey’de İsrail’in soykırım suçu işlemekten yargılandığı tabloyu oluşturuyor. Yargılanma sürecinin yanı sıra İsrail’in devam eden saldırıları, Yemen’in halihazırda aktif bir şekilde yer aldığı ve Orta Doğu’da pek çok bölgede daha cereyan edebilecek bölgesel savaş potansiyelini de tetikliyor.

Bu tablo karşısında saldırıların ilk ayından itibaren bu “amatör savaşı”n ekonomiye ve Lahey’de yargılanan İsrail’in itibarına zarar verdiği söylemi de muhalifler tarafından dile getiriliyor. Bu durum Netanyahu’nun iç siyasette de zor durumda olduğunu gösteriyor. Halihazırda İsrail’de yapılan pek çok anket toplumda Netanyahu hükümetine ve savaş politikalarına karşı güvenin giderek azaldığını gösterirken İsrail basınına sızan haberlerde Netanyahu’suz bir Likud girişimine karışan siyasetçilerin ve İsrail muhalefetinin devamlı görüşmeleri yer almaya başladı. Gazze’ye karşı belki de bölgesel bir savaşa dönüşebilecek bir katliam politikası izleyen Netanyahu’nun iç kamuoyunda ve hatta kendi partisi içindeki çatlakları kapatmaya ne ölçüde muktedir olacağı ise şüpheli.

[Selim Han Yeniacun, Şanghay Üniversitesi Küresel Çalışmalar Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *