“Küresel adalet sistemi, Filistin halkı açısından her zaman umut kırıcı bir retorik olmanın ötesine geçebilmiş değil. Nitekim evrensel yargı adaletinin metalaştırılması, küresel adaletin tecelli edeceğine olan inancı yok etti.”
Prof. Dr. Muharrem Kılıç / AA
Bugün tüm dünyanın gözleri önünde Gazze’de yaşanan asimetrik savaş, insanlık dışı yıkım ve trajediler uluslararası adaletin tesisini gerekli kılıyor. Ulusal sınırların ötesinde “başka coğrafyalarda” meydana gelen saldırıların ve savaşların gözlemcisi olan dünya yurttaşlarının yaşanan trajik olayları nitelendirerek tüm dünya kamuoyuna ilan etmesi “ahlaki bir sorumluluk” olarak değerlendirilebilir. Uluslararası ceza adaleti, “savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırı suçu” gibi aşırı şiddet biçimlerine karşı bireysel cezai hesap verebilirliği sağlamak amacıyla kurulmuş uluslararası ceza kanunları ve mahkemelerinden oluşan normatif bir sistem olarak karşımıza çıkıyor. Uluslararası ceza adaletinin tesisinin etik temeli, “vahşet suçlarından” sorumlu yetkililerin eylemlerinden ötürü cezalandırılması gerektiği fikrine dayanıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü, 60 devlet tarafından onaylandıktan sonra 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girdi. Bugün 123 ülke UCM’ye taraf devlet konumundadır. UCM’nin kurulması, “küresel adaletin tesis edilmesi ve insan hakları ihlallerinin hesap verilebilirlik temelinde” ele alınması noktasında önemli bir adım olarak görülüyor. Uluslararası ceza adaletinin tesis edilmesinde yargı yetkisine sahip ilk daimi uluslararası mahkeme olarak UCM, insan haklarının korunması noktasında bir milat teşkil etti. Roma Statüsü’nün 1. maddesine göre Mahkeme “uluslararası toplumu yakından ilgilendiren çok ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde yargı yetkisine sahiptir” ve mahkemenin yargı yetkisi “devletlerin ulusal yargı yetkisini tamamlayıcı” niteliktedir. Tamamlayıcılık ilkesi doğrultusunda mahkemelerin iddia edilen suçları etkili soruşturma ve/ya kovuşturma noktasında isteksiz ya da yetersiz olduğu durumlarda UCM yargı yetkisini haiz olacaktır.
“Mağdur doktrini”
Bu noktada uluslararası ceza adaleti sistemi tarafından inşa edilen ve UCM tarafından uygulanan “mağdur doktrinin” önemine dikkat çekilmelidir. Uluslararası ceza adalet sisteminin “hayali mağdurları”, adalet mekanizmalarının en yüksek değer olarak kabul ettiği hesap verebilirliği talep ediyor.
Uluslararası ceza adalet sisteminin görmezden gelinen ve sesi duyulmayan mağdurları olarak Filistin halkı da bugün İsrail tarafından işlenen savaş ve soykırım suçlarının yol açtığı en ağır hak ihlallerinin bizatihi “mağdur öznesi” konumundadır.
İsrail’in geçmişteki ihlallerinin cezasız kalması, bugün Gazze’de uluslararası hukuk ve insancıl hukuk kurallarına aykırılık teşkil eden saldırılarının da cezasız kalacağına olan inancını pekiştirdi. Ayrıca çoğu devletin uluslararası ceza adaletini tesis etme görevini haiz uluslararası kuruluş olan UCM’nin kritik rolü noktasındaki sessizliği, küresel insan hakları siyaseti ve pratiğinin evrensel değerleriyle bağdaşmaktan uzak.
Ukrayna ve Filistin: Çifte standart
Bu sessizliğin UCM üyesi olmayan Ukrayna da dahil olmak üzere diğer krizlere verilen tepkiye tezat oluşturduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Öyle ki Ukrayna-Rusya savaşında çoğunluğu Avrupa ülkesi olan UCM üye devletleri, UCM savcısından Ukrayna’da yaşanan savaş suçlarının soruşturulmasını talep etmişti. UCM üyesi olmayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bile UCM’nin Ukrayna’daki rolünün önemli olduğuna dikkat çekerek desteklediğini ifade etmişti. Mahkeme, Ukrayna’da yaşandığı iddia edilen savaş suçlarını soruşturmak üzere 42 soruşturmacı, adli tıp uzmanı ve destek personelinden oluşan şimdiye kadarki en büyük ekibi Ukrayna’ya gönderdi. Ne yazık ki Filistin’de yaşanan savaş suçlarını araştırmak üzere benzer bir tutumun ya da karşı duruşun sergilenmediği görülüyor.
Hak ihlalleri neden cezasız kalıyor?
Roma Statüsü’nün taraf devleti olmayan İsrail, mahkemenin yargı yetkisini reddediyor. ABD ve İsrail, “UCM’nin vatandaşları üzerindeki yargı yetkisini tanımayacaklarını” defaatle ifade etti. Hatta öyle ki 2002’de İsrail ve ABD, diğer devletin vatandaşlarını mahkemeye veya mahkemeye teslim edebilecek üçüncü bir ülkeye iade, transfer veya teslim etmeyeceklerini belirten bir anlaşma imzaladı.
Ancak bu UCM’nin işgal altındaki Filistin topraklarındaki savaş suçu teşkil eden fiillerinin soruşturulmasını engelleyemedi. Roma Statüsü’nün 15. maddesi uyarınca “UCM savcısı yalnızca üye devletlerin değil, kişi ve kuruluşların talep ve beyanlarına dayalı da soruşturma açma” yetkisini haizdir. Söz konusu hüküm uyarınca Filistinli STK’lerin baskıları neticesinde Filistin 2015’te Roma Statüsü’ne taraf oldu. Eski UCM Başsavcısı Fatou Bensouda, 3 Mart 2021’de Gazze çatışmaları sırasında Filistin topraklarındaki savaş suçlarına ilişkin bir soruşturma açmayı kabul etti. 2012-2021 arasında UCM Başsavcısı olarak görev yapan Fatou Bensouda, yürüttüğü ön inceleme neticesinde “Doğu Kudüs dahil olmak üzere Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde savaş suçlarının işlendiği veya işlenmekte olduğu noktasında kanıtlar” olduğu sonucuna vardı.
İsrail ise egemen bir Filistin devletinin mevcut olmadığını iddia ederek ilgili kararı reddetti. Bu karar neticesinde İsrailli yetkililer UCM’yi “yozlaşmış”, “ön yargılı” ve “politikleşmiş” mahkeme olarak nitelendirdi.
Macaristan, Avustralya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Brezilya, Uganda ve Kanada’nın da aralarında bulunduğu diğer ülkeler de UCM’nin İsrail’e yönelik soruşturmasına karşı olduklarını ifade etti. Bu durum “Orta Doğu’daki sözde tek demokrasi” olarak tasvir edilen İsrail’in ulus ötesi siyasi, ekonomik ve askeri desteğinin ideolojik dayanağı olarak okunabilir. Eski BM Özel Raportörü Michael Lynk’e referansla Filistin sorununun ortaya çıkışından bu yana, Filistin’de uluslararası hukukun adaletten ziyade güce daha yakın olduğunu ifade edebiliriz.
Abluka altındaki Gazze Şeridi’ne 49 gündür devam eden saldırılar sonucu 14 binden fazla kişinin katledilmesi, 2,3 milyon kişinin zorla yerinden edilmesi ve fosfor bombası kullanılması gibi açıkça uluslararası hukuka ve insancıl hukuk kurallarına aykırı fiiller, başta Türkiye olmak üzere uluslararası aktörlerin İsrailli yetkililerin UCM’de yargılanmasına yönelik çağrılarını artırdı.
İsrailli yetkililerin Gazzelilere yönelik “soykırım, savaş ve insanlığa karşı işlediği suçlar” nedeniyle UCM’de yargılanması uluslararası ceza adaletinin tesisi noktasında önem arz ediyor. Tam da bu noktada tutuklama ve kovuşturma dışında, UCM’nin soruşturmaları, sanık açısından itibar kaybına da yol açarak bir tür “sosyal caydırıcılık” etkisi yaratabilir. UCM’nin tutuklama emrinin gayrimeşrulaştırıcı etkisi ve cezai kovuşturma yerine siyasi inceleme korkusu, olası insan hakları hukukuna aykırı filleri engelleme potansiyeline sahiptir.
Tanıklık ettiğimiz tüm bu hak ihlalleri, güvenlik ekseninde kurgulanan çatışma siyasetinden ve savaş endüstrisinden beslenen küresel sistemin ceza adaleti temelinde revizyonunu gerekli kılıyor. Bugün hegemonik küresel iktidarın güç savaşlarının yürütüldüğü Gazze, ne yazık ki çocuk mezarlığına dönüşmüş durumda. Küresel adalet sistemi, Filistin halkı açısından her zaman umut kırıcı bir retorik olmanın ötesine geçebilmiş değil. Nitekim evrensel yargı adaletinin metalaştırılması, küresel adaletin tecelli edeceğine olan inancı yok etti. Bundan ötürü insan haklarının mazlum öznesi olan Filistinlilerin yaşadığı sistematik hak ihlallerinin sona erdirilmesini temin edecek uluslararası adalet anlayışının inşa edilmesi, araçsallaştırılan insan haklarına olan inancı tazeleyebilecektir.
[Prof. Dr. Muharrem Kılıç, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *