Son on altı yıl boyunca her seçimde daha da artan şekilde, İslamî geçmişi olan kimselerin adeta fevç fevç demokratik iktidarın kuyruğuna takılmaları Müslümanların gereğinden fazla çenelerini yormamalı…
Mehmed Durmuş
Türkiye başkanlık sistemine geçmiş, ilk Cumhurbaşkanını da seçmiş bulunmaktadır ya, bu durum, kitleleri ileri derecede heyecanlandırmaktadır. Kabarmış bulunan sütün üzerine su damlatmak misali, kabaran heyecanlara karşı ‘tatsız’ şeyler söylemek hoş karşılanmaz. Ama öyle de olsa, söylenmesi gereken söz söylenmeli, yutakta tutulmamalıdır.
İslam’ı kendisi için mutlak surette bağlayıcı gör/e/meyen kimselere diyecek sözümüz olmaz lakin kendisini taammüden Müslüman olarak tanımlayan kimseler, İslam’a ne kadar yakınlaştığımız konusuyla ancak sevinmeli, ne kadar uzaklaştığımız konusuyla da üzülmeli değiller mi? Kur’an, “Herkes kendi şakilesine göre iş yapar” buyurmaktadır. Herkesin bir ‘derdi’, davası vardır. Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı, kendi şakilesine uygun olarak, çok çalıştı, çabaladı, pek çok engelleri aştı ve muradına erdi, ülkeye Başkanlık sistemini getirdi, kendisi de ilk Başkan oldu. Bunun üzerinde çok durmanın bir anlamı yoktur. R. T. Erdoğan’ı, niçin böyle bir iş yaptı diye eleştirmenin bir anlamı var mıdır? Birkaç tane İslamcı eleştirdi diye bir sistem, kendi demokratik kulvarındaki yürüyüşünden rücu mu edecek?
Yukarıda işaret ettiğim Müslümanların esas gündemi bizzat İslam’ın kendisi değil midir? İslam Müslümanlardan ne istemektedir? Müslümanın görevi nedir? Bu soruyu sorunca aklıma Allah’ın o şerefli elçileri gelmektedir. Şöyle düşünüyorum da, kendilerini sadece o günkü topluma vaziyet eden güç odaklarını eleştirme girdabına hapsetmiş bir rasul ve nebi düşünemiyorum. İslam zaten bizatihi, İslam olmayan bütün iktidarları, bütün güç odaklarını ve bütün toplum yapılarını eleştirmek, onları değersizleştirmek demektir. İslam olmayan toplum ve iktidarlar zaten sıfır değere sahiptir. Bu tutumu her rasul/nebi de yapmıştır. Fakat nebilerin/rasullerin görevleri asıl oradan itibaren başlamaktadır. Yani İslam’ın yeryüzünde, âlemlerde kabul görmesi ve Müslimlerin hükümran olması için bütün güçleriyle cehd etmeleri. Nebiler/rasuller bütün nefeslerini bu uğurda tüketmediler mi?
Allah korusun, salt iktidar eleştirisi biz Müslümanları, sadece bu eleştiriyle tatmin bulup, asli davamızı unutturma gibi bir işlev görmektedir.
Bu anlamda, bilhassa son on altı yıl boyunca her seçimde daha da artan şekilde, İslamî geçmişi olan kimselerin adeta fevç fevç demokratik iktidarın kuyruğuna takılmaları Müslümanların gereğinden fazla çenelerini yormamalı, ruhi durumlarını da olumsuz etkilememelidir. Çünkü Allah Kitabı’nda zaten ‘ekserunnâs’ adını verdiği bu kitleleri yeterince tahlil etmiş bulunmaktadır. Hem de bu tahlili bizler için yapmıştır, demek ki bu tahlilin bir değeri vardır. Ama bu tahlillere hiç bakmaksızın bizler sızlanmaya devam etmekteyiz. Bütün dünya İslam’a sırtını dönse, izzeti paranın, makamın, şöhretin yanında arasa, Müslüman olarak bir tek biz kalsak bile, gam mıdır?
***
Zihni karışık olan, iki arada bir derede bocalama devresindeki kimi insanlara yönelik olarak söylenmesi gereken sözler var elbette. Türkiye’de sistem kendisini yenilemektedir. Bu minvalde olan-bitenin İslam’la bir alakası yoktur. İslam, Allah’ın inzal ettikleri, Rasulullah Muhammed (sav)’in -tıpkı önceki nebilerin de yaptığı gibi- söyledikleri ve yaşadıklarıdır. Bir Müslüman hiçbir şekilde ve hiçbir şeyin karşılığı olarak İslam davasından kuşku duyamaz. İslam davası tarihin şahit olduğu, hayatın en büyük davasıdır, hayatın tek gerçeğidir. Demokratik sistemle İslam da hiçbir şekilde uzlaşamaz, müttefik olamaz. Dolayısıyla ne paniğe kapılmak gerekir, ne de olan-bitenden umutlanmak gerekir.
‘İdam Geri Getirilmelidir’ mi?
Konumuzla alakası olduğu için, hem de yukarıdaki cümlelerimi bütünlemesi bakımından son günlerde nedense sayısal olarak da artış göstermiş bulunan çocuk ölümleri ve bu vesileyle tartışılan idam konusuna kısaca değinmek istiyorum.
Demokratik Cumhuriyet en azılı terör örgütleriyle baş edebiliyor ama parmak kadar çocukların çok aşağılık bir biçimde katledilmelerinin önüne geçemiyor. Bu gibi cinayetler her rejimde görülebilir elbette lakin bunca maruz kalınan çocuk istismarı ve öldürmeler karşısında adam akıllı bir çözüm önerisi sunulamaması tam bir acziyettir. Bu en iğrenç çirkeflikleri işleyenler biliyorlar ki, yaptıkları yanlarına kâr kalacaktır.
İşte beşerin bu acziyetini bilen Allah, biz kullara Kitabında gerekli olan cezai müeyyideleri de açıklamıştır. Ama toplum olarak Kitabı mehcur bıraktığımız, başka kitaplara tutunduğumuz için Kur’an’ın izzetli çözümlerinden yararlanamıyoruz.
Hemen her benzer olayda yaşandığı gibi, bir kere daha safdil yorumlar yapılmaktadır. Birçok insan idam geri getirilsin diye çabalamaktadır. İdam neden geri getirilmelidir? Sözüm ona, suçluların cezalandırılmaları için değil mi? Hayır, mesele hiç de öyle değildir. Laik-demokratik bir yargı sistemine sahip bir rejimde kim, hangi suçtan dolayı, nasıl idam edilecektir? Bir başka deyişle, hangi suçun idamı gerektirdiğine kim karar verecektir? Karar mercii laik mahkemeler olmayacak mıdır?
İdam cezası ile İslam’ın kısas cezasını asla karıştırmamak gerekir. Tıpkı İslam’la laik-demokratik bir düzenin karıştırılmaması gerektiği gibi… Öyleyse, idam değil ama ülkeye İslam gelmelidir, ülkenin yaşam tarzı İslam olmalıdır. İslam en yüce değer, en yüce referans olmalıdır. İdam cezasının geri gelmesini istemek gibi talepler, bir nevi islamizasyon olup, İslam’ın önündeki engellerden biridir. İslam’ın üzeri islamizasyon politikalarıyla ustalıklı bir şekilde örtülmektedir.
İslam’ın kısas cezası tam adalet iken, laik yargının idam cezası tam bir zulme de dönüşebilir.
***
Müslümanların davasının evvel ve ahiri, Allah’ın adının îlâsıdır, Allah’ın indirdiklerinin alemlere hakim olmasıdır. Bundan başka her dava batıl ve akimdir.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *