Yıllarca batı merkezli neoliberal düzene bağlı kalan Körfez devletleri, bu düzenin patronu olan batı devletleri tarafından yeterince önemsenmemesi Körfez’de yeni arayışlara yol açtı. Çin’in bölge ülkeleriyle savunma alanında işbirliği geliştirirken politik şartlar öne sürmemesi de cazip geliyor.
Dr. Necmettin Acar / AA
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve ev sahibi Güney Afrika Cumhuriyeti’nin oluşturduğu ekonomik topluluk BRICS’in 15. zirvesinin sonuç bildirgesinde en çok dikkati çeken hususlardan birisi de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın birliğe üye olmaya davet edilmesiydi. Henüz üyelik süreçleri resmi olarak tamamlanmamış olsa da Körfez ülkelerinin BRICS’e yönelik teveccühleri, üzerinde durulmayı hak eden bir konudur.
BAE ve Suudi Arabistan gibi uzun yıllardır Batı blokuna mensup Körfez ülkelerinin Çin ve Rusya gibi Batı karşıtı güçlerin liderlik ettiği ekonomik topluluğa katılma konusundaki hevesleri güvenlik ve ekonomik kalkınma kavramlarında gizlidir. Batılı ülkelerin Körfez ülkelerine 2. Dünya Savaşı sonrası sağladığı fiili güvenlik garantilerinden sıyrılma girişimlerine karşın Çin ve Rusya’nın Körfez güvenlik mimarisinde sorumluluk alma konusunda hevesli olması ve bu iki ülkenin liderlik ettiği blokta ekonomik kalkınma için politik reform dayatmasının olmaması BRICS’i Körfez ülkeleri açısından cazip kılan temel faktörlerdir.
Körfez’in küresel liberal düzene bağlılığı
Körfez ülkeleri, petrol ihraç etmeye başladıkları 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğinde kurulan ve Bretton Woods adı verilen küresel ekonomik düzenin en önemli savunucularındandı. Bu dönemde Körfez ülkeleri bir taraftan petrolü dolarla satmak suretiyle doların küresel ölçekte rezerv para niteliğine kavuşmasına destek olurken diğer taraftan başta Orta Doğu olmak üzere “üçüncü dünya ülkeleri”nde neoliberal ekonomik düzenin yaygınlaşması için önemli katkı sağladılar.
1973 yılında gerçekleşen petrol ambargosu neoliberal ekonomik düzenin küresel ölçekte yaygınlaşması açısından çok kritik bir olaydır. Petrol fiyatlarını dörde katlayan ambargo sonrasında enerji ithalatı için döviz arayışına giren, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kurumların kapısına dayanan “üçüncü dünya ülkeleri”ne borç para karşılığında neoliberal reformlar dayatıldı. Bu ülkelere borç veren “Petrol Kolaylaştırma Fonu” direktörünün Suudi hükümetinin atadığı bir Suudi vatandaşı olması da oldukça manidardır. Sonuç itibarıyla İsrail’e destek veren ülkeleri cezalandırmak amacıyla başlatılan petrol ambargosu küresel ölçekte neoliberal ekonomik düzenin yaygınlaşmasına büyük katkı sağladı.
Küresel ölçekte neoliberal iktisat düzeninin yaygınlaşmasına olan desteklerine ilaveten Körfez ülkeleri Orta Doğu bölgesinde de neoliberal ekonomik düzenin yayılmasını destekledi. Örneğin, Suudi Arabistan Mısır’da sosyalist ekonomik düzenden neoliberal ekonomi politikalarına dönüşümü temsil eden “infitah” politikasının temel finansörüydü.
Bu dönemde Suudileri ABD’nin liderlik ettiği bloka ve neoliberal ekonomik düzene sadık kılan temel faktör güvenlikti. Çünkü Suudi rejimi bir taraftan sırasıyla Cemal Abdül Nasır, Ayetullah Humeyni ve Saddam Hüseyin yönetimlerinin revizyonist ve ideolojik meydan okumalarıyla mücadele ederken; diğer taraftan iç politikada rejimin meşruiyetini sorgulayan akımlarla mücadele etmek zorunda kaldı. ABD’nin ülkenin toprak bütünlüğü ve rejim güvenliğine sağladığı fiili güvenlik garantileri Riyad’da politik istikrarın temel unsuru oldu. Aslında, ülkenin politik istikrara olan gereksinimi Riyad yönetimini Batı ile birlikte hareket etmeye zorladı.
Körfez’in alternatif arayışları
ABD’nin Orta Doğu bölgesine bakışı 2010’lu yıllarda değişmeye başladı. Gerek küresel enerji piyasalarında ortaya çıkan köklü değişimin ABD’yi Körfez enerji kaynaklarına muhtaç olmaktan kurtarması gerekse de ABD’nin Çin’i sınırlamak için Asya-Pasifik bölgesine yönelmesi ABD’yi Körfez güvenlik mimarisindeki rolünü azaltmaya zorladı. Böylece 2010’lu yıllara ulaştığımızda Körfez bölgesi ABD’nin dış ve güvenlik politikalarındaki önceliğini kesin bir biçimde kaybetti.
ABD’nin azalttığı fiili güvenlik garantilerinin yol açtığı güvensizliğe ilaveten bu dönemde Körfez ülkeleri için ekonomik kalkınma öncelikli bir alan haline gelmeye başladı. Körfez ülkeleri açısından ekonomik kalkınmayı öncelikli kılan temel faktörlerle ABD’nin bölge güvenlik mimarisindeki rolünü azaltmasına yol açan faktörler arasındaki temel paralellik enerji piyasalarının yaşadığı köklü dönüşümdür. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yoğun yatırım ve kaya gazı devrimi küresel enerji piyasalarının patronu olan Körfez ülkelerinde alarm zillerinin çalmasına yol açtı. Körfez’in bu dönemdeki temel motivasyonu ekonomiyi petrole bağımlılıktan kurtarma politikasıdır. Bu yüzden tüm Körfez ülkeleri birbiri ardına “vizyon” projeleri açıklamaya başladılar.
Körfez bölgesinin ekonomiyi çeşitlendirmek, petrole bağımlılıktan kurtarmak ve bölgesel istikrarı korumak gibi temel ihtiyaçlarının liberal ekonomik düzenin patronu olan Batılı ülkeler tarafından yeterince önemsenmemesi, Körfez’de yeni arayışlara yol açtı. İşte bu aşamada Körfez ülkeleri bir alternatif olarak yönünü doğuya, Çin’e çevirmeye başladı.
Körfez ülkeleri neden BRICS’e katıldı?
BRICS topluluğu Körfez ülkelerine, Körfez’in Batı ile işbirliğinde elde etmekte zorlandığı güvenlik ve ekonomik kalkınma gibi iki temel alanda stratejik kazanımlar vadediyor. Öncelikle, Körfez ülkeleri uzun yıllardır ABD savunma sanayisinin en büyük müşterisiydi. Bu durum halihazırda devam ediyor. Ancak, ABD’nin bölge güvenliğindeki rolünü azaltma girişimine ilaveten bölgeye dönük silah satışlarında bazı politik şartlar öne sürmesi, Körfez ülkelerinde rahatsızlığa sebep oluyor. Ekonomik faydaya odaklanan Çin’in bölge ülkeleriyle savunma alanında işbirliği geliştirirken politik şartlar öne sürmemesi ve bölge ülkelerinin içişlerine karışmaması Çin’le ilişkileri Körfez açısından daha cazip kılıyor. Körfez ülkelerinin ekonomik kalkınmasına büyük yatırımlar yapma konusunda son derece hevesli bir pozisyon çiziyor.
Halihazırda bölge petrol kaynaklarının en büyük müşterisi olan ve gelecekte de bölge enerji kaynaklarına bağımlılığının artarak devam edeceği öngörülen Çin; bölgenin en büyük yatırımcısı ve ticaret ortağıdır. Örneğin, Çin-Suudi ticaret hacmi ABD-Suudi ticaret hacminin oldukça üzerindedir. Çin Körfez ülkelerinin içişlerine karışmayarak sadece ekonomik reformlara odaklanan bir vizyona sahiptir.
Batı ülkelerinin liderliğini yaptığı liberal ekonomik düzen ekonomik kalkınmayla demokrasi kültürü arasında bir bağlantı olduğu kabulüne dayanır. Dolayısıyla, Batı bloku, ekonomik kalkınmayı temel hedef haline getiren Körfez ülkelerine demokratik reform reçetesi dayatıyor. Ancak bölgede demokratik reformlar yapmak ve demokratik kurumlar oluşturarak bunları yönetime ortak etmek hanedanların ülkeyi yönetme imtiyazını tehdit ediyor.
Çin modeli ekonomik kalkınma, Çin’in bölge güvenlik mimarisinde rol alma konusundaki hevesleri ve bölge ülkelerinin içişlerine karışmaktan özenle imtina etmesi Körfez ülkeleri açısından BRICS blokunu cazip kılıyor.
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır.]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *