Fotoğrafın diliyle ifade edecek olursam özellikle makro dünya, doğanın farklı güzelliklerini ve dahi renklerini bize sunmaktadır. Türlü çiçeklerin ve türlü böceklerin türlü güzellikleri biçimleri ve renkleri üzerinde daha onu görür görmez duraksıyor ve hayretle üzerinde düşünmeye başlıyoruz.
Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-18
(Fotoğraflar ve yazı: Mehmet Akif Coşkun)
Sanatsal ifade, başka hiçbir ifade biçiminin dışa vuramayacağı hakikatleri duyulur kılabildiği için sanatsal bir ifadedir. Ya da dünyanın örtüsünün altında saklı öyle hakikatler vardır ki, onlar ancak sanatsal ifadeler aracılığıyla kendilerini duyururlar.
(Osman Çakmakçı)
Söylemlerimizin, ifade tarzlarımızın, hadi bunu daha üst bir çatıya taşıyalım dilimizin gittikçe güdükleşmesi zihnimizin doğayla kurduğu bağın günden güne akamete uğramasıyla ilişkilendiriyorum. Zihnin doğayla kurduğu bağ sayesinde güzeli görür ve onu içselleştirir. Bu içselleştirmeyle dil kendini geliştirme ve zenginleştirme fırsatı bulur. Böylesine bir dil zihnindeki düşünceleri olabildiğince güzelleştirir ve aktarır. Bunu neden yapar peki? Düşünceler neden buna ihtiyaç duyar. Hangi düşünce olursa olsun, olabildiğince güzel ifadelendirildiğinde muhatabının zihninde o kadar kalıcı bir yer edinir kendine. Muhatabı ne ya da kim olursa olsun yaratılışı gereği bunu arzu eder. Konunun dışına taşmadan bir parantez açacak olursam, vakti zamanında bir bilim adamının (Masaru Emoto) suya sevgi ve muhabbet konulu müzikler dinlettiğinde su kristallerinin muhteşem şekiller aldığını, tam aksine kin ve nefret konulu müzikler dinlettiğindeyse su kristallerinin çirkin şekillere büründüğünü ıspatlayan deneyi sanki anlatmaya çalıştığım meramıma ışık tutuyor.
Bir düşüncenin ifade biçiminin güzelliği düşünce sahibini güzelleştirirken aynı zamanda muhatabının da asıl olan ihtiyacını gidermektedir. İfade edilen düşüncenin kendisinden daha çok o düşüncenin nasıl ifade edildiği önem arzetmektedir. Bu hususa kimse itiraz etmez ancak bunun üzerinde ne kadar hassasiyetle duruyoruz asıl beni endişelendiren tarafı budur. Zihnimizdeki bir düşünce nasıl güzel ifadelendirilir? Nasıl sanatsal bir dile evrilir? Benim edindiğim tecrübe -ki insanımdır yanılma payımı kendimde mahfuz kılıyorum ve tek yolunun bu olduğunu iddia etmeyerek söylüyorum- güzel ve güzeli görerek mümkündür. Güzel görecek ve güzeli görecek şeyler doğanın içinde bize hizmet etmeye amade şekilde beklemektedir. Doğa sayılarla ölçülemeyecek denli güzelliklerle doludur ki her birini müşahede etmeye kalktığımızda hayretlerimiz artmakta ve gönlümüze, bakışımıza ve dilimizi de o denli terbiye etmektedir.
Yani kısacası doğanın türlü güzellikleri dilimizi terbiye etmektedir. Bu terbiye edilmiş, belli sanatsal ifade biçimine kavuşmuş dil sayesinde düşüncelerimiz hem kendini türlü pisliklerden arındırırken hem de gerektiği şekilde ifade zeminine kavuşmuş olur. Güzel bakan güzel görür deyimi hepimizin malumudur ve aslında bu güzel gören güzel düşünür şeklinde kendini tamamlar. Doğanın türlü güzellikleri aslında tam da gözümüzün önündedir. Kendini asla saklamaz, gizlemez. Zaten bir şeyin doğasında güzellik varsa kendini gizlemek doğasında yoktur. Güzel olan ortada ve hizmete amade olarak kendini müşahede edecek olanı bekler.
Peki bu kadar aleni ve ortada olan güzellikler neden farkedilmez. Görünmez. Görünse dahi üzerinde dikkat edilmez? Bilhassa şu zamanda bu farkedilemezlik, görmemezlik, dikkatedilemezlik daha da artmış değil midir? Sanki insanlık daha önce tecrübe etmediği bir müsibetle karşı karşıya kalmış olmanın telaşesini yaşamakta. Çözüm yollarımız elimizde kurumakta sanki ve bu bizi daha da ümitsiz kılmakta. Nefis sahibiyiz. Ümitsiz olabiliriz. Fakat bu halin haddini aşacak denli uzaması bize yakışan bir durum değildir. Allah varsa ve Allah kendisine kul olanı, çözüm yollarını gösterecek bir bilinç üzere yaratmışsa bu üzerimizdeki ümitsiz halini uzatmamız kendi ayıbımızdır.
Bu zamanın yapay cazibesine ucundan kıyısından kapıldığımızı kendimize ne zaman itiraf edeceğiz? Her ne kadar uzak kalmaya çalışsak da bu yapay dünyayı illa ki bir şekilde teneffüs ediyoruz. Bu zihnimizi bulandıran kiri üzerimizden atmak için doğaya bu anlamda eskisinden daha çok ihtiyacımız var. Güzel görmeyi unutuyoruz. Bu yüzden güzel düşünemiyoruz. Bu yüzden güzel dile getiremiyoruz ve muhatabımızda kalıcı bir yerimiz olmuyor. Zincirleme bir etkileşimle bu benden ona, ondan ötekine devam ediyor.
Fotoğrafın diliyle ifade edecek olursam özellikle makro dünya, doğanın farklı güzelliklerini ve dahi renklerini bize sunmaktadır. Türlü çiçeklerin ve türlü böceklerin türlü güzellikleri biçimleri ve renkleri üzerinde daha onu görür görmez duraksıyor ve hayretle üzerinde düşünmeye başlıyoruz.
Ey çiçek ümmeti, kaç türlüsünüz? Kaç renginiz var sizin? Kaç şekile sahipsiniz? Nasıl güneşin kızıllığında bir güzel, gölgesinde bir başka güzel olabiliyorsunuz? Bize bununla ne anlatmak istiyorsunuz? Aklımızın almakta zorlandığı şey nedir?
Peki ya siz ey böcek ümmeti? Gözümüze görünen en çirkin olanınızda dahi hayretlerimizi tavan yaptırmakla bize ne gibi bir ders vermektesiniz? Biz kendimizi tamam sayarken karşınızda un ufak oluyoruz. Ayaklarımız sabitlenirken yere uzun zamandır yaşamadığımız bir hissin uyanmasına vesile olarak gözümüzü ve gönlümüzü hakikate açıyorsunuz. Dilimizin bağı çözülüyor.
Bize neler oluyorsunuz?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *