“Tarihi galipler yazar” diye bir söz vardır. Bununla birlikte, hakikatlerin er geç ortaya çıkmak gibi bir özelliği de bulunmaktadır. Resmi tarihin, ideolojik kabuller doğrultusunda, birçok hakikatin üstünün örtülerek yazıldığı, resmi tarih yazıcıları tarafından dahi bilinmektedir.
Yakup Döğer
Tarih, yazanlardan ziyade, yaşayanların gözünde hakikati temsil eder. Zaman geçtikçe, tarihi yazılan dönemle yaşanılan dönemin arası açıldıkça birçok bilgi, resmi belge, hatıratlar da ortaya çıkmakta, olayların birebir tanıklarının ifadeleriyle, resmi tarih yazımının birbiriyle zıtlık arz ettiği görülmektedir.
Filistin, Yahudi işgalinin başladığı dönemden itibaren sürekli olarak tartışma konusu olmaktan hiç geri durmadı. Bu tartışmalar, 7 Ekim tarihiyle birlikte en üst seviyeye çıkarken, işgalci Siyonistlerin korkunç ve vahşi yüzünü de bu tarihle birlikte tüm dünya insanlığı bütün açıklığıyla görmüş oldu.
Aslında çok değil, henüz bir asır önce bir İslam memleketi, Müslüman mülkü olan Filistin, ne oldu da böyle kısa bir zamanda Siyonistlerin işgaline uğradı, Müslümanlar kan kusar hale geldi? Bu sorunun cevabını resmi tarih verirse, malum olduğu üzere Araplar bizi arkadan vurmuştur ve bütün Araplar haindir. Hepsi İngilizlerle iş birliği yapmıştır. Fakat zaman geçtikçe, resmi tarih anlatısının dışındaki bilgi ve belgelere, dönemi yaşayanların, olaylarla ilgili hatıratlarına ulaşıldıkça, hakikatin hiç de böyle olmadığı anlaşılmaktadır.

Elîm hadiselerin şahidi
Suriye ve Filistin cephelerinde İngilizlere karşı yapılan savaşlarda bulunan yabancı ve Osmanlı subaylarının hatıratları, döneme ve yaşananlara dair gözlemleri, resmi tarih anlatısı ile tamamen zıtlık göstermektedir. Bu cephelerde bulunan ve savaşlara katılan, hadiselere en ince detaylarına kadar şahit olanlardan birisi de Osmanlı subaylarından Cevat Rıfat Atilhan’dır.
Cevat Rıfat Atilhan (1892-1967), 1912 yılında teğmen olarak Osmanlı ordusu saflarında yer alıp sırasıyla Balkan Harbi, Arnavutluk Harekâtı, I. Dünya Harbi ile Suriye, Filistin ve Sina cephelerinde I. ve II. Gazze Meydan Muharebelerine iştirak etmiştir. Orduda istihbarat subaylığı ve daha sonra Zat İşleri Müdürlüğüne terfi etmiştir. I. Dünya Savaşında, Suriye ve Filistin cephelerinde fiilen savaşın içinde yer alan Cevat Rıfat İngiliz işbirlikçisi komutanlara, Mustafa Kemal’in komutanlığına tanık olmuş, Filistin’in nasıl kaybedildiğini ve asıl sorumluların kimler olduğunu ifşa eden eserler kaleme almıştır. Bu eserlerden en önemlisi, “Filistin-Suriye Cephesinde Kahramanlar ve Hainler” adlı eseridir. Eser hacim olarak küçük bir risale halinde olmasına rağmen, muhteviyatı bir döneme resmi tarihin dışından ışık tutmaktadır.
Atilhan, adı geçen kitabında, 1917-18 Gazze Muharebeleri, Filistin ve Suriye’nin kaybıyla sonuçlanan hezimet sırasında bizzat yaşadığı ihanet ve hataları açık yüreklilikle anlatarak, resmi tarih yalanını ifşa ediyor. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın General Allenby kuvvetleri karşısında direnmeden çekilmesinin 4. ve 8. orduların ve bütün bir cephenin düşmesine nasıl sebep olduğunu olanca şeffaflığı içinde anlatıyor, hatta kuvvetlerini bırakıp kaçan İsmet İnönü’yü Şam sokaklarında tellal çıkartarak arattırdıklarını ama bulamadıklarını tanıklara dayanarak yazıyor.
Cevat Rıfat’ın anlattıkları en çok da “Araplar bizi arkadan vurdu” resmi yalanının nereden kaynaklandığına ışık tutmaktadır. Cevat Rıfat şahit olduğu yaşananları iç yakıcı bir üslupla anlatır.
Ordunun kumandanı Cemal Paşa’dır. Büyük azim, himmet ve şiddet sahibi bir kumandan, yapıcı bir insandır. Fakat Meşrutiyet inkılâbının arifesinde, Enver Paşa müstesna, diğer İttihatçılar gibi Farmason dinine girmiş, farmason olmuştur.
Bölge halkına yapılan zulüm
Güya Osmanlı Devleti adına çalışan, hak maskesi bürünmüş büyük küçük rütbeli farmason subaylar, Suriye ve Batı Arabistan’da terör havası estirmek için karargâhta ustaca ve sessizce çalışmaktadırlar. Beyrut ve Şam’da kurulan idam sehpalarında âyan ve mebuslar, eşraf ve Arap kumandanları idam sehpalarında sallandırılırlar. Müthiş bir korku çöl hudutlarına kadar her tarafı istilâ etmiş ve bunların sonucunda yer yer isyanlar, kıyamlar başlamıştır. Resmi tarihin Kemalist söyleminde olduğu gibi, Araplar bizi arkadan vurmamış, Arapları isyana bizzat dönemin İttihatçı subayları zorlamıştır.
Siyonizm’in ileri karakolu olarak işlev gören farmasonluk, Osmanlı ordusu içinde taraftarı olan rütbeli subaylar eliyle orduyu ele geçirmiştir. Atilhan’ın ifadelerine göre, İsviçre’nin Basel şehrinde 1897 yılında Siyonistlerin ilk kongresinde verilen kararı gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu karar: “Osmanlı İmparatorluğunu yık, siyon devletini kur”dur.
Cevat Rıfat, Lübnan’ın Amyon kazasında bir müfrezede görev yapmaktadır. Müfreze kumandanı Arif Bey’dir ve koyu bir farmasondur. Atilhan ile aynı rütbede olmalarına rağmen, yüzüne bile bakmaya tenezzül etmemektedir. Çünkü “Bizim Talat” diye bahsettiği Dahiliye Nazırının loca arkadaşıdır. Bu sebepten kendisini imtiyazlı görmektedir.
Müfreze kumandanı Arif Bey, huri misali Lübnan kızlarını zorla karargâha getirmekte ve halktan haraç toplamayı kendisine hak görmektedir. Bölge insanının harem-i ismetine tecavüz etmekte, dolayısıyla düşmanlık hisleri uyandırmaktadır. Cevat Rıfat kendisini uyarır, “günahtır yapmayınız” der. Fakat Arif Bey uyarılara kulak asmaz. Bu arada bölge insanının kin ve nefreti büyümektedir.
Cevat Rıfat ile Arif Bey arasında karşılıklı tartışma ve ağır hakaretler yaşanır. Cevat Rıfat sonunda dayanamayarak belindeki tabancasını çekerek bütün mermileri hain Arif’in üzerine boşaltır ve onu öldürür. Cevat Rıfat’ın bu hareketi kadın erkek binlerce Lübnanlının takdirini kazanır. Atilhan olaydan sonra Şam’a gider. Şam’da ordu kumandanı Mersinli Cemal Paşa’dır. Bütün farmasonlar ve Yahudiler, Cemal Paşa’ya, Cevat Rıfat’ın idam edilmesi gerektiğini söylese de Mersinli Cemal Paşa böyle bir karar almaz, tam aksine kolordunun harekât şubesini idareye Cevat Rıfat’ı memur eder.
Suriye-Filistin bölgesinin ileri gelen eşrafı idam edilir
Filistin cephesindeki İngiliz ve Yahudi uşakları olan ordu kumandanları, bölge halkına akıl almaz zulümler yapmaktadırlar. İleri gelenleri idam etmekte, insanların harem-i ismetine tecavüz etmektedirler. Yapılan tecavüzler kasıtlıdır ve halkı Osmanlı aleyhine kışkırtmayı amaçlamaktadır.
Cevat Rıfat, İttihat Terakki erkânının tamamıyla farmason ve Siyonist olduğunu açığa çıkarır. Büyük şehirlerde İttihat ve Terakki’nin arkasına gizlenmiş olan farmasonlar, Siyonistler ve bütün İslam düşmanları sinsi ve hummalı bir faaliyet içindedirler. Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın Beyrut ve Şam’da astırdığı ayandan Abdülhamid Zehravî Efendi ve mebus Şefik el-Müeyyed Bey gibi Arap milliyetçilerinin reislerinin feci akıbeti, bir de yoktan yere Türk-Arap düşmanlığını körüklemiştir. Osmanlı ordusunun ileride ve geride her kademesinde mevcut olan Arap zabitlerini tahrik ederek cephedeki askeri müthiş bir yangın ve dört taraflı bir felâketin göbeğinde bırakmıştır.
Lawrence tam bir ihtilalcidir!
Cevat Rıfat, Lawrence’a da değinir. Lawrence’ın casus olarak tanınmasının yeterli olmadığını belirtir: “Çok kimse Lavrens’i casus olarak tanır. Değildir! Bu adam mebzul miktarda İngiliz ve Yahudi altınıyla çöllerin aç gözlü bedevilerini aleyhimize isyan ettirmek ve âsi kuvvetleri sevk ve idare ile mükellefti. Tam bir ihtilâlci…” Osmanlı Ordusu ve devleti, içeriden ve dışarından binlerce hainle kuşatılmıştır. Cevat Rıfat yaşananları anlatmaya devam eder.
1917’de Harbiye Nazırı Enver Paşa’dır. Enver Paşa güvendiği bir subay olan İzmitli Binbaşı Mümtaz Bey’i gizli olarak Şam’da 8. Kolordu Kumandanı Mersinli Cemal Paşa nezdine gönderir. Mersinli Cemal Paşa ile uzun süren bir müzakere olur. Cemal Paşa daha sonra bazı malumatlar aktarır. Cemal Paşa’nın anlatımıyla, savaş esnasında tatbik edilen terör bütün Suriye ve Garbi Arabistan’da müthiş tepkiler meydana getirmiş, Osmanlı Ordusu lüzumsuz yere 1.300 kilometrelik Şam-Medine hattını himayesine ve Medine’de mühim bir müdafaa kuvvetinin atıl kalmasına sebep olmuştur.
Karargâhta sefahat, cephede sefalet
Cevat Rıfat harbin üçüncü senesinde, kolordu kumandanı ve Harbiye Nazırı’nın müşterek kararları üzerine Suriye ve Garbi Arabistan Umum Kumandanlığı’nın İkinci Şube Müdürlüğü’ne getirilir. Bütün meselelerin içyüzünü görmeye başladığı dönem de bu dönemdir.
Cevat Rıfat’ın İkinci Şube Müdürlüğü’ne getirilmesi karargâhta bulunanlar tarafından hoş karşılanmaz. Karargâhta bulunan genç subaylar ne cephenin açlık ve mahrumiyetinden ne de düşman karşısında savaşan Osmanlı askerinin halinden ve çektiği sefalet ve zorluktan haberdardır. Aksine olarak bunlar müthiş bir lüks, bolluk ve gösteriş içinde safa sürmektedirler. Cephedeki Osmanlı askeri ise aç ve sefil savaşmaya çalışmaktadır.
İstanbul’dan getirilen özel aşçılar
Cephe karargâhında bulunan subaylar, tam bir lüks hayatı yaşamaktadır. İstanbul’un birinci sınıf otellerinden hususî surette getirilmiş aşçılar, seçme garsonlar ve göze batan bir gösteriş içinde saray hayatı yaşayan bu salon zabitleri, cepheden gelen bir harp subayının işlerine karışmasından hoşlanmazlar.
En temel ihtiyaçlarından bile mahrum olarak cephede savaşan askerlerin arkasında, karargâh subayları bolluk ve israf içinde lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Cephedeki askerler açlık ve sefalet içinde kıvranırken, Menzil ambarları ağız ağıza erzak ve eşya ile doludur. Fakat bunların bir türlü askere ulaştırılması sağlanamamaktadır. Kudüs’ün boşaltılma emri verildiğinde, erzakları taşımak bir tarafa, imha edilmesi bile mümkün olmamıştır.
Her gün açlıktan ölen yüzlerce kişi
Cevat Rıfat, Beyrut ve Lübnan’da açlığın tarif ve tavsif edilmez bir hadde geldiğini ve her gün yüzlerce insanın açlıktan ölmekte olduğunu ifade eder ve bu durumu yetkili mercie bildirmeyi kendisine vazife edinir. Rıfat gerekli iaşenin insanlara neden ulaştırılmadığını araştırır.
Lübnan’ın iaşe işleri, Beyrut’un meşhur milyonerlerinden Mişel Sürsuk ismindeki zata verilmiş ancak o da servetini artırmaktan başka bir şey düşünmemektedir. Mişel Sürsuk ve güzel karısının da Cemal Paşa ile arası çok iyi olduğundan kimse de bu adama itiraz etme cesareti gösterememektedir.
Cevat Rıfat, cephede ve cephe gerisinde baş gösteren idaresizlik ve suiistimallerin, subaylar arasındaki çekişmelerin ve bölünmüşlüğün, Türk-Arap davalarının, ordu içindeki küskünlük ve düşmanlığın, yenilgiyi adım adım getirdiğini ifade eder. Bunların sonucunda Kudüs düşmana terk edilmiş, ordu daha gerilere çekilmek zorunda kalmıştır.
7. Ordunun cepheden çekilmesi
Cephede 4. Kolordu, 7. Kolordu ve 8. Kolordu kuvvetleri vardır. 7. Kolordu Kumandanı Mustafa Kemal’dir. 4. ve 8. Ordular arasında bulunan Mustafa Kemal komutasındaki 7. Ordu onun emriyle savaşmadan cepheden ayrılır. 4. ve 8. Ordular arasında açılan bu gedikten -ki 40 kilometre olduğu ifade edilmektedir- düşman kuvvetlerinin sızarak 8. Ordunun arkasına dolanmaları 8. Ordunun tamamen imhasına neden olur. O kadar ki, Ordu Kumandanı bile güç bela ve başındaki kalpağını bile giyemeyecek kadar zorlukla canını kurtarabilmiştir.
Cevat Rıfat, 8. Ordunun nasıl kuşatıldığını, fırka kumandanlarına sorar. Fırka kumandanlarından aldığı malumat korkunçtur. 7. Ordu, Mustafa Kemal’den aldığı emir üzerine savaşmadan cepheden geri çekilmiştir. 7. Ordunun cepheden ayrılması hem 8. Ordunun hem de 4. Ordunun felaketiyle sonuçlanmıştır.
Filistin cephesinin çöküşü
8. Ordunun dağılması üzerine, 4. Orduyu da arkadan kuşatan düşman kuvvetleri 4. Ordu üzerine çok şiddetli hücum edince 4. Ordu da dağılma aşamasına gelmiştir. Yıldırım Ordular Grubu Kumandanı Liman Von Sanders, 7. Ordunun nerede olduğunu, kumandanıyla bir temasın bulunup bulunmadığını sorar. Aldığı cevap korkunçtur. Zira 7. Ordu şafakla beraber Nablus istikametinde sessizce çekilmiş olup hiçbir temas ve haber yoktur. Düşman kuvvetleri 7. Ordunun açtığı gedikten geçerek 8. Orduyu dağıtmıştır. Mustafa Kemal’in savaşmadan ordusuyla beraber Filistin cephesinden çekilmesi tüm Filistin ve Suriye’nin İngilizlerin eline geçmesine sebep olmuştur.
Mersinli Cemal Paşa, Mustafa Kemal’le tartışır
4. Ordu Dera’ya kadar çekilir. 4. Ordu Kumandanı Mersinli Cemal Paşa ile 7. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal burada karşılaşırlar. Hadisenin korkunçluğundan çok üzülen Mersinli Cemal Paşa 7. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal’i görünce infial ve şiddetle haykırır:
“Bu hali görüyorsunuz Paşa Hazretleri! Allah bunu zât-ı devletinizden soracaktır! Üç ordu müşterek bir müdafaa yapmış, müşterek bir mukavemet göstermiş olsa idi bu perişanlık husule gelmeyecekti!”
İki kumandan arasında şiddetli tartışma uzun bir süre devam eder. Mustafa Kemal, Mersinli Cemal Paşa’dan, padişaha sulh yapma teklifini götürmesini ister. Mustafa Kemal’in ordusuyla birlikte cepheden çekilmesi, Filistin ve Suriye’nin düşmesine, düşman eline geçmesine neden olmuştur. Ve şimdi İngilizler lehine sulh yapılmasını istemektedir.
Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Kumandanı olan Liman Von Sanders’in emrini dinlemeyerek cepheden ayrılmıştır. Bunun neticesini şöyle anlatır Cevat Rıfat:
“Vereceğimiz hükümlerde hissi olmamak, namuslu, bitaraf ve asker kalmak şartıyla ahvale ve vaziyete dikkatle bakacak olursak bütün karışıklıkların kaynağını 4., 7. ve 8. Orduların müşterek bir müdafaa yapamamış, 7. Ordu’nun “muntazam ric’at” endişesiyle mukavemetsiz, mukavemetsiz olunca da tabiatıyla oldukça muntazam çekilmesi ve 8. Ordu’nun da sol cenahından apansızın çevrilmek suretiyle bir anda eriyip gitmesi bu bozgunun başlıca sebebini teşkil eder.”
Aslında İngiliz Ordusu bitkin ve çaresiz durumdadır. Cevat Rıfat bu olayın sonuçlarını da değerlendirir:
“Eğer talih kendisine yâr olmuş ve Ordular Grubu Kumandanı Liman Von Sanders Paşa sözünü öteki ordu kumandanına da (Mustafa Kemal’e) dinletmiş olsaydı, bizden daha yorgun ve daha bitkin olarak ilerleyen düşman ordusunu bir tarafta yakalayarak kulağından tutup geldiği yere fırlatmak işten bile değildi. O zaman ne Mondros Mütarekesi ve ne de daha ağır hadiseler meydana gelmez ve hükümet de daha müsait şartlarla bir çıkar yol arar bulurdu. Bu, facianın ayrı bir perdesidir.”
İsmet Paşa (İnönü) nerede?
Cevat Rıfat elim hadiseleri bütün detaylarıyla anlatır. Şam şehri mahşer yerine dönmüş, bir ana baba günü yaşanmaktadır. Halk ve asker bu ani çöküntüden şaşkınlık içindedir. Askeri düzene sokarak bir kumanda altında toplamaktan başka yapılacak bir şey yoktur. Bu işi kolordu kumandanlarının en sonuncusu olan İsmet Paşa’ya (İnönü) vermek isteyen Cemal Paşa kendisini arar fakat bulamaz.
İsmet Paşa meydanda yoktur. Aranan nefer değil bir kolordu kumandanıdır. Fakat bir türlü bulunamaz. Son çare olarak Şam sokaklarında Arap tellallar çıkarılır. Tellallar avazı çıktığı kadar “İsmet Paşa, İsmet Paşa” diye bağırmaktadır. Düşünüldüğünde gerçekten hayret edilecek durumdur. Filistin cephesi çökmüş, düşman Şam’a dayanmış, on binlerce ölü, on binlerce yaralı vardır. Mustafa Kemal savaşmadan cepheden çekilmiş, İsmet Paşa ise en kritik durumda ortalarda yoktur.
Şehit ve yetim kanları üzerine kurulan saltanat
Daha sonrasını Cevat Rıfat şöyle anlatır:
“Aramalara cevap yok. O, Şam’ın Nebik yolundan çoktan Humus’a kapağı atmıştı. Tarih bir gün İsmet Paşa’dan bunun da hesabını soracaktır. Kahramanlığı da tekel maddesi haline sokan ve İstiklâl Savaşının yüz bin şehidinin ve yetiminin kanları üzerinde saltanat kuran ve kimseye hak vermeyen bu efendiler, Türk İmparatorluğunun en acıklı ve zor günlerini yaşadığı o hengâmelerde en sefil vaziyetlere kadar alçaldılar.”
Mustafa Kemal’in 7. Orduyu çekmesi
Cevat Rıfat, Mustafa Kemal’in 7. Orduyu cepheden savaşmadan geri çekmesini ve bunun sonucunda 8. Ordunun dağılarak 4. Ordunun yalnız kalmasının tesadüf değil bir kasıt olduğunu on binlerce insanın şahitliğine dayanarak söyler ki kendisi de bizzat cephededir.
Cevat Rıfat cephede yaşanan ihanetleri mütareke günlerinde Ebüzziya Velid Bey’in gazetesinde “Suriye Hezimet-i Feciası ve Sebepleri” başlıklı bir seri makalede en ince detayına kadar anlattığını, Mustafa Kemal’in de kendisine cevap verdiğini ve 4. Ordu Kumandanını (Cevat Rıfat’ı) haksız gösterdiğini ifade eder. Bu cevaba karşılık Cevat Rıfat, İleri Gazetesi’nin iki büyük sahifesini dolduran bir yazı ile verdiği cevapta, verilen emirleri, orduların vaziyetini krokilerle tespit ederek bu faslı kapattığını söyler.
Tarih boyunca kahramanlar ve hainler hep oldu
Tarih boyunca Filistin cephesinde her daim kahramanlar ve hainler var olagelmiştir ki, bugün de durum farklı değildir. Filistin cephesinde kahramanlar, kahramanca savaşıp dinini, vatanını, izzet-i nefsini müdafaa ederken, hainler de bu direnişi kırmak için küresel emperyalistlerle iş birliği yapmaktan, Siyonistlere ve hamisi ABD’ye uşaklığa, her türlü yardım ve yataklığa, maddi manevi, askeri, siyasi desteğe devam etmektedirler.
Filistin cephesinin kahramanları kahramanlığını yaparken, hainleri de hainliklerinden vaz geçmemektedirler. Hainler hainliklerini yapmasa ya da Filistin cephesine yardımcı olmasa bile hainliklerinden biraz geri dursalar, her şey daha iyi olacaktır. ν
Kaynak eser: Cevat Rıfat Atilhan, Filistin-Suriye Cephesinde Kahramanlar ve Hainler, Derin Tarih Kültür Yayınları, Eylül 2013













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *