Felaha Doğru: İslam’ın Avrupa’ya Son Sözü

Felaha Doğru: İslam’ın Avrupa’ya Son Sözü

Osmanlı’nın son döneminde, Arap ulemasından Şeyh Abdülhak Bağdadi, Avrupa’nın İslam beldelerinde ve özellikle Müslüman halklara karşı girişmiş olduğu istila ve katliam hareketlerine karşı, medeni (!) Avrupa’ya seslenir.

Yakup Döğer

Uzunca bir risale kaleme alan Bağdadi, risalesinde, “Müslümanlığın hal ve istikbali, İslamiyet’te yenilik, İçtihat kapısının açılması taklit kapısının kapanması, Mezhep ihtilaflarının ortadan kaldırılması, Tevekkül ve kaza ve kader meselelerinin halli, imanın itikat ve içtimaiyata göre tarifi, İslam’ın içtimai yapısında kadının hukukunun tayini” gibi başlıklar altında izahlarda bulunmuştur.

Bağdadi, yüz yıl önce Avrupa’nın maskesini düşürerek, vahşi yüzünü risalesinde gösterir. Görüldüğü üzere, o günden bugüne hiçbir şey değişmemiştir. Avrupa aynı vahşi ve sömürgeci karakterini korumaktadır. Korumaktan öte, daha da azgınlaşmıştır.

Risaleyi, Arapça aslından, Şeyh Muhsin Fani mahlasıyla, Osmanlı son dönem bürokratlarından Hüseyin Kazım Kadri tercüme eder. Uzunca olan risalenin dikkat çeken ve bugüne hitap eden ifadelerini iktibas ederek ve faydasını umarak siz okuyucuların dikkatine sunuyoruz.

Felaha Doğru: İslam’ın Avrupa’ya Son Sözü

Ey akvam-ı Hıristaniye!

Biraz da bizi dinleyecek zaman geldi. Müslümanlığın Avrupa’ya karşı gayz ve nefreti bi-amandır. Bizim aramızda bir itilaf husule getirmek emeliyle masruf olan bunca mesainin birçok asırlardan sonra verdiği netice işte:

Tarihimizin herhangi bir devresine nispetle bugün sizden daha ziyade nefret ediyoruz. Sizi bu kadar zengin ve zi-şevket yapan bu medeniyet ve harekat-ı terakkiden iyi biliniz ki bütün kuvvet ve ruhumuzla istikrah etmekteyiz.

Bu garip gayz ve kini neye atıf etmek lazımdır?

Papazlarınız ve hükemanız size şu cevabı veriyor:

“Müslümanlığa.”

Bundan doğru bir hüküm olamaz.

Evet. Din-i İslam bugün, sizin bütün ilim ve terakkinizle açıktan açığa bir muhasameye girişmiştir.

Fakat Allah için olsun bize izah ediniz, nasıl oluyor ki biz bu din ile Yunan-ı Kadim, İran ve Hind felsefelerini tetebbu ve tetkik edebildik? Bu din ile sizden daha evvel bütün aksam-ı marifet-i insaniyeye itila kazanabildik? Ve yine bu din ile sizin Hıristiyanlık aleminizin her hangi bir havari ve azizinden pek çok isabet-i fikir ve nazar ve secayasıyla ashab-ı zevat yetiştirebildik? Bugün sizin usul-ü diniye ve mezhebiyenizden başka bize Hıristiyan Avrupa’dan gelen bütün fünun ve sanayinizi de nefret ve istikrahla red ediyoruz.

Bizim aramızda böyle bir hafrayı açan sebebi, siz hiçbir zaman düşünüp sarih bir surette bildirmediniz. Hâlbuki bütün meselenin en esaslı noktası buradadır.

******

Size Avrupa ilim ve hikmetinin izah edemediği bir hakikati, ben aciz Şeyh Abdülhak Bağdadi, İttihad-ı İslam Cemiyet-i Mukaddesesinin bir uzvu sıfatıyla ve muvazzafiyet-i mahsusa ile size aynen bildireceğim.

Benim sözlerini anlayabilmek için her şeyden evvel, velev bir dakikacık olsun sizi, hataen “Muhammedilik” dediğiniz bu din hakkındaki ittifak-ı efkârınızı bırakmaya ve müteakiben benimle beraber bizim “İslam” tabir ettiğimiz umumi akidenin neşet ve hikmetine irca-i nazar etmeye davet ediyorum.

Şu mühim noktaya iyi dikkat ediniz ki, burada mevzu-u bahsimiz ne falan asırdaki İslamiyet’tir ne de sizin eski kütüphanelerinizde tetebbu edebileceğiniz İslamiyet’tir. Belki edvar-ı beşeriyetin vücuda getirdiği ve bugün bütün akvam-ı İslamiyenin samim kalplerinde hükümran olan hakiki, ameli ve zinde bir İslamiyet’tir.

Dinleyiniz ey akvam-ı Hıristiyaniye!

Bu hakiki İslamiyet’in nidasıdır.

Bu bizim ruh-u İslamiyet’imizin akidesidir.

“Enfüs ve afakta yalnız bir Allah vardır. Her kudretin, her nurun, her hakikatin, her adaletin, kâffe-i hasenatın membaıdır. O ne doğmuştur, ne de doğurmuştur.”

Birdir, ezelidir, ebedidir.

O, bilinmek istedi, kâinatı inşa etti. Ademi yarattı. Allah Adem’i fıtraten bütün bedayi ve mehasiniyle kuşattı. Ve kendisine kulluk etmeyi ve ancak kendisine ibadet etmek gibi bir vazife-i mukaddeseyi ona emir etti.

Yeryüzünde, hilkat-i Adem’den yegane maksat, yegane olan Allah’a müebbeden tapmaktır.

(…..)

En büyük günah da Hakka şirk koşmaktır. Haktan başkasına tapan, küfran-ı nimettir. Bütün dünyanın duçar-ı lanetidir.

Bizim kâffe-i ahval ve maneviyatımızda, harp ve sulhumuzda, yalnız bir aksülamel vardır. O da Rabb-ül alemine perestiş etmek ve bununla selamet ve saadete müstahak olmak.

Bize göre dünyada yalnız müminler ve mülhitler vardır. Müminlere muhabbet, şefkat, uhuvvet; mülhitlere nefret, buğuz ve cihad.

(…)

Ehl-i Salib muharebatınızı unutmadık. Salib ve Hilal münazaası bugün yüz defa daha ziyade şayan-ı istikrah eşkalde devam edip gidiyor. Siz bütün vasıtalarınızla bizi imhaya uğraştınız. Dünyanın her tarafında hudud-u İslamiyeyi dar ettiniz. Ve henüz elimizde kalan yerleri de diplomatlarınız ve misyonerleriniz fesad ve ihtilalden hali kalmıyorlar.

(…)

Dinleyiniz ey Avrupa mütefekkirleri! Mesele sizin için calib-i dikkat olmaya layıktır. İnsaniyetin safahat ve edvar-ı tekâmülünde, İslamiyet’ten tabii gafil değilsiniz. Sizin bütün Hıristiyanlığınız, Kurun-u Vustanın, zalamane, mustağrık ve şayan-ı nefret bir vahşet içinde puyan olduğu zamanlarda, bizim Müslümanlık ne yapıyordu?

(…)

İyi biliniz ey Hıristiyan fatihleri! Hiçbir tedbir ve hesap, hiçbir hazine, hiçbir mucize, sizin küfrünüz ve ilhad-engiz bir nüfuz ve galebeniz, bizi telif edemez. Biliniz ki memleketlerimizde bayrağınızın manzur olması, ruh-u İslamiyet için bir işkencedir. Şüphe etmeyiniz ki, bizim en büyük emelimiz, saltanat-ı merdudanızın asar-ı bakiyesini ortadan kaldırdığımız günü görmekten başka bir şey değildir.

Ne garip hal! İnanılmaz netice! Sizi ne kadar ziyade anlıyorsak, aramızdaki girdap o derece genişliyor.

(…)

Bugün bize karşı bize karşı göstermekte olduğunuz şiddetleri, herkesten evvel takdis ettiğimizi size itiraf etmeliyiz. Bu şiddetler sayesinde kendimizi daha iyi anlamayı öğrendik. Şimdi dünyada üç yüz milyon Müslüman olduğumuzu biliyoruz.

Muntazam bir ittihaddan mahrum kalmıştık. Bunun ne kadar zaruri bir ihtiyaç olduğunu bize öğrettiniz. Sizden nefret ettiğimiz halde, yine sizlerin teşkilat ve müessisat politikanızı, tensikat-ı askeriyenizi, meratib-i ruhaniyenize varıncaya kadar her şeyinizi öğrendik.

Cenab-ı Hakkın bize sizin vasıtanızla verdiği yeni silahlardan başka, bizim kahraman gazilerimizin iman ve itikatlarını sizler uyandırdınız. Hıristiyan tehlikesi karşısında fırka ve mezhep münazaatından vaz geçtik.

Dünyanın bir ucundan öbür ucuna kadar vahdet-i İslamiye fikri canlanıyor. Ve esrarengiz bir nefha bizi mukadderatımıza doğru sevk ediyor.

Bizi silahlarınızla korkutamazsınız! Bu dünyada muvaffakiyetin bizim için ne kıymeti vardır! Bu Allah’ın takdiridir.

Bizim vazifemiz insan olmaktır ve bizim nasıl olduğumuzu alem on üç asırlık bir tarih ile iyi bilir.

(…)

Üç yüz milyon Müslüman, Hakkın beyanat ve ahkâm-ı ezeliyesine ittibaen bir maksad-ı müştereke doğru ilerliyorlar. Bu maksat ulvi, cihan şümul, bi-taraf, dini bir medeniyettir ki, hakkın muradına muvafıktır.

Vesaitinizin kuvvetini ve vicdanınızın vezaifini size bildirmek bizlere düşmez. Yalnız bir dakikacık olsun nice asırlardan beri dünyanın en güzel yerlerini gözyaşlarına gark eden bu nihayetsiz hilaf ve şikakı, bir namla tavsif edilemeyen bu fevahiş ve mekruhatı düşününüz. Ve bütün alem-i insaniyete yeni baştan raşeler salacak mesaib ve tahribatın hazırlanmasına kail olmak, bir cinayetten başka bir şey midir? Söyleyiniz!

Kaynak risale: Şeyh Abdülhak Bağdadi, Felaha Doğru: İslamiyet’in Avrupa’ya Son Sözü, Tercüme: Şeyh Muhsin Fani, İstanbul, Tanin Matbaası, 1328

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *