Siyaset düşüncesini hukuk felsefesi bağlamında ele alanlar, aydınlanma felsefesindeki kavramların, ilkelerin, söylemlerin içeriğinin sekülerleştirilmiş olması dışında tanrısal/kutsal olandan alıntı olduğunu tespit ettiler. Yani aydınlanmayla birlikte yeni bir söylem yok. Modern söylemde ne varsa, ilahi olanın dünyevileştirilmesidir.
Hüseyin Alan
Vahdeti, insan kalabalıklarının bir araya gelip bir’leşerek bir toplum, bir millet, bir halk olarak bütünleşmiş hali olarak özetlersek,
Vahdeti sağlayan motivasyonun veya asabiyenin ne olduğu, onun imani mi cahili mi olduğu önem kazanır…
Vahdeti sağlayan her neyse, o İslami lisanda bir dindir:
Bu din bir dünya görüşü veriyor: Toplumsal siyasal ve iktisadi işlerin neye göre ve nasıl düzenleneceğini söylüyor: Hükümranlığı temsil eden siyasal hayatta istisnaları belirliyor.
Yok bu din böylesi işlere müdahale etmiyorsa o din olmaktan çıkıyor, herhangi bir inanç seviyesinde kalıyor…
Aydınlanma felsefesi ve onun doğal uzantısı olan modernizmde veya çağdaş dünyada vahdet olgusu
“Sınırları belli bir toprak bütünlüğü; bu toprak üstünde yaşayan millet/ulus/halk/yurttaş topluluğu; ikisi üzerinde tek egemen olan milli/ulusal devlet” temellidir.
“Vatanın bölünmez bütünlüğü, milletçe birlik ve beraberlik, milli devletin bekası; milli dil, milli işaretler ve semboller; milli tarih, milli edebiyat; milli ekonomi, milli güvenlik ve milli savunma..” prensipleri, bu temel üzerinde yükseliyor, anlam kazanıyor ve kutsanıyor.
Özetle ulus devletler, ulus toplumlar ve ulusal vatanlar çağında vahdet böyle sağlanıyor…
Modern çağda vahdetin insan icadı ve inşası bir olgu olduğu ön kabulünün anlaşılması için, aydınlanma öncesi ve sonrası felsefik paradigmayı kıyaslamak icap eder.
Bilimsel ve siyasal ontolojide/ varlık aleminde üç tür varlık tasavvur ediliyor:
“Doğaüstü.. Doğa.. Toplum” Aydınlanma öncesinde bu üçlü bir bütündür. Birbiriyle uyumlu ve birbirini tamamlıyor. Aralarında çatışma yok. Bir hiyerarşi var. Doğal düzen kusursuz biçimde kurulmuş ve adil olarak işlemektedir.
Aydınlanmayla birlikte bu bütün parçalanır: Doğaüstü/tanrısallık devreden çıkartıldı.. Toplum doğayla çatışarak ayrıştı ve özerk bir yapı oldu.. Doğa toplumun/insanın egemenlik alanına sokuldu. Hiyerarşide toplum egemen oldu. Düzen çatışma üzerine yeniden kurgulandı.
Modern çağ felsefesi ve bilimsel düşüncesinde “doğa”, tanrının/doğaüstünün/aşkın olanın yarattığı değil, ilahi bir işaret taşımaz.. “Vatan”, doğadan kazanılıp temlik edilmiş bir özel/ulusal mülk.. “Toplum” doğadan ayrı bir varlık.. Özne olan veya egemen olan millet/insan…
Siyaset düşüncesini hukuk felsefesi bağlamında ele alanlar, aydınlanma felsefesindeki kavramların, ilkelerin, söylemlerin içeriğinin sekülerleştirilmiş olması dışında tanrısal/kutsal olandan alıntı olduğunu tespit ettiler.
Yani aydınlanmayla birlikte yeni bir söylem yok. Modern söylemde ne varsa, ilahi olanın dünyevileştirilmesidir. İlahi meşruiyetin yerini dünyevi meşruiyetin almasıdır:
Ahlaktan hukuka, adaletten özgürlüğe, siyasetten devlete, yurttan vatana, milletten ulusal/milli topluma, eminlikten güvenliğe, üretmekten kazanmaya, paylaşmaktan dayanışmaya, barıştan savaşa.. ne varsa!…
Ahmet Cevdet Paşa bu anlatılanları bir cümleyle özetledi: “Fransız ihtilalinden sonra Avrupalılar, imanın yerine vatanı koydular, iman kardeşliğinin yerine vatandaşlığı getirdiler.” Dolayısıyla işlerini de ilahi olandan bağımsız olarak görecekler…
İslami vahdet nedir? Şekli nasıldır? Bu da insan icadı ve inşası mıdır, yoksa genel çerçeve ve prensipleriyle ilahi temelli midir? Şayet böyleyse bunun sunulmuş imkanları nelerdir?…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *