İslamcılık Üzerine Düşünceler

İslamcılık Üzerine Düşünceler

İlk nesil İslamcılardan ve İslamcılık düşüncesinin mucitlerinden kabul edilen Namık Kemal, Ziya Paşa, Mustafa Fâzıl Paşa, Ali Suavi gibi isimlerin hayatları, yaşam tarzları, siyasi iktisadi ve hukuki görüşleri, talepleri incelendiğinde, bu şahıslar “İslamcı” tanımlamasının içine girebilir mi?

Yakup Döğer

Osmanlı son döneminde ve modernleşme ile birlikte bir kurtuluş düşüncesi olarak ortaya çıkan İslamcılık, Müslümanlar tarafından benimsenmiş, sahiplenilmiştir. Her yönüyle hayatı bütüncül olarak kuşatan ve yenilgiden kurtulmak için yeni bir arayışın adı olarak ifade edilen İslamcılık, ortaya çıkışından günümüze kadar net bir tanıma kavuşmamış, çerçevesi çizilmemiş, “Ne olduğu”na dair tanımlamalar hep muğlak kalmıştır. Bir muamma olarak süregelen İslamcılık düşüncesi, günümüzde de muğlaklığını ve muamma oluşunu sürdürmektedir.

İslamcılığın genel olarak yapılan ve kabul edilen tanımlamalarında, siyasi hukuki, iktisadi ve içtimai düzenlemelerde, hayatı bütünüyle kuşatacak şekilde Asr-ı Saadet’in örnek alınması ve kaynaklara dönüşün gerekliliği zikredilir. Bu tanımlama teorik olarak olumlu ve yerinde görülebilir. Lakin bu teorik tanımlamanın, İslamcılık tarihinde hakikate uygun olarak ameli yönü pratikte görülmüş müdür?

İlk ve en başta göze çarpan, İslamcılık düşüncesinin kendine olan özgüvenini kaybettiğinden ve hasmına göre kendisini tanımladığından şüphe yoktur. İlk İslamcılar diye zikredilen şahısların hemen hepsi de Avrupa görmüş, Batı kültüründen etkilenmiş, zihin kodları Batı felsefesiyle çalışırken, İslam’ı Batı felsefesine göre yorumlamıştır. Bu iddianın önemli örnekleri Mustafa Fâzıl Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi zevattır. Batı’da yaşayan, Batının sosyolojik ve psikolojik atmosferinden etkilenen bu şahıslar, en baştan siyasi alanda Batı tipi bir değişimi talep etmiştir.

Bu şahısların talepleri, yapılan İslamcılık tanımına uygun mudur değil midir üzerinde düşünülmesi gerekir. En çok kullanılan ve bir bakıma da suiistimal edilen ayetlerden biri olan Nahl Suresi 90. ayet, adaleti tesis etme noktasında beşeri bir düzen olan parlamenter sisteme dayanak yapılmaya, meşveret kavramı ile de beşeri düzen meşrulaştırmaya çalışılmıştır. Daha da ileri gidilerek Asr-ı Saadet’ten modern siyasi sisteme delil bulma yoluna gidilmiştir.

Eğer İslamcılık, bütüncül bir hayat nizamı olarak tanımlanıyorsa ve siyaseten de Asr-ı Saadet örnek alınacaksa, Asr-ı Saadet’i asrı hazıra benzetmeye çalışmak büyük hata olmuştur. İslam Tarih tecrübesinin üstünden atlayarak bin üç yüz yıllık tarihi birikimi görmezden gelerek kaynaklara ulaşmaya çalışmak, İslamcılık düşüncesini köksüz ve öksüz bırakmıştır.

İslamcılık Düşüncesinin temel kalkış noktalarından birisi de, “dinin yanlış anlaşıldığı” üzerinedir. İslamcıların bu iddiayı derinliğine ve İslam Düşüncesinin kendi geleneğinin çerçevesinde tartışmadıkları görülmektedir. Batının ilerlemesini, din ile aralarına koydukları mesafeden kaynaklandığına İslamcılar da ikna olmuş gibidir ki bu düşünce damarı günümüzde de varlığını göstermektedir.

İslamcılık Düşüncesinin ve mensuplarının en önemli problemlerinden biri de, iki kimlikli olarak var olmaya çalışmalarıdır. Batıya hayranlıkları ve aynı zamanda İslam’a bağlılık iddiaları, siyaseten Avrupai bir düzen kurmaya çalışırken, şer’i olarak da yeni düzene meşruiyet sağlamaya çalışmaları, İslamcılarda fikri ve ruhi bunalım ortaya çıkarmıştır. Hem Avrupalı olmak hem de Müslüman kalmak çabası, sözleriyle eylemlerinde tenakuz ortaya çıkarmıştır.

Hayranlıkla hasımlık arasında sıkışan İslamcılık Düşüncesi, Batıdan getirmeye çalıştıkları ne varsa, gelenin kendi kültürüyle birlikte geldiğini kavrayamadı. İngiltere, İtalya, Rusya, Fransa vb. devletler, İslam topraklarını işgal ve insanlarını katlederken, İslamcılar bu sömürgeci emperyalistleri “Düvel-i Muazzama” halklarını da, “Milel-i mütemeddine” olarak anar oldu. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi Avrupa’da gazete çıkarıp Paris’ten, Londra’dan, Bükreş’ten Bab-ı Aliye ayar verirken, Avrupa devletleri Müslümanların topraklarında her türlü sömürü ve caniliği yapmaktaydı.

İslamcılık Düşüncesinin kavramsal çerçevesi var mıdır?

İslamcılık Düşüncesinin tartışılması gereken yönlerinden birisi de, hangi kavramlar üzerine kurulduğu, inşa edildiğidir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan ilk nesil İslamcılardan 21. yüzyıl üçüncü nesil günümüz İslamcılarına kadar, hangi kavramlar esas olarak ele alınıp değerlendirilmiş, düşüncenin kurucu kavramları ne olmuştur.

İslamcılık Düşüncesinin ortaya çıkışıyla en çok ele alınan ve kurucu rol oynayan kavramların, meşveret, adalet, hürriyet, müsavat, içtihat, kanuni esasi, tecdid, milleti hakime, uhuvvet olduğu göze çarpmaktadır. Elbette bu kavramlar da önem arz etmekle birlikte, adı geçen kavramlar, modernleşme zamanının siyasi atmosferini meşrulaştırmak için kullanışlı birer işlev görmüştür.

Meşveret kavramı ile parlamenter sistemin İslami oluşuna, adaletle Batının hukuki düzeni, hürriyet ve müsavatla gayrimüslimlere ve her türlü düşüncenin ve eylemin kamusallaşması sağlanmıştır. İçtihat ve tecdid kavramları ile dinin modernleşmenin önünde engel olmasının kaldırılmasına, Kanun-i Esasi ile anayasal sistemin meşruiyetine, milleti hakime ile de, yeni bir ulusun inşasına çalışılmıştır.

İslamcılık Düşüncesinde ilah, tağut, hüküm, şirk, müşrik, ümmet, mülk, velayet, egemenlik, İslam devleti, Ehlü’l Hal ve’l-Akd, kafir, küfür, vahiy, haram, helal, sevap, günah, ukubat, muamelat, nebevi usul gibi dinin asli kurucu kavramları hemen hemen hiç yer bulmamıştır denilse mübalağa edilmiş olunmaz.

Dikkat edilirse, günümüz İslamcı cenahı da -çok cüzi istisnaları saymazsak- bu kavramlarla pek haşır neşir değildir. Günümüz İslamcıları cumhuriyeti ve demokrasiyi şura ve maslahat üzerinden meşrulaştırmakta. Toplumsal ve siyasi kurguyu da Medine Vesikası üzerinden demokratik temelli çoğulcu toplum olarak normalleştirmektedir.

Bir kurtuluş düşüncesi olarak ortaya çıkan İslamcılık ve İslamcılar, kurucu kavramlarını, dinin esaslarına tekabül edecek şekilde yeniden düşünmelidir. En basit ideolojik akımların dahi sahip olduğu kavramlar bulunmakta iken, dini “Asr-ı Hazıra” uydurmak için, kendini var eden kavramlardan uzaklaşan hiçbir akım ve düşünce varlığını sürdüremez.

Kimlere İslamcı denecek?

Bu soru muğlaklığa yer verilmeden cevaplanmalıdır. Ortaya çıkışından günümüze kadar gelinen süreçte, muhafazakârından milliyetçisine, cumhuriyetçisinden demokratına, liberalinden tarikatçısına, laik devlete vaziyet edeninden kapitalist dünya görüşüne sahip olanına kadar hemen her kesimde yer alan ve kendisine İslamcı diyenler, İslamcılık adına konuşanlar, İslamcı olarak nitelenebilir mi? İslamcı denecekler, hangi vasıflara sahip olmalıdır? İslamcılık bu kadar geniş yelpazeye sahip midir?

Akademik gelenek içinde, İslam ve İslamcılık adına konuşup yazanlar -istisnalar bir kenara bırakılarak- fakat bütün birikimini egemen paradigmayı meşrulaştırmak için çabalayanlar İslamcılık Düşüncesi mensubu sayılabilir mi? Demokrasiyi kutsayan, demokratik temelli çoğulcu toplum kurgusunu savunanlar İslamcı olarak görülebilir mi?

İlk nesil İslamcılardan ve İslamcılık düşüncesinin mucitlerinden kabul edilen Namık Kemal, Ziya Paşa, Mustafa Fâzıl Paşa, Ali Suavi gibi isimlerin hayatları, yaşam tarzları, siyasi iktisadi ve hukuki görüşleri, talepleri incelendiğinde, bu şahıslar “İslamcı” tanımlamasının içine girebilir mi?

Maslahat, şura, Medine Vesikası gibi dinin kurucu kavramlarını, modern tasavvurun siyasi ve hukuki işleyişini meşrulaştırmak için yorumlayanlara İslamcı denecek mi? Özellikle laik seküler devletle içli dışlı olup, ulusal sembol ve ritüellerini herhangi bir şerh düşmeden benimseyen, bununla birlikte İslam ve İslamcılık adına konuşanlar, İslamcılığın neresindedir?

Türkçüler, muhafazakârlar, liberaller, ılımlı İslamcılar, muhafazakâr iktidarın yanında duranlar ve dahi arka çıkanlar, İslamcılık Düşüncesinin mensubu mudur? Güç ve iktidar sahibi veya güç ve iktidara yakın iken pragmatist davranıp, laik iktidarla uyum içinde olanlar, iktidarla araları bozulunca muhalefete geçenler, İslamcılık Düşüncesine mensup mudur?

Namık Kemal devlette siyasi yapılanmanın, İngiliz Avam Kamarası şeklinde olması gerektiğini, adaletin merkezinin artık Avrupa olduğunu söylerken İslamcı mıdır? Kendisi alkole düşkün olan ve geceleri buluştuğu V. Murat’ı alkole alıştıran Namık Kemal, İslamcılık dairesine girebilir mi?

İktidar, güç ve kudret sahibi iken, İttihatçıların bir numaralı adamı olarak siyasi, hukuki, iktisadi ve içtimai alanlarda Batılılaşmak için her türlü çabayı gösteren, lakin iktidardan uzaklaştığı için, “Buhranlarımız”ı yazan Said Halim Paşa İslamcı mıdır? Yoksa son dönem İslamcıların, cumhuriyeti kuran kadrolara karşı parlattığı bir şahıs mıdır?

Günümüze gelindiğinde, muhafazakâr iktidarı destekleyeceklerini söyleyip, bununla da kalmayan, egemen paradigmanın işlevine itiraz edenlere karşı, “Demokrasi ile despotizm arasında tercih yapmak akli ve ahlaki bir gerekliliktir” diyenler de İslamcı mıdır? “Demokrasiyi kendisiyle her zeminde mücadele edilmesi gerekli bir büyük tehlike, bir irtidat çağrısı olarak değerlendirip, mahkûm eden yaklaşımın da zulmü ve zorbalığı meşrulaştırmaya yönelik bir söyleme kapı aralama tehlikesinin mevcut” olduğunu ileri sürenler, İslamcılık dairesinde midir?

Mesele hakkında daha söylenecek çok söz vardır, biz bu kadarla yetinelim. Günümüzde İslamcılık Düşüncesi çok yönlü ve derinlikli tartışılmalıdır. Kavramın tarihsel süreç içerisinde tüketildiği düşünülmüyorsa, aşırı derecede yıprandığı malumdur. Bu sebepten, İslamcılık Düşüncesinin bir “Kurtuluş Düşüncesi” olarak var olduğuna taraf olanlar, İslamcılık Düşüncesini yeniden tanımlamalı ve kendini var eden kavramlar üzerine inşa edilmelidir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *