Tiyatrolardan Dizilere Mahremiyetin Dönüşümü

Tiyatrolardan Dizilere Mahremiyetin Dönüşümü

Yüz yıl önce tiyatroların yerine getirdiği fonksiyon, bugün televizyon dizileriyle gerçekleştirilmekte, mahremiyet bizzat iktidar eliyle dönüştürülmektedir. Bu değişim ve dönüşümde özellikle sağcı muhafazakâr iktidarlar daha başarılı olmuştur.

Yakup Döğer

Osmanlı modernleşmesinin temel talebinin, esas itibarıyla siyasal değişimi içerdiği ve dönemin İslamcı cenahının da bu amacı gerçekleştirmek için cansiperane çabaladığı tartışmadan uzaktır. Tabii, siyasal alanda değişimin geleneksel olandan kopmakla mümkün olacağı da aşikârdır. Asırlardır süregelen geleneksel siyasi yapı, zaman içerisinde kendisine içtimai alanda şer’i ve örfi meşruiyet sağlamış, varlığını muhafaza etmeyi başarmıştır. Ta ki değişim ve dönüşümün kaçınılmaz olarak görüldüğü zamana kadar. Bu tarihi de resmi olarak Tanzimat Fermanı ile başlatabiliriz.

Askeri yenilgiler, toprak kayıpları, iktisadi buhran, devlet içindeki gayrimüslim azınlıkların hakları, Avrupa ve Rusya’nın devlet içindeki azınlıklara hamilik iddiaları, milliyetçilik hareketleri ve bunların yanında devletteki “Kaht-ı Rical” –problemleri çözecek yetkin adam eksikliği– yaşanan problemlerin büyümesine neden oldu. Ve en nihayetinde kurtuluşun, “düşmana benzemekle mümkün olacağı” kanaati zihinlere galebe çaldı. Tanzimat Fermanı’nın ilanı, asırlardır yerli yerinde duran bütün taşları yerinden oynattı.

1839 Tanzimat Fermanı ile 1876’da I. Meşruiyetin ilanı arasında geçen zaman diliminde, özellikle edebiyat alanında toplum, Avrupa edebiyatı tarzı eserlerle, içtimai olarak değişime hazırlanmaya başlandı. Edebiyat alanında Tanzimat dönemine kadar hiç olmamış, meşru da görülmemiş olan Batılı usulde eserler neşredilmeye başlandı. Özellikle roman ve tiyatro olarak neşredilmeye başlanan edebi eserler, daha önce Müslüman toplulukların bilmediği türden eserlerdi.

Edebiyat alanında iki önemli tez üretildi. Biri “Toplum için sanat” diğeri ise, “sanat için sanat” idi. Modernleşme dürtüsü ilkini öne çıkardı. Zira değişmesi gereken toplumdu ve sanat toplumun değişimi için yapılmalıydı. Yeni usul sanatın ise dayandığı değerlerin tümü Batı merkezliydi. Roman ve tiyatro alanında kadim değerlere, ferdi ve toplumsal mahremiyete toptan bir savaş açıldı. İki dalda neşredilen eserlerde ve sergilenen oyunlarda, değerlerin transferinin önüne geçildiği gibi, aşınmasına da özen gösterildi. Bağnaz ve tutucu toplum, kadınından erkeğine, çocuğundan yaşlısına yeniden şekillenmeliydi.

Yüzünü güneşin battığı yöne çevirmeye karar veren Osmanlı aydını, gelecek nesilleri şekillendirmek ve Batılı insanın kalıbına sokmak için, topluma Batılı insanın yaşam tarzını öğretmeye karar verdi. Devlet ricali de bu girişimin arkasında durmaktaydı. Roman ve tiyatro alanında telif, tercüme yüzlerce eser neşredilmeye başlandı. Yeni nesil edebi eserlerde geleneksel erkek “Efendi” olarak zikredilirken, Avrupai olan “Bey” olarak anılmaya başlandı.

I. Meşrutiyetin ilanından sonra II. Abdülhamid iktidarıyla birlikte hız kazanan Batılılaşma, neşriyat hayatında da kendisini gösterdi. II. Abdülhamid’in her türlü basın yayına karşı gösterdiği sansür uygulamasının, edebi alandaki eserlere yansımadığı görülmektedir. 1878 yılında yayınlanmaya başlayan Tercüman-ı Hakikat ve 1891 yılında yayına başlayan Servet-i Fünun, edebiyat alanında çeşitli telif ve tercüme eserler vererek, toplumu adeta Avrupai insan kalıbına sokmak için yayınlar yapılır.

II. Abdülhamid dönemi, tek adam dönemi olarak sürer. Basın yayın oldukça sıkı sansürden geçmektedir. Fakat II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte bütün kesimlerin özlemle beklediği hürriyet ortamı görece olsa da sağlanır. İktidara gelen İttihat ve Terakki, sürmekte olan Modernleşme-Batılılaşma hareketine ivme kazandırır. Avrupalı olmak, Avrupa gibi olmak, memleketi Avrupa gibi yapmak iktidarın politikasıdır. Her fikir ve dünya görüşünde basın yayın faaliyetleri hız kazanır. Bu dönemde toplumu değiştirici güç olarak edebiyat alanında tiyatrolar öne çıkar.

Batılılaşmak, modernleşmek isteyenler, Batının ilmi, sanayi, zirai, teknolojik gelişmelerini memlekete getirmek yerine, öncelikle toplumu ait olduğu değerlerden soyutlamaya çalışmıştır. Bunun da en iyi yöntemi dönem itibarıyla edebiyat alanında ve tiyatro dalında olmuştur. II. Meşrutiyet ilan edilir edilmez, İstanbul’un hemen her yerinde halka açık tiyatrolar sahnelenir. Tabi bununla birlikte tartışmalar da başlar. Özellikle İslamcı kesimin neşriyatı, sergilenen oyunlara dair uzun soluklu yayınlar yapar.

Tiyatrolar ahlaka olumsuz anlamda büyük darbe vurmaktadır. Tiyatrolar, insanları hayvanlardan ayıran namus-u insaniyi utandıracak bir surette iffetini, sahne tahtaları önüne döşeyerek, ayaklarıyla çiğneyeceği bir alay kızların, kadınların oynamasından teşkil eder. Bu hal beşeriyetin kemal mertebesine vurulan bir darbedir.(1) Ünyeli Ali Rıza bu mesele üzerine makale serisi neşreder.

Modernleştiriciler – Batılılaştırıcılar tiyatroları hürriyet, ilerleme sağlamak, medeni olmak gibi savunmalarla meşrulaştırmaya çalışmakta fakat millette ortaya çıkardığı ahlaki zaafları ise gizlemektedir. Oysa ilerleme sağlayan milletlerin medenileşmesi, ilerlemesi tiyatrolarla, eğlencelerle, oyunlarla sağlanmış değildir. Bunlar medeniyetin arkasına takılıp sürüklediği beyhude ahlak bozucu şeylerdir.(2)

Dönemin İslamcı basını tiyatrolar üzerine yoğun eleştiriler getiren neşriyatta bulunur.

Tiyatrolar sadece Müslüman milletin ahlakını bozmakla kalmamış, Müslümanların kutsallarıyla da alay eder olmuştur. İstanbul’da gösteri yapan bir Ermeni tiyatrosu, Ezan-ı Muhammediyi ve namaz ibadetini çok çirkin bir şekilde taklit etmiş, İslamiyet’i aşağılamış, gösteri sırasında orada bulunmakta olan bazı Müslümanlar tarafından tiyatro protesto edilmiştir. Tiyatro oyununda sergilenen oyun, iktidara şikâyet edilmesine rağmen bir sonuç alınamamıştır.(3)

Tiyatroların toplum ahlakına yaptığı olumsuz etkiyi Filibeli Ahmed Hilmi de ele alır. Tiyatrolar üzerine yazmış olduğu bir makaleden aşağıya yapacağımız alıntı, durumun vahametini göstermesi açısından manidardır:

“Bugün bizim içtimai yapımızı tasfiye namına efkarı umumiyenin ve hükümetin dikkatini çekeceğimiz ilk şikâyetimiz, ilk feryadımız, ilk dikkatimizi çeken fenalıklardan biri, belki de en lüzumlu olanı, en büyüğü tiyatrolardır.

Buraları, bu kötülük yuvalarını ne yazık ki kadın erkek, çoluk çocuk yeterince tanıyanımız yoktur. Hepimiz bu bataklıkların hiç olmazsa bir gece veya bir gündüz seyircisi olduk. Buralar öyle yerlerdir ki, fazilet kapılarının haricinde bekleyen dilenciler gibidir. İnsan oraya ahlakından temizliğinden bir kısmını, vicdanından bir parçasını bırakmadan giremez. Ve oraya girenler, namustan ahlaktan başka her şeyi dinlemeye mahkûmdur.”(4)

Yukarıda Filibeli’den yaptığımız alıntıyı, tarih ve isim üzeri kapatılarak, günümüz tiyatrolarının postmodern versiyonu olan televizyon dizilerini göz önüne getirerek okursak, bugünün dünün devamı olduğunu görürüz.

Batılılaşmak, Avrupalılaşmak, geleceğini Avrupa ile birlikte kurmak, modernleşmenin başlangıcından günümüze hız kesmeden devam edegelen süreç olarak karşımıza çıkıyor. Hangi dünya görüşünden olursa olsun, iktidara gelen iktidar sahiplerinin öncelik verdiği husus, içtimai yapının bozulması ve mahremiyetin dönüşmesini sağlamak olmuştur, halen de olmaktadır.

Yüz yıl önce tiyatroların yerine getirdiği fonksiyon, bugün televizyon dizileriyle gerçekleştirilmekte, mahremiyet bizzat iktidar eliyle dönüştürülmektedir. Bu değişim ve dönüşümde özellikle sağcı muhafazakâr iktidarlar daha başarılı olmuştur. Günümüzde ahlaksızlığın, sadakatsizliğin, uyuşturucuya özentinin, edepsizliğin, cinayetlerin ve gayri meşru ilişkilerin bir hayat tarzı haline gelmesi, televizyon dizileri ile sağlanmaya çalışılmaktadır. İlginçtir ki, bu tür ahlaksızlığı topluma pompalayan dizilerin hemen hepsi de, muhafazakâr iktidarın havuz medyası tarafından sergilenmektedir.   

Meselenin diğer ilginç olan bir yönü ise, yüz yıl önce İslamcı kesim tiyatrolara karşı müthiş bir mücadele verirken, günümüz İslamcı cenahının meseleye pek itibar etmemesidir.

Meselenin vahameti toplumun entelektüel kesimi tarafından ya kavranmış değil, ya da önemsenmiyor. Yetişen nesiller ifsat olurken, nesillerin rol-modellerini, toplumu ifsada sürükleyen aktörler oluşturuyor. ν

Dipnotlar:

1 Ünyeli Ali Rıza, Tiyatroların Ahlaka Ne Gibi Bir Tesiri Vardır?, Beyanülhak, cilt 7, sayı 159, tarih 7 Mayıs 1328

2 M. Safvet, Tiyatrolar, Beyanülhak, cilt 3, sayı 77, tarih 30 Ağustos 1326

3 Münasebetsiz Bir Tiyatro ve Washington Sefirimizin Teşebbüsatı, Sebilü’r-Reşad, cilt 6, sayı 148, tarih 23 Haziran 1327

4 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Tiyatrolarımız -Tasfiye-i İctimaiye- I – Millet ile Musahabe,  Hikmet, cilt 1, sayı 3, 27 Ağustos 1911

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *