Aydınlanmacı liberalizm ve onun panzehiri sosyalizm, aydınlanmanın istenmeyen yan ürünü faşizm karşısında neden mevzi kaybediyor? Ve insanlar neden tekrar insan olmayı, hümanizmi, insan haklarını, eşitliği ve özgürlüğü talep ediyor? Nedenleri ve arka planıyla birlikte görülebiliyor mu?… Bu anlatılanların İslam diniyle alakası n’ola?
Hüseyin Alan
Modern çağa geçişte modern tarih ve yaratılış teorisinin zorunlu ihtiyacı dolayısıyla üretilmiş evrim teorisini bir kenarda tuttuğumuzda
Siz hiç hayvan, bitki, kaya, deniz, yıldız.. türü olarak yaratılan insan türü varlık duydunuz, okudunuz, rastladınız mı?
Biz bilmesek de bunlar var da bunlara mı seslenilir önce insan ol falan diye!..
Kast sisteminin toplumsal ve siyasal şartlarında kıstırıldığı için inim inim inleyen, reankarnasyon uydurmasıyla sefil ve rezil bir hayata ikna edilip teslim alınan insanlık aleminde
Hind tarafının itikadıydı “tüm dinleri birleştirmek, tüm kitapları tekleştirmek, tüm insanları eşitleyip kardeş yapmak!”
Hepsi tek yaratıcı tanrının veya doğanın farklı birer parçalarıydı ama insanlar sonradan farklı bir inanca dayalı olarak ayrıştırmıştı varlık alemini; bundan sonra kimileri üstte kimileri alttaydı hiyerarşide!
Bunun için dinler tekleştirilmeli, bu dünyada diğer varlıklarla birlikte eşit olarak, barış içinde ve kardeşçe yaşanmalıydı. Ama önce doğanın ve insanın sırrı keşfedilmeli, insan kendine dönmeliydi!
Çünkü ölünce zaten tüm varlık türü kendini yaratan tanrısına dönecek, parçası olduğu tanrısında yok olacaktı!
Fena tabiat mı dersin fena tanrı mı, ne dersen de de ama önce meseleyi ve nedenleri anlamak önemli…
Hind inancından yaklaşık iki bin sene sonra bu defa aydınlanma felsefesi doğayı ve insanı keşfe çıktı; insanı eşitledi.
Buna göre insan olarak doğan herkes eşitti. Her insan aynı haklara sahipti. Kimse kimseye üstün değildi.
Başka bir deyişle o güne kadar aşağılanan, dışlanan, hukuku ve hakkı olmayan, insan muamelesi görmeyen ve dolayısıyla hiyerarşide efendilerine mahkum
Yahudiler, Çingeneler, Köylüler, İşçiler, Kadınlar, Köleler, Hristiyan olmayanlar.. vs
İlk kez eşitlenmiş, kendileri kalarak eşit haklara sahip sayılmıştı: Batıda.
Böylece hiç bir inanç, din, dil, kan, servet, cinsiyet, renk, coğrafya.. dayanağı eşitliksizlik sebebi değildi artık.
Burada da meseleyi ve sebepleri anlamak önemli…
1800’lerde geldi insan olma, eşit insan fikri Müslüman dünyaya: Uluslaşma tek çare olarak görüldüğünde.
Gel gör ki 18. yüzyıldan sonra aydınlanmanın o eşit insan fikri, devlet kurmuş uluslarca “eşit ulus” fikrine dönüştü sonra:
Amerika bağımsızlık savaşı, Fransız devrimi, Viyana konferansı, ulus devletlerin kabulü, milletler cemiyeti, birleşmiş milletler teşkilatı vs sonrası teminat altına alındı ulusların eşitliği.
Ve ulus devletlerin insafına bırakıldı hakim uluslar içindeki insani farklılıklar. İnsan hakları evrensel bildirisi bundan sonra ve ihtiyaca binaen yayınlanacaktı.
Burada da meseleyi ve nedenleri anlamak önemli…
Türkiye’de kendini aydınlanmanın hakim zümresi olarak Türk hissedenler ve Türkçe konuşanlar dışında kalan
Dolayısıyla toplumsal hiyerarşide ikinci üçüncü sınıf muamele gördüğünü hisseden Rum, Ermeni, Yahudi, Roman, Kürt, Alevi, Pagan.. Köylü, İşçi, Kadın, Çocuk, Mazlum.. lar tarafı
Zorunlu olarak aydınlanmacıdır, laiktir, eşitlikçidir, insan haklarıcıdır.
Burada da meseleyi sebepleriyle birlikte anlamak önemlidir…
İnsan olma çağrısı, dolayısıyla insan hakları evrensel bildirisi oturduğu felsefik ve sosyolojik temel sebepleriyle birlikte anlaşılıp görülebilmeli…
Tarihsel zaman dilimlerinde ve değişip duran toplumsal şartlarda insanın kendine yabancılaşmasının sonucunda peydahlanan
Tuğyanın, paganlığın, zulmün, baskının, sömürünün, yoksulluğun, sefaletin, kitle katliamının, doğa kıyımının zirve yaptığı son beş yüz yıllık sürecin sonlarına doğru
Aydınlanmacı liberalizm ve onun panzehiri sosyalizm, aydınlanmanın istenmeyen yan ürünü faşizm karşısında neden mevzi kaybediyor?
Ve insanlar neden tekrar insan olmayı, hümanizmi, insan haklarını, eşitliği ve özgürlüğü talep ediyor?
Nedenleri ve arka planıyla birlikte görülebiliyor mu?…
Bu anlatılanların İslam diniyle alakası n’ola?
İslam dini toplumsal hiyerarşide insanları gerek kana ve soya; gerek sosyo politik ve ekonomik destekli imtiyaza; gerek yöneten ve yönetilene; gerek dile milliyete; gerek renge toprağa ve cinsiyete; gerek bilgiye ve mesleğe.. dayalı olarak ayırıyor, tasnif ediyor mu?
Yoksa hepiniz Ademdensiniz, Ademse topraktandır; takva dışında aranızda yarışıp durduğunuz tüm üstünlük iddialarınız ve dayanaklarınız sizin uydurmanızdır, tümü batıldır mı diyor?..
Allah insan türünü hep insan türü olarak yaratıyor ve “o çok cahil ve pek zalimdir” diye tanıtıyor.
O’nu “adem-adam” olmaya, ve şerefli yaratılışına dönmeye çağırıyor.
Ardından şeri hukuk sistemi yolluyor, onun uygulanacağı adil bir siyasal sistem ve daha iyi ve doğru bir toplumsal yapı öneriyor…
Gerek Hind inancı kaynaklı gerek aydınlanma kaynaklı olsun “insan, eşitlik, hümanizm”, “tek tanrı, tek din” ve “insan hakları” fikri ve prensipleri rast gele ortaya çıkmış değildir.
Bunlar bizzat kötü de, şartlarının ürünü talepler olarak haksız da değildir.
Tarih içinde insanların bi şekilde kıstırıldıkları ve pusturuldukları siyasal düzen ve toplumsal yapı içinde ve zamanlarda çaredir; umuttur:
Bir insan türü olarak hak ettiği asaleti ve adaleti arama mücadelesinin de ürünüdür…
Bir Müslüman millet, yönetimde adil bir İslami devlet şartları dahilinde değilse nasıl olacak bu iş? Müslümanlar ne isteyecek? Nasıl yapacak?
Hangi siyasal rejim ve toplumsal yapıda yaşıyor olursa olsunlar bir Müslüman, insanları insanlığa, insan eşitliğine ve insan kardeşliğine mi çağırmalı yoksa başka şeye mi?
O başka şey zaten tüm bu ihtiyaçlara ve insanların sorunlarına cevap vermiyor mu?
Müslümanlar da Allah’ı işitmek yerine diğerleri gibi Hind mistizmi veya aydınlanma felsefesi prensiplerine umut bağlayacak duruma düştüyse, vay gele insanın başına!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *