Kapının eşiğine varmak kolaydır. Ardımızda ne bırakıyoruz, kapının eşiğinde neyi feda ediyoruz, ceplerimizde neyi götürüyoruz? Zor olan budur. Zorumuza gitse de en azından boşumuza gitmeyen budur…
Kendimizi Aramaklar Yolculuğu
Yazı, fotoğraf ve hikaye: Mehmet Akif Coşkun
Avuçlarındaki tohumları toprağa usulca bırakıp kapıya yöneldi. Kapı ile yere bıraktığı tohumların arafında öylece durdu. Önünde kapı, kapının ardında onu bekleyen yeni bir yol, yeni bir yolun ona hazırladığı yeni bir yolculuk. Ardında ise, az önce yere usulca ama belli bir ayini ifa eder gibi terlemiş avuçlarından, yorgunluktan bitap düşmüş, acısına aldırmadan dizlerini kırarak alçalıp toprağa terk ettiği tohumlar. Tohumların yolculuğu bu kapının eşiğinde son buluyordu. Tohumlar menziline kavuşmuştu ama kendisi yeni bir yolculuğun arafındaydı hala. Kendini tekrar toparlayıp kapıya yöneldi. Belli belirsiz bir huzur ve kaygıyla ağır aksak kapıya yaklaşıp paslanmış ve artık işlevini neredeyse yitirmek üzere olan kapı koluna uzandı. Kapı koluna her ne kadar yavaşça asılmış olsa da, paslanmış halinin çıkardığı gıcırtı iliklerine kadar işliyordu. Sonra birden elini geri çekti. Arkasına dönüp tohumları bıraktığı yere vardı. Bu sefer dizlerinin acısına dayanamayıp yere bağdaş kurdu. Serçe parmağıyla önce tohumları sayar gibi yaptıktan sonra içlerinden dört tanesini ayırdı, birini sağ cebine, ikisini sol cebine, kalan o bir taneyi de avucunda tutup tekrar ayaklandı ve kapıya doğru yürüdü. Bu sefer daha bir cesaretliydi. Kendinden emin bir şekilde avucundaki o bir tane tohumu kapının eşiğine bıraktı. Endişesi hafiflemiş, huzuru katmerlenmiş bir halde kapı koluna hızlıca asıldı. Paslıydı, gıcırdamıştı, uyandırmıştı. Umurunda değildi.
Sorunlar dünyasında sorunları tastamam hâl etmenin inancını içimizde kamçılayarak bir yere vardığımız, varıyor olduğumuz, varıyor olacağımız koskoca bir muhalden ibarettir. Bu dünyada var olduğum sürece sorunlar da benimle beraber var olmaya devam edecektir. Yüzyüze geldiğim her yeni sorun bir öncekinden eser taşır kendinde. Ve bir sonrakine eser bırakır. Bu dünyadaki yolculuğumuzun devamı bu kaideye bağlıdır. Düşüncelerimizin eğri-doğru fikirlere sabitlenmesi, yaratıcı tarafımızın olgunluğu, bakışımızın keskinliği sorunlarımızın sürekli yeni bir yüze kavuşmasına bağlıdır. Yeni bir sorun yoktur. Yeni diye gördüğümüz sorun eskisinin zemini üzerinde filizlenir. Artık yeni bir yüze kavuşmuş bu sorunla başa çıkabilmek, eski sorunlardan tecrübe ettiğimiz çözümlerimizi, zeminini terk etmeden yeni bir yüze kavuşturmakla mümkündür. Mümkündür ama, artık sorunun çözümüne olan inancımız başkalaşmıştır. Bu başkalaşım kendimizi de başkalaştırmıştır. Herşeyi ardımızda bırakıp yeni bir sayfa açabileceğimize ısrarla inanmak bizi her geçen gün sıfırlamaktadır. O bahsettikleri “great reset” (büyük sıfırlama) tam da budur.
Ortada var olan bir sorunun çözümü için gösterilen çaba, yaratıcı tarafımızı besler, bizi dinamik kılar ve bizi ayakta tutar. Acıdır insanı yoğuran, derttir insanı diri tutan. Ancak yüzyüze geldiğimiz bu sorunu tamamen ortadan kaldırma düşüncesi bizi akamete uğratan bir düşüncedir. Dolayısıyla bu akametten uzak durabilmemiz için, sorunun giderilebilmesi adına ortaya koyduğumuz çözümün kendinde yeni bir sorunu da beraberinde getirdiğine kendimizi tekrar inandırmamız hayatidir. İçinde yeni bir sorun barındırmayan (mevcut soruna getirilen) bir çözüm inancı aynı zamanda kendi sonunu da getirmek demektir. Olmayan bir şeye kendimizi inandırmak kadar bizi perişan hale sokan başka bir şey var mıdır? Hiçbir sorunun mutlak anlamda bir çözümü yoksa nasıl oldu da biz bu hülyaya inandık? Bizden aldığı nedir? Bize bulaştırdığı nedir?
Sorunlardan mutlak anlamda kurtulacağımıza inanarak gösterdiğimiz gayret sonucunda yeni bir sorunla karşılaşmak kendi dinamik yapımıza, yaratıcı tarafımıza, ruhsal halimize büyük bir darbedir. Bundan dolayı hem kendimiz ve hem de çevremiz gittikçe artan bir umutsuzluğun girdabında çırpınıp durmaktayız. Herşeyin kusursuz ve noksansız olduğu yalan bir dünyanın içine durmadan iteleniyoruz. Çünkü bu hoşumuza gidiyor (ama boşumuza da gidiyor). Bizi cezbediyor. Bizi efsunluyor. Nasıl etmesin? Artık her anlamda mutlak bir huzura kavuşacağımız sanal bir cennet fücuru, elimizi uzattığımız, gözümüzü iliştirdiğimiz, kulağımızı verdiğimiz her nere olursa oradan üstümüze bir şekilde bulaşmaktadır.
Oysa bu hayatın doğal akışı, daimi bir sorun-çözüm döngüsü içinde insanın kemale evrilmesidir. Mutlak çözümde ısrar etmek kendini bir yenilginin içinde sıfırlamaktır. Ya kemal olacağız yahut sıfır. Her ne kadar aklı selim olduğumuzu düşünsek de bu mutlak-çözüm inancı az çok demeden farkında olmaksızın üzerimizde etkisini, birazcık kendimizi hesaba çektiğimizde görürüz.
Nasıl görürüz peki? Önce kendimizden ve kendimizi sorumlu hissettiğimiz dar çevremizden başlayarak. Daha sonra bu çemberi dilediğimiz kadar genişletelim. Kendimizle ilgili gelecek tasavvurlarımızı düşünelim mesela. Daima sorunsuz bir geleceğin hayalini kurarız. Kendisinden sorumlu olduğumuz çevremizi düşünelim mesela. Ailemize, eşimize, çocuklarımıza dair çözüm metotlarımızda mutlak bir başarı elde edeceğimize inanırız. Yetmez bu metotlarımızı mutlak bir kaideye çevirir, hangi çağda, hangi zamanda, hangi mekanda olduğuna bakmaksızın uygulanabilirliğine de kendimizi inandırırız. Çemberi daha genişletelim; içinde bulunduğumuz insanlığa, topluluğa, cemiyete yönelik iddialarımız ve hedeflerimizde de mutlak bir ihyanın inancını taşırız. Gayretlerimizin boşa gittiğini, yani mutlak bir başarıyı elde edemediğimizi gördüğümüzde ise tüm umutlarımız, inancımız ve gayretimiz kaybolur. Ve fakat bununla da yetinmeyiz, tekrar yeni mutlak çözümlerin arayışına gireriz. Oysa behyudedir. Oysa muhaldir.
İnsanlığın yaşadığı hangi sorun olursa olsun, onlara getirilen çözümün daima yeni bir sorunu da beraberinde getirdiğini, şöyle insanlık tarihine kabaca baktığımızda kolayca farkederiz. Bir soruna dair getirilen bir fikir kendi içinde yeni bir sorunu getirir ve o fikri daima dinamik kılar. Bu fikirle hemhal olmuş kimseler, içinde bulunduğu zamanın ve çevrenin dinamiklerine göre ama o kadim çözümün zemininden ayrılmadan yeni fikirlerin mümessilleri olurlar ve bu emaneti kendinden sonrakilere bırakırlar. Çözümün kendindeki bu yeni sorun yeni bir gerilim var eder ve bu döngü yeni baştan başlar. Bugünde böyledir, yarın da öyle olacaktır. Bu döngü sayesinde sürekli hareket halindeyiz. Sürekli bir arayışın içindeyiz. Derdimizin özündeki bu ateşle harlanırız.
Bir zamanda ve bir mekanda karşılaştığı bir sorunu, içinde yeni bir soruna kapı aralamayacak bir çözümle kapatmışsa (ona inanmışsa), o insan, o mekan ve zamanda ve ortaya koyduğu sahte çözümünde sabitlenmiştir. O artık orada sıfırlanmış ve kendini –ve hatta kendine bulaşanları- çürümeye bırakmıştır.
Kapının eşiğine varmak kolaydır. Ardımızda ne bırakıyoruz, kapının eşiğinde neyi feda ediyoruz, ceplerimizde neyi götürüyoruz? Zor olan budur. Zorumuza gitse de en azından boşumuza gitmeyen budur.
Ha bir de, çözümlerinizde sorunu bulun. Bulamazsanız da birine sorun. Yoksa büyük sorun, küçük sorun ama mutlaka sorun.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *