Oy, Oy Oy Oy Türkiye

Oy, Oy Oy Oy Türkiye

Düşünebiliyor musunuz ki sizin etki ve yetki verdiğiniz kesimler hayatın her an ve alanında din-iman dışı yasama, yargı ve yürütme yapacak ve sizler de bunlardan muaf tutulacak, sorgu suale tabi tutulmayacaksınız. Var mı böyle bir şey?

Mustafa Bozacı

Evet, yine bir seçim sath-ı mailindeyiz… Yeniden! Bir şeyler yenilenecek, ama onlar ne? Bir şeyler değişecek, ama neler?

Başlıktaki ifadeyi hatırlarsınız; ‘Oy, oy oy oy Emine/Çekme beni yemine/Ben seni çok seviyem/İmanıma, dinime…’ türküsünden bir parça… İfadedeki ‘Emine’ ile ‘Türkiye’ kelimelerinin yerini değiştirdik sadece, o kadar. ‘Cuk’ oturdu! Anlam kurgusu, vurgu, sevgi/tutku, yemin, din-iman desteği aynıyla vaki…

Türküdeki vurgu ile seçim süreçlerindeki söylemler paralelleşiyor, örtüşüyor. Her seçim sürecinde bakın teminatlara, taahhütlere, vaatlere, kitlede oluşturulan algı manipülasyonlarına, neler göreceksiniz? Asla dair değişen bir şey var mı? Senaryo hep aynı, değişen sadece kurgu! Seçimden seçime değişen, sadece köşe kapmaca oynayan, etkili ve yetkili çevrelerin çekiminde belli bir havuz içinde bir kesim. Figüran yerine konan kitle ise hep aynı. Sadece istatistiki veri ile seçim süreçlerine dahil olan bu kesim ise olayın, oyunun, olgunun farkına varmadan oyalanmaya, rolünü sahici oynayıp kendini avutmaya devam ediyor. Oyundan rol kaparak kendini kandırmaya, bir şeyleri değiştirdiğini, seçtiğini düşünerek kendini rahatlatmaya devam ediyor. Oyunun sürekli tekrarlanmasına, nemalananların ise aynı malum çevrelerin oluşuna ise takılmıyor nedense. Her defasında bir zoka bulunuyor önüne sürülen ve o da her defasında yuttuğu zokanın, önemine, değerine, kendince tercihe konu olan (öyle olduğunu sanmasına vesile olan) sanal meşruiyetine inanmaya devam ediyor. Yoksa aynı oyun bu kadar süredir yenilenebilir, tekrar tekrar oynanabilir miydi? Oyunun sihirbazları bayağı mahirler! Organizatörler allayıp pullayıp, maske ve makyajla, albenili bir seçim sürecini kitlenin önüne getirmeyi, dikkatleri çekmeyi başarıyorlar, her defasında.

Vatandaş yemine de çekiliyor; dini, imanıyla sürecin teminatı olmaya da devam ediyor. Ceza ile tehdit edilen, sürecin ekonomisi de sırtından temin edilen kitle her defasında umduğunu bulamamanın sancısıyla avucunu da yalamakla baş başa kalıyorlar. Ancak hemen yeni atraksiyonlarla sürece dair beklentileri alınıp dikkatleri ‘pür dikkat’ cinsinden çekiliyor, yeni umutlar pazarlanıyor! Sefa hep o malum çevrelerden birilerine kalırken, bizim kitleye her defasında cefası kalıyor!

Hani demiş ya birisi ‘Seçimle bir şeyler değişseydi, seçimi yasaklarlardı!’ diye, işte o kabilden olarak kitle, seçilenlerden birilerini seçmeye/seçiyormuş gibi yapmaya tav ediliyor her zaman. Daha yeni yayımlanan bir videoda Binali Yıldırım; ‘Seçim meydanlarında söylenenlerle, sonraki süreçte seçildiğinizde yapılıp yapılamayanlar aynı olmaz!’ derken ‘sirkatin söyleyen kıptı’ gibi davranıyor ve bunu ulu orta, alenen söylüyor! Pekiyi gocunan var mı? Yok! Sorgulayan var mı? Yok! Ders çıkaran, düşünen var mı? Ne gezer! ‘Al atını, ver tımarımı!’ diyen var mı? Asla!

Aynı delikten defaatle ısırılan, denize düşüp bırak yılanı ahtapotlara sarılan (Malum yılandan kurtulmak zor olsa da ahtapottan kurtulmak daha zordur; bir kolundan kurtulsanız, diğerleri sizi tutar!), elini verip kolunu alamayan, derisinden gerisine sömürülen, etinden sütünden semirmeye devam edilen, her defasında anasından emdiği sür burnundan getirilen, ama her defasında da başka bir tınıda masal ve ninniyle uyutulup avutulan bu kitle, ‘Bu son!’ denilen kaçıncı sonla yüzleşecek bilemiyoruz. Malum kesin son güne kadar; böyle giderse!

Demokrasi, seçme ve seçilme özgürlüğü gibi söylemlerin dünya sath-ı mailinde acaba bir doğru uygulama ve görünümü var mıdır ki? Gerçi olsa ne yazar?! Demokrasinin kendi topraklarında dahi yeknesak ve ‘budur’ denilebilecek bir örnekliği, matah tarafı yokken kaldı ki ihraç edildiği yerlerde olabilsin. Deli gömleği gibi; her defasında ters yüz et, ölç biç, kes yama!

Şimdi biz kalkıp ‘Oyunun dışındayız, demokrasi hevaya uyma rejiminin adıdır, heva ve hevesi ilah edinme, Allah’ın kullarını kendilerine (iki anlamıyla da) kul etme ideolojisinin/dinini adıdır.’ desek, bir şeyler değişir mi? Pek sanmıyorum! Yapılanlar, yapılacakların teminatı olarak ortada iken ve bu oyun dinine-imanına teminat altına alınmaya devam edilirken…

Şimdi sakallısı cübbelisi, başörtülüsü çarşaflısı, hacısı hocası şu malum tarihte sandıklara koşacak. Dahası bu sefer (Hani Kurban da Hacca denk geliyordu ya!) kitle kahir ekseriyetle oruçlu da olacak! Dedik ya; dinine-imanına… Bir tarafta siz belli bir kimlik ve aidiyet beyanında bulunacak, renginizin farklı olduğunu söyleyeceksiniz, bir tarafta da Allah’ı hiçbir yönüyle (Bırakınız emretmesini, sınır belirlemesini, had koymasını, yönetmesini; yaratmasında dahi ona şirk koşar oldu insanoğlu!) kale almayan, hatırına getirmeyip hatırında tutmayan bir düzen, sistem ve aygıtları için bu ne heyecan, bu ne telaş?! Bu alaka ve ilginin, perestişin sebebi nedir? Bu pazarlığın bedeli ne ola ki?! Neleri aldınız da bir türlü vere vere bitiremediğiniz, hep edere tahvil edilmiş, değer adına her neyiniz kalmışsa ortaya koyduğunuz şeylerin karşılığında aldığınız ne ola ki?! Değer mi? Bir değerleri kaldı mı? Onları kale alan var mı? Sonra kalkıp şeytana küfret, belli gün ve gecelerde günah çıkart, tamam, öyle mi?!

Bu neyin şaşkınlığı, kararsızlığı… Müslüman ‘seçimini yapmış’, kararını vermiş ve bunun ardında duran, tercihini ve rengini belli eden kişiye denilmiyor mu? Neye teslim oldunuz, bizler ‘tağutu küfretmek’le emrolunmadık mı? Tağut da demokrasi gibi, Allah’a rağmen, Allah’ı dikkate almadan, O’na muhalefetle, O’nun aksine hüküm, değer, sınır koymak, düzen tesis etmek, emir ve yasak koymak adına işleyen her türlü işleyişin adı değil idir?

Hadi biz, dedik ya, bu oyunun oynayışın, oyalamanın, uydurma ve yutturmanın dışındayız; içindekilerle işimiz de olmaz, ama yine de ‘emri bil ma’ruf vennehyi anil münker’ farizası gereği, uyarı ve ikaz yükümlülüğümüzün bir lüzumu olarak şöyle bir teklifte bulunalım: Hani diyorlar ya; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!’ diye, bir düşünsün o –sözüm ona- egemenliği elinde tutan millet, seçenle seçilen arasındaki her açıdan farklılıkları, geliş ve gidişatı! Neymiş egemenlik, neymiş sonuçları? Kimi seçtiniz? Niye seçtiniz? Vaatlerinin gereği ne oldu? Tamam bunlar bir tarafa, teklif şu; elinizde bir ‘oy’ imkanı var değil mi? Bir deneyin bakalım bu oyu gerçek, sıkı bir pazarlık, örneğin noter tastikli bir anlaşma karşılığında, hani şu edilen yeminler var ya ‘namus şeref, kutsal değer..’ teminatlı, onları bir dönülmez bir bedele bağlayarak ‘sandık’ süreci işletin… En ufak bir falsoda o sandığı sahiplerine iade edin, yok sayın ve elinizin hem tersi hem de düzüyle reddedin, görün bakın neler oluyor? Belki bir ilk adım olarak gerçek değişimlerin önü açılabilir, işletilmenin de önü alınabilir!

Düşünebiliyor musunuz ki sizin etki ve yetki verdiğiniz kesimler hayatın her an ve alanında din-iman dışı yasama, yargı ve yürütme yapacak ve sizler de bunlardan muaf tutulacak, sorgu suale tabi tutulmayacaksınız. Var mı böyle bir şey?

O kadar yap bozdan, bu son denilerek kandırılmaktan sonra, meseleye bir de bu zaviyeden bakıp belki bizlere hak verir, oyunu toptan reddedebilirsiniz! Ondan sonra ola ki egemenlik de; yasama (ibaha alanı dışında genel sınırlar ve çizgilerden bahsediyoruz, helal ve haramlardan) da emretme de asıl ve tek sahibi Rabbimize döndürülebilsin!

İşte asıl tercih, seçim meselesi bu!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *