“Evet, düşmanın elinde birçok fırsatlar vardır. Fazlaca şımarmıştır. Paralı ve silahlıdır. Yaygaracı ve küstahtır. Dünya matbuatına ve fikriyatına tahakküm etmektedir. Bütün bunlara rağmen, bütün umduklarına rağmen, Arz-ı Mev’ud, ona arzı cehennem ve makber olacaktır.”
Yakup Döğer
İslam aleminin bağrına bir hançer gibi saplanan zalim siyonistin işgal ve katliamları, yaklaşık yüz yıldır küresel emperyalistlerin el birliği ile gasp ettiği topraklar olan Filistin meselesi son günlerde yeniden dünya gündemi oldu. Ne gariptir ki, dünya halkları Filistin ve Gazze için ayağa kalkmış iken, İslam aleminde ses getirecek eylemler görülmemektedir. Halkı Müslüman olan devletler, küresel emperyalistlerin ve işgalci katil siyonistin kuklası durumuna düşmüş, devlet ricali hamasi nutuklar atmaktan öte geçememektedir.
İki yüzyıla yakın zamandır Müslüman muhayyilesinde meydana gelen kırılmalar ve dünyada yaşanan olağanüstü hızlı değişim, Müslüman zihnin birçok önemli meseleye dair tarihi seyrini unutmasına sebep olmuştur. Biz, son günlerde yeniden alevlenen Filistin meselesinin tarihi seyrini, Müslümanların zihin dünyasında yeniden canlandırmak için –acizane– bir çaba göstermek istedik. Bu sebepten, işgalci siyonistin örgütlü bir kötülük olmaya başladığı yıllarda, Müslüman basında yazılıp çizilenleri gündeme taşımanın, bazı şeyleri yeniden hatırlamak için faydalı olacağını düşündük.
Cevat Refik Atilhan’ın (1892 – 1967) Sebilürreşad’ın ikinci devre yayın hayatına başladığı (1948 – 1966) birinci ve ikinci sayısında yer alan “Filistin için Cihad-ı Mukaddes” adlı makalesini, okurlarla paylaşmak istedik.
Cevat Refik Atilhan asker, yazar, siyasetçidir. Şam Mutasarrıfı Hasan Rıfat Paşa’nın oğludur. Çocukluğunun ilk yıllarını Şam’da geçirdikten sonra İstanbul’a gelerek Fatih İlkokulu’nda öğrenim gördü. Kuleli Askerî Lisesi ve Harp Okulundan mezun oldu. Teğmen olarak katıldığı Balkan Savaşı’nda (1912) yaralanarak esir düştü. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde, Millî Mücadele’de Zonguldak Bartın-Ereğli bölgesinde milis kuvvetleri komutanı olarak savaştı. Atilhan, ordudan ayrıldıktan sonra basın hayatına girdi. Aralarında Bugün ve Sebilürreşad’ın bulunduğu çok sayıda gazete ve dergide binlerce makale yayımladı. Millî Mücadele yılları, Türk ve dünya politikası, dinî konular, masonluk, Yahudilik ve Siyonizm üzerine araştırmalar yaptı ve bunların çoğunu kitap halinde yayımladı. Millî Kalkınma Partisi ve İslâm Demokrat Partisi’nin kurucularındandır.
Bahsini ettiğimiz konu ile ilgili ilk paylaşımı “Filistin Faciasının Masum Kurbanları” (https://iktibasdergisi.com/2023/12/07/filistin-faciasinin-masum-kurbanlari/) olarak yapmıştık. Bu paylaşımımızı da, aynı meselenin, yani “Filistin Meselesinin” devam olarak neşretmeyi uygun gördük. Cevat Refik Atilhan’ın bahsi geçen makalesini, içeriğine müdahale etmeden, fakat konunun daha iyi anlaşılabilmesine yardımcı olmak maksadıyla, ara başlıklar koyarak okuyucunun ilgisine sunuyoruz. Amacımız, son günlerde yaşanan elim hadisenin tarihi seyrini, Müslüman zihinlere yeniden hatırlatmak, “unutulmaması gerekenlerin, unutulmaması gerektiğine” dikkat çekmektir.
Filistin için Cihad-ı Mukaddes
Komünizm ile el ele veren siyonizm, yalnız Türkiye için değil, bütün Asya için büyük tehlikedir.
Bütün yakın şarkı, bütün Arap Dünyasını olduğu kadar, memleketimizi de ciddi surette tehdit eden bir tehlike karşısındayız. Bu tehlike “Kızıl siyonizm”dir.
Çıbanbaşı Filistin’de kopmuş gibi gözüküyorsa da, bu daha çok seneler evvel, aziz vatanımızın parçalanmasını hedef tutan, muazzam, korkunç ve alçak bir planın safhasıdır.
Evvela Yahudiler, 1898 senelerinde 2. Sultan Hamid’i tazyik ederek Filistin’de bir Yahudi yurdu istediler. Osmanlı padişahı, şayanı dikkat bir taassupla buna muhalefet etti ve Yahudi tehlikesinin şümul ve neticelerini kavrayarak, Hicaz hattını yaptırdı.
Daha sonraları, Yahudiler küstahça ve caniyane tavırlarını artırarak emellerini açığa vurdular. O kadar ki, birinci büyük harbin çok zahiri sebeplerine rağmen, bu Filisin yüzünden çıktığı ve siyonizmin bu harbin çıkmasında büyük rol oynadığı anlaşıldı. Mübalağa gibi görünen bu hakikat, kendi itirafları ile şöylece sabittir:
Dinmis Hanau Aldırsmith adında bir Yahudi muharririn 1906 senesinde yazdığı “British Truth” isimli kitabında şu cimle son derece şayanı dikkattir:
“Yahudilerin tam, kati ve muzafferane arzı mevuda avdetini, yaklaşan büyük harpten bekleyebiliriz. Bu harp, Avrupa milletlerinin tepesinde asılı duruyor. Bu harpte Türkiye imparatorluğu parçalanacak ve Filistin ebedi olarak Yahudi’nin olacaktır.”
Siyonist Yahudi’nin adeti
Filhakika birinci dünya harbi patladı ve Türk İmparatorluğu parçalandı. Nankör Yahudi, de emeline nail oldu. Yavaş yavaş Filistin’e yerleşti. Onun adeti, bir yere önce misafir gibi girmektir. Kendine mahsus bir yılışkanlıkla adım adım bir yeri istila eder, sonra da ev sahiplerini kovarak, oraya yerleşir. Vicdan ve ahlak kayıtlarından azade, asırlarca kötü ruhunun, kötü yaratılışının cezasını çeken ve hiçbir şekilde uslanmayan, af tanımayan, dostluk ve hak nedir bilmeyen siyonist dediğimiz zümre, Filistin’de Araplardan gördüğü hüsnü kabul ve misafirliğe küfran ederek, onlardan binlerce seneden beri baba yurtları olan Filistin’i parçalamayı istediler. Ve bunun için henüz harpten çıkmış, bitap ve perişan beşeriyetin başına yeni ve büyük bir gaile açtılar. Dünyaya bela oldular.
Bu yangın bütün Asya’ya sirayet edecektir
Filistin’de şimdiki halde yerli Araplarla siyonistler ve dünyanın her tarafından oraya sokulmuş kızıl emperyalistler çarpışıyor. Yarın bu yangın, belki bütün Asya’ya sirayet edecektir. İslam ve Hıristiyan bütün Araplar, Afrika’nın cesur evlatları, Pakistan’ın kahraman çocukları, Endonezya’nın ve bütün dünya Müslümanlarının imanlı evlatları ve tabii alemdarı İslam olan, Seyfül İslam olan cengaver Türk gönüllüleri de saf saf, ordu ordu bu mukaddes cihada katılacak ve orada seve seve ölecekler, fakat Yahudilere orada yurt vermeyeceklerdir.
Bir de işin aksini düşünelim. Yahudi parası, siyonist teşkilatı, dünyanın en iğrenç ve korkunç propagandası ile burada kurulacak bir köprübaşı genişleye genişleye, bizim hudutlarımız şöyle dursun, Asya’nın ta göbeğine kadar ilerler. Ve orada Yahudi ananın ikiz çocuğu komünizmle el ele verir ve onları bu kapital ve teşkilat sayesinde bütün yakın Şarkın ham madde kaynaklarını ele geçirerek, hepimizi iktisadi esarete duçar eder ve Türkiye’yi de arkadan vururlar.
“Filistin hadiselerinden bize ne diyen gafiller”
Bu tehlikeyi kimse küçümseyemez ve uzak göremez. Dünyayı emrine ram eden bir kuvvet, dünya sanayine ve maliyesine hükmeden bir servet, şeytanlara bile parmak ısırtacak bir entrika makinesinin, hudutlarımız arkasında mevzii alması, “Filistin hadiselerinden bize ne” diyen birkaç gafilin gözlerini fal taşı gibi açtıracak kadar mühimdir ve bizi o nispette alakadar eder.
İşte bunun içindir ki Filistin davası, tarihte Araplardan evvel Türkiye’yi ilgilendirmiş ve onun parçalanmasına sebep olmuş bir dava olduğu kadar bugün de bizim için bir hayat, memat meselesi ve bu sebeple cümlemiz için bir cihad-ı mukaddestir. Bu cihad-ı Muukaddesi de, bütün Müslümanlar kardeş olarak, bütün Müslüman ve Hıristiyan Araplar hemfikir olarak, bir siperde, bir safta mevzii alacaklardır.
Arz-ı Mev’ud, ona arzı cehennem ve makber olacaktır
Evet, düşmanın elinde birçok fırsatlar vardır. Fazlaca şımarmıştır. Paralı ve silahlıdır. Yaygaracı ve küstahtır. Dünya matbuatına ve fikriyatına tahakküm etmektedir. Bütün bunlara rağmen, bütün umduklarına rağmen, Arz-ı Mev’ud, ona arzı cehennem ve makber olacaktır. Çünkü hepimizin inandığı Kur’an böyle buyuruyor ve diyor ki: “Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgillerinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin” demiştiniz. Mûsâ ise, “İyiyi kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; istedikleriniz orada var” dedi. Zillete, fakru zarûrete mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bütün bunlar da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu.” (Bakara 61. ayet)
Otuz sene kadar evvel yine böyle bir mayıs ayının ortalarında, 2. Gazze meydan muharebesinde arzı Arz-ı Mev’ud’un bütün dere, tepe ve vadileri müthiş bir top tarakaları ile inliyor, Türk ve Filistinli Müslüman askerinin, Allah Allah sedaları, afakı titretiyordu… O günler arzunnar bir mahşer yerine dönmüştü.
Üzerlerinde kelime-i şahadet yazılı sırmalı alay sancaklarının ilahi gölgesi altında ehli iman mukaddes bir vecd içinde, şahadet kapılarının eşiğinde Allah ve vatan aşkı ile çarpışıyordu.
Müslümanlar iki düşmanla birlikte çarpışıyordu
O zamanki ordular iki düşmanla birlikte cenkleşiyorlardı. Bunlardan biri silah ile ordusu ile top ile açıktan açığa mertçe dövüşen düşman ordusu, diğeri de kahpelik ile, nankörlük ile, alçaklık ile arkadan arkaya gizli gizli, sinsi sinsi ve namertçe Müslümanları geriden vuran Yahudi casus ordusu idi. Ekmeğini yediği, iyiliğini gördüğü, vatanına misafir olduğu Türk’e ve Türk imparatorluğuna hıyanet eden Yahudilerdi.
Bu gün bu mukaddes topraklarda, Kenan ilinde, Şeria nehri kıyılarında, ilk Kabe-i İslam olan Kudüs eteklerinde, bir avuç Türk askerinin Napolyon ordusunu mağlup ettiği Akka önlerinde, bugünün hilal ve iman ehlinin karşısına çıkanlar, işte o günün haini olan Yahudilerdir. Esir düşmüş Türk zabit ve askerini Taberiye kenarında çürük yumurtaya tutan, tahkir eden Yahudiler…
Zillet ve meskenete mahkûm bir kavim
Onlar ta 1896 tarihinden beri Theodor Herzl’in uydurduğu “Yahudi Devleti” hayali için bütün dünyayı harekete geçirmiş bulunuyorlar. Unutmamalıdır ki, kainatın eşsiz Halıkı da bundan bin üç yüz altmış sene evvel Resulü ekremine, Fahrikainata, Kur’an’ı Kerim’inde bu kavmin zillet ve meskenete mahkum bir halde yaşayacaklarını buyurmuştur.
Bugün, o mübarek topraklarda, Allah Allah diyerek can vermiş cennetlik on binlerce Türk şehidinin, Yahudinin arkadan hançerliyerek, haki gufrana serdiği on binlerce Anadolu Mehmetciklerinin kanlı elbiseleri ile mezarlarından kalkarak oralarda hak ve adalet için, yirminci asrın kuvvete ve menfaate tapan hırsları için, Yahudi zulüm ve kıtallerini önlemek için çarpışan din kardeşlerimize manevi bir kuvvet ve cesaret ekleyeceklerine tam manası ile iman ediyoruz.
Yaşananlar, ilahi adaletin yerine gelmesinden başka bir şey değildir
Şunu söylemenin sırası gelmiştir ki: Bugünkü kanlı hadiselerin mana ve mahiyeti ne olursa olsun, bu her şeyden evvel ilahi bir adaletin yerini bulmasından başka bir şey değildir. Birinci dünya savaşında o cephelerde bulunmuş olanlar hatırlarlar ki: Daha o zaman Arz-ı Mev’ud’un yer yer vücuda gelmiş muntazam ve zengin Yahudi kolonilerinde on binlerce insan, hiçbir ülkede tasavvur edilemeyen bir huzur, sükûn ve saadet içinde yaşamakta idiler.
Fakir ve ihmal edilmiş Anadolu çocukları, çamurdan evlerde oturan, kırk yamalı elbise giyen, bir soğanla kifafı nefseden, fakat gözü tok, ruhu asil, kanı necip Anadolu evlatları, düşmana çiğnetmemek için öldükleri o mukaddes topraklarda, yaldızlı birer çıban gibi fışkırmış bu güzel kolonilere en ufak bir hasetle bakmağa tenezzül etmeyerek, bugün İslam sancaklarının dalgalandığı o harp sahalarına akıp gitmişlerdi.
Yahudileri kan tutacak, günahlarının, zulümlerinin, cinayetlerinin deryasında boğulacaklar
Fakat… Fakat Yahudi bu necabetten, bu tok gözlülüğünden anladı mı dersiniz! Haşa!.. O cibiliyetinin iktizasına uydu, kanlı tırnakları ile namert hançerini Türk ordusunun arkasına kancıkça sapladı ve… Ve oralardan çekilmemize, ordumuzun zor bir duruma düşmesine başlıca sebep oldu…
Şimdi mücahitler ordusunu karşılayan binlerce Türk şehidinin çoğu, işte bu nankör kavmin hıyanetine kurban gitmiş insanlardır.
Filistin davasını bir hilal, bir cihadı mukaddes davası bilen bugünkü insanlar, aynı zamanda Türkün de intikamını almaktadırlar. Düşmanlar da bütün günahlarının cezasını toptan çekmektedirler.
Yahudileri kan tutacak, günahlarının, zulümlerinin, cinayetlerinin deryasında boğulacaklardır. İlahi adalet yerini bulacaktır.
(Cevat Refik Atilhan, Filistin için Cihadı Mukaddes, Sebilürreşad, cilt 1, sayı 1 – 2, tarih Mayıs 1948)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *