Öteki Yüzümüze Doğru

Öteki Yüzümüze Doğru

Her güzel şeyin ardında bir hikmet vardır. Bu bir söz olur, bir insan olur, bir eser olur yahut doğanın bir sureti olur. Bize bakan güzel yüzünün bir de öteki yüzü vardır. Kendisiyle aramızda bir köprünün kurulması o güzel yüzü sayesinde olur.

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-25
Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun

“Gurban olduğum bütün güzellikleri, bereketi, suyun bolluğunu, doğanın o büyüleyici ve  hayrete düşüren bütün yanlarını sanki Erciyes’in bu tarafına (Erciyes’in Develi ve Yahyalı’ya bakan yüzüne) serpiştirmiş de öteki tarafından (Erciyes’in şehre bakan yüzünden) esirgemiş gibi.”

Ne zaman Erciyes’in öteki tarafına geçsem zihnimde bu düşünceler ve sorularla yolculuğumu tamamlarım. Elbetteki bunun jeolojik bir açıklaması mutlaka vardır. Ancak bunun düşüncelerimde ve tahayyülümde yoğurduğum efsanemin büyüsünü bozacağını bildiğim için açıkçası bilmek istemem. Erciyes’in öteki tarafına her geçişimde zihnimden geçen ama sadece zihnimde çalkaladığım bu düşünceleri bu seferimde birlikte yoldaşlık ettiğim dostumla paylaştığımda dostumun hafif bir gülümsemeyle verdiği karşılık, yıllardır hikmetine sual etmediğim ama yine de merakımı gizleyemediğim bu düşüncelerimin üzerine çöreklenen garabeti elinin o güzel tersiyle alır gibi bakışlarıma yeni bir ufuk kazandırmıştı:

“Ama öteki tarafına da Erciyes’in en güzel suretini vermiş.” 

Hakikaten öyleydi. Etrafını tamamen turlayabileceğimiz kaç dağ vardır bilmiyorum ama Erciyes’in her vechesini görme imkanı bulmuş biri olarak diyebilirim ki hafızalarımıza kazınan en güzel yüzü şehire bakan yüzüdür. 

Zihnimden geçen bu düşüncelerim ve dostumun söylediği o sözün bu yola çıkmadan tekamüle eremeyeceğini bir kez daha anlıyordum. 

Erciyes’in en güzel yüzünü şehirle birlikte ardında bırakırken, Erciyes’in diğer yüzlerinde birikmiş hikmetlerinin izini sürerken iki farklı kişiliğe bürünüyor insan. Uzun, zahmetli ve yer yer tehlikeli bir yolculuğa davet çıkarmaktadır adeta. Şehrin üzerimize giydirdiği alışkanlıklarla yol alınamayacağını Erciyes’in o en güzel yüzünün değişmesiyle farkediyoruz.Yüzünü çirkinleştirmiyor, hayır, nisbeten daha az güzel bir yüzüne bırakıyor. Dağların hiçbir çehresi çirkin değildir, olamaz da. Her çehresinde farklı bir mana gizlidir. Ve ben adını ‘Tevbe Dağı’ koyduğum bu dağın eteklerinde bu farklı manaların izini sürmeye hasrettim kendimi. Ama bu sefer bir ipin ucunu yakalamış olmamın ve zihnimde dağınık halde duran düşüncelerime bir intizam vermenin derdiyle yol alıyorum.

Medeniyetin parmakları bu deryanın her uzvuna yetişemediği için şükrediyorum ama yetişebildiği kadarının da en azından ilgilisine bir fragman sunabildiği için mutluyum. Sadece ilgilisine bir kesit sunması değil, aynı zamanda  bu dağların, ovaların, vadilerin hemen her münbit noktasına konuşlanan sakinlerinin olası ihtiyaçlarına karşılık gelinmesi açısından  asfalt yollara karşı yargımı mutedil ölçüde tutuyorum.

Asfalt yolların bittiği yerde geniş patika yollar ve taşlı yollar karşılıyor bizi.  Zihnimde dostumun sözünü durmadan tekrarlıyorum:  “Ama öteki tarafına da Erciyes’in en güzel suretini vermiş.”

Bu taşlı yollarda ağır ağır ilerlerken dağın iki yüzü arasında bir bağ kurmaya çalışıyorum. Kimi zaman kasvetli inişlerden kimi zaman dizlerimin bağını çözen çıkışlardan yahut uzun yürüyüşlerden sonra karşıma tüm güzelliklerini sunan bir şelalenin dilinden süzülen nağmelerine kulak kabartıyorum. Ya da bir derenin o soğuk suyunda basiretimin susuzluğunu gideriyorum. Dağın bu yüzüne adeta serpiştirilmiş, gördüğüm, görebildiğim ve daha göremediğim nice güzelliklerin hikmetlerine ulaşmanın ne kadar zorlu yollardan geçtiğine şahit oluyorum. Kimsesiz mezarlar bölüyor yolumu. Orada rızkının peşinde gidenlerin yahut kalabalıklardan kendini azat etmiş zatların orada ehli kubura karışmış nice isimsiz mezar taşları bana bir şeyler fısıldıyor. Bir hikmet varsa ona ulaşmanın da bir hizmeti olacaktı. Onu kucaklayıp dönmenin hizmeti olduğu gibi.

“Bu şehirde nasıl yaşıyorsun?“ diye sormuştu yurt dışından ziyaretime gelen bir dostum.  “Onun sayesinde.” demiştim Erciyes’i işaret ederek. Kendisini alaya aldığımı düşünmüştü. Oysa gerçek buydu. Şehirde yaşamanın tüm sorunlu hallerine mukavemet edebilmek için bir yaşama sebebi, bir dayanma sebebi gerekliydi. Ben de bu dağa tutunmuştum.  Neden başka bir sebebe değil de bu dağa tutunmuştum hala bilmiyorum. Dahası o en güzel yüzünü şehire göstermemiş olsaydı, tutunabilir miydim onu da bilmiyorum. Ama artık bildiğime inandığım ama ifade etmekte zorlandığım bir şey vardı. Ve yine biliyorum ki bu satırlara aktaracağım o bildiğime inandığım şey henüz çok ham, henüz yolunu daha tamamlamadı. Henüz daha benimle birlikte alacağı bir yol bir yolculuk var. Ve her yolculukta biraz daha tekamüle erecek, biliyorum.

Her güzel şeyin ardında bir hikmet vardır. Bu bir söz olur, bir insan olur, bir eser olur yahut doğanın bir sureti olur. Bize bakan güzel yüzünün bir de öteki yüzü vardır. Kendisiyle aramızda bir köprünün kurulması o güzel yüzü sayesinde olur. İçinde bulunmuş olduğumuz bu kargaşada, hengamede, koşuşturmada ayakta kalabilme sebebidir o güzel yüzü. Bir de öteki yüzü vardır. Bizi ayakta tutmaya sebep olan o yüzünün güzelliğini nereden aldığının keşfi ancak öteki yüzüne yolculuk etmekle hasıl olur. Bir istiridyenin içindeki inci misali. Gözümüze güzel görünen bu incinin nasıl meydana geldiğini öğrendiğimizde istiridyeye olan bakışımız başka bir boyut kazanır. Nisan yağmurlarıyla kabuklarını aralayan istiridye içine kaçan kum zerreciklerine karşı salgıladığı bir salgıyla kendini korumaya alır. Salgının kum zerreciklerinin etrafını sarmasıyla yıllar sonra o bildiğimiz inci meydana gelir. Fakat bu oluşum sancısız olmaz. İnci, istiridye içinde yıllarca büyüttüğü sancıların, o sancıya karşı vermiş olduğu mücadelenin ve de sabrın armağanıdır. Kime armağan? İstiridyeye mi? Yoksa o güzellikle tanış olana mı? 

Güzelin öteki yüzüne yapacağımız yolculukta bizi bekleyen bu hikmettir. Bu yolculukta keşfine erdiğimiz her hikmette bize bakan güzel yüzü daha bir anlam kazanır, daha bir güzelleşir. Gördüğümüz güzelin öteki yüzüne yapacağımız yolculuk boynumuzun borcudur. Aksi halde, o güzelliğinden bir şey kaybetmez ama güzeli gören gözlerimize bir perde iner. Ki o perdeyi açmak içinse başka bir yolculuğun (seferin) yolcusu olmak lazım gelir. Hazır  perde demişken, arapçada yolculuk anlamına gelen sefer ile perdeyi açmak, örtüyü kaldırmak anlamına gelen sefer’in aynı kökten olduğunu biliyor muydunuz?

* Bu yolculuğa ayrı bir hikmetini damıtan sözün sahibi değerli dostum ve ağabeyim Metin Şimşek’e minnetle.. 

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *