1949 yılında Ömer Rıza Doğrul’un Selamet Dergisi’nde, Suriye’de dönemin önemli devlet adamlarından Emir Adil Arslan’la, işgal rejimi ve Araplar arasındaki savaşlara dair yapılan bir söyleşi yayımlanmıştı. O söyleşide İsrail’in bu topraklardan bir gün sökülüp atılacağı belirtilmiş, “Bu, bugün için hayal olabilir. Fakat bu hayal yarının hakikatidir.” denilmişti.
Mehmed Akif’in damadı olan Ömer Rıza Doğrul’un (1893-1952), 1947 yılında neşriyatına başladığı “Selamet Dergisi”, 1947-1949 yılları arasında 105 sayı çıkmıştır. Yayın hayatı boyunca Filistin meselesi üzerine de hassaten eğilen Ömer Rıza Doğrul, çıkarmış olduğu dergisinde bu merkezde birçok yayın yapmıştır.
Derginin 79. sayısında, Türkiye’ye ziyarete gelen Suriye’nin önemli devlet adamlarından Adil Arslan’la, Filistin meselesi üzerine bir röportaj yapmış ve dergisinde bu röportajı yayınlamıştır. Günümüzde yeniden alevlenen Filistin meselesinin 75 yıl önce nasıl görüldüğünü ve bugün nereye doğru evrildiğini anlamamız açısından kayda değer olduğunu düşünerek, yapılan röportajın aslına fazla müdahale etmeden okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz:
Araplar tam manasıyla bir birlik kuramadılar
Emir Adil Arslan Beyin ciddiyetle anlattığı bir hakikat, Arapların Filistin harbinde askeri bakımdan bir mağlubiyete uğramamış oldukları halde bir takım siyasi entrikalar ve çok kuvvetli propagandalar yüzünden mağlup edilmiş gibi gösterildikleri, hatta mevhum mağlubiyetlerinin olabildiğince abartıldığıdır. Buna mukabil Arapların muzaffer olduklarını iddiaya imkân yoktur. Fakat bunun da Yahudi muvaffakiyetini abartmaya sebep olmaması icap eder.
Arapların bu harbi kazanmalarına mani olan en birinci sebep aralarında tam manasıyla birlik kuramamalarıdır. Aslında Araplar arasında bir kumanda birliği kurulmuştu. Fakat bu kumanda birliği sadece gösterişte kalmış ve hiçbir vakit gerçekleşmemiştir. Bunun neticesi olarak Arap kuvvetleri birleşik hareketlerde bulunmamış ve bu birlik hareketleri mukadder neticelere götürememiştir.
Mütareke gafleti
Araplar, Filistin harbinin birinci safhasında son derece muvaffakiyetle hareket etmiş, her taraftan ve her cephede İsrail Oğullarına karşı üstünlük sağlamış fakat İsrail Oğullarına karşı en son darbeyi indireceği sırada ilk mütarekeyi kabul etmek gafletini göstermiştir.
Bu birinci mütarekeyi kabul etmek, İsrail’i en büyük sıkıntıdan kurtaran bir hareket idi. Ele geçen bir takım İsrail vesikaları da bütün İsrail’in bu ilk mütarekeyi, tarihte eşi görülmeyen bir kurtarıcı hareket saydıklarını göstermektedir. Çünkü hakikaten müşkül bir vaziyete düşmüşler ve hakikaten Arap kuvvetleri işi bitirecek ve netice alacak durumu gelmişlerdi.
Fakat tam bu sırada bir aylık mütarekenin kabul olunması durumu alt üst etmişti.
Araplar mütarekeyi niçin kabul ettiler?
Çünkü Araplar içinde bir takım boş tehditlerin tahakkukundan korkanlar bulunuyordu ve bunlar her tarafa tesir etmişlerdi. Doğrusu Araplar, siyonistleri himaye eden büyük bir devletin bunları silahlanmak hususunda bütün hududu aşan bir durum almasından ve böylece Arapları kesin bir mağlubiyete uğratmaları ihtimalinden ürkmüş ve ilk mütarekeyi kabul etmişlerdi.
Bu mütarekeyi kabul etmeyerek beliren zaferi bütünlemek Arapların ve Arap liderlerinin vazifesi idi. Ne yazık ki bu propaganda Arap liderlerini ürkütmüş ve bunlar ister istemez mütareke teklifini kabul etmek zorunda kalmışlardı.
Mütareke gerçi bir aylıktı, fakat bu bir aylık mütareke İsrail Oğullarının hadiselerden faydalanarak durumlarını düzeltmelerine kâfi gelmişti. İsrail Oğulları derhal bütün mevkilerini sağlamlamışlar ve istedikleri her yerden aldıkları silahlarla kuvvetlenmişlerdi.
Bir ay devam eden birinci mütarekenin son bulmasından sonra işler bir hayli değişmiş ve İsrail Oğulları bir hayli nefes almışlardı.
Buna rağmen Araplar yine elbirliği yaparak taarruza geçmiş olsalardı durum mühim bir değişiklik arz etmeyecekti.
Fakat bir aylık müddet zarfında çeşit çeşit entrikalar çevrilmiş ve Araplar arasında el birliği fena halde zedelenmişti.
Ürdün Kralı Abdullah’ın ihaneti
Kral Abdullah ordusunu harekete geçirmek istemiyordu. Kendisi bir aralık cephanesiz kaldığını iddia etmiş olduğu için Mısırlılar ona kâfi derecede cephane vermiş, sonra İngiltere’den ordusu hesabına aldığı iki milyon sterlinlik yardımı kaybetmek istemediğini söylemesi üzerine Arap birliği bu yardımı sağlamayı kabul etmiş fakat Kral Abdullah yine askeri faaliyete geçirmek arzusu göstermemişti.
Halbuki, siyonist taarruzuna uğrayan Mısırlılara ilk yardım etmesi gereken devletin kuvvetleri Ürdün kuvvetleriydi. Bunlar faaliyete geçmeden diğer kuvvetlerin faaliyete geçmelerine imkân yoktu. Ürdün kuvvetleri ise faaliyete geçmemişler ve faaliyete geçmemek için her bahaneye başvurmuşlardı.
Bu oyunbozanlığın tesiri ve şümulü çok genişti. Bu yüzden Irak ordusu hareket edememiş ve Suriye ile Lübnan elleri kolları bağlı bir halde kalmak mecburiyetinde kalmıştır.
Mısır kuvvetleri siyonistleri imha için takip etmedi
Birinci Negeb muharebeleri bu şartlar içinde geçmiş, ikinci Negeb muharebeleri vukuu bulduğu zaman aynı durum tekerrür etmişti. Fakat ikinci Negeb muharebeleri sırasında Mısırlılar çekilmemiş bilakis İsrail kuvvetlerini müthiş bir surette hırpalamıştır. Mısır kuvvetleri, İsrail kuvvetlerini iyiden iyiye hırpalamış oldukları halde bunları kovalamak için emir almamışlar ve bu yüzden İsrail oğulları kendilerini bu muharebeleri kazanmış gibi göstermek imkânını elde etmişlerdir. Halbuki hakikat tamamıyla aksine idi. İsrail oğulları Negeb muharebelerinde gayet ağır zayiatlar vermişler ve yalnız Mısırlıların bir takım boş tehditlere kulak asarak takip faaliyetlerine girişmemeleri yüzünden mühim bir muvaffakiyet boşa gitmiştir.
Bilhassa İsrail oğullarının, Mısıra karşı, bir istila hareketi tertip edebileceklerine dair yapılan propagandaların Mısırda bir takım yüksek makamlar üzerinde tesir etmesi ve bu tesirin Mısıra kendi şartlarını yüklemek isteyen bazı devletler tarafından istismar edilmesi durumu bozmuş ve mütarekenin kabul edilmesini kolaylaştırmıştır.
Arap siyasiler süreci iyi idare edemediler
Bütün bunlar doğrudur. Fakat bütün bunlar Arap siyasilerinin durumu hiç iyi idare edemediklerine delalet eder. İyi idare edilemeyen bir durumsa kuvvetli bir durum sayılamaz. Demek ki harbin birinci safhası son bulmuştur ve safhayı İsrail oğulları her çareye başvurarak kazanmıştır.
O halde ilerisi ne olacak? Bu durum kabul edilecek ve ona baş eğilecek mi? Yoksa Araplar kendilerini toparlayarak yeni bir teşebbüste bulunacaklar mı?
Emir Adil Arslan bey bu hususu da temas eder ve izahlarda bulunur.
Filistin’i kaybetmek imkânsızdır
Anladığımıza göre bugünkü durumu kati bir netice olarak telakki etmeye imkân yoktur. Arap milletleri birinci yenilgiyi hazırlayan amillerden hesap soracak ve bunların tesirinden kurtulmayı bir vazife sayacak, sonra ikinci bir hamle için hazırlanacaktır. Çünkü Filistin’i kaybetmek imkânsızdır. Arap aleminin böyle bir acı hakikati kabul etmesine imkan yoktur. Bilakis Arap alemi, mutlaka kendini derleyip toplayacak ve mutlaka bu kaybı telafi edecektir.
Bugünün hayali yarının hakikati: İsrail’in Filistin’de yeri yoktur, Filistin’e veda edecektir
Arap alemi bugünden bu durumu almıştır ve onun bugünden İsrail’e ihtar ettiği bir hakikat, Filistin’i tam olarak terk etmedikçe zerre kadar huzura kavuşamayacağıdır. Arap alemi bu yolda her fedakarlığı göze alacak ve mutlaka bu hedefi tahakkuk ettirecektir. İsrail’in Filistin’de yeri yoktur ve mutlaka Filistin’e veda etmek zorunda kalacaktır.
Bu, bugün için hayal olabilir. Fakat bu hayal yarının hakikatidir. İsrail oğulları, bugün için propaganda kuvveti ve kendilerini destekleyen tarafların yardımıyla yarı hayal yarı hakikat bir muvaffakiyet kazanmış olabilirler. Fakat yarın iş tamamıyla değişecek, hazırlanan ve silahlanan Arap milletleri onları Filistin’den söküp atmayı mukaddes bir vazife tanıyacaklar ve mutlaka bu vazifeyi başaracaklardır.
Not: Röportaj kaynağı: Selamet Dergisi, cilt 4, sayı 79, tarih 23 Mart 1949
Ara başlıklar röportajın orijinalinde olmayıp tarafımızdan konulmuştur.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *