Bir sanat eseriyle, bir mekanla ya da bir kimseyle (bu çemberi istediğiniz kadar genişletebilirsiniz) aramızdaki yabancılık halini ortadan kaldırmak istiyorsak yabancılık aynasını kendimize çevirmemiz gerekmektedir…
Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-24
Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun
Bir mekanı anlamlı kılan şey nedir? Bu, tek bir cevapla geçiştirilecek bir soru değildir. Türlü mekanlara türlü insanlar tarafından yüklenilen anlamlar vardır. Mekanın nasıl, nerede ve ne zaman olduğunun hiçbir önemi yoktur. Bir şekilde bir yerde ve bir zamanda birinin yolu o mekanla kesişir, varsa yükleyeceği bir anlam onu yükler ve devam eder yoluna.
Yukarıdaki mekanla onbeş sene önce yolumuz kesiştiğinde ona bir anlam yüklediğimin/yükleyeceğimin farkında değildim. Misafiri olduğum bir köyde yaptığım kısa bir gezinti esnasında bu mekanın önünden geçerken kapı eşiğinde yaşını başını almış üç yaşlı teyzenin kendi aralarındaki samimiyeti dikkatimi çekmiş ve fotoğraflamıştım. Köyde kaldığım o birkaç gün süre boyunca belki yine onları ayrı mekanlarda yalnız görmüştüm ama hiçbiri bu mekan ve andaki kadar etkilememişti. O zamanlar benim üzerinde yoğunlaştığım husus mekandan çok bu üç teyze idi. Mekanın pek bir ehemmiyeti yoktu benim için. Bu üç teyzenin adını sanını, kim olduklarını, aralarındaki bağın ne olduğunu, mekanla olan ilişkisini hala bilmem. Ve açıkça söylemek gerekirse bilmek dahi istemiyorum. Çünkü bu fotoğrafa her bakışımda farklı hikayeler canlandırıyorum zihnimde. Bu, benim bu fotoğrafla olan bağımı güçlendiriyor. Her defasında zihnimi tazeliyor. O üç teyzeyle olan muhabbetim birkaç kelimeden ibaretti. Ne öncesini biliyordum ne de ondan sonrasını öğrenebildim. Dolayısıyla hiçbir bilgi sahibi olmadığım bu üç teyze hakkında sayısız hikaye canlandırabilirdim. Paylaşıma aldığım bu fotoğraf hakkında bilgi vermediğim sürece fotoğrafla muhatap olan herkes için de geçerli olan bir durumdur bu. Böylece bu fotoğraf, izleyenin karşısında kendini sürekli dinamik kılacaktır. Bitmeyen öykülere kapı aralayacaktır. Kendini dinamik kılarken aynı zamanda fotoğrafı izleyeni de harekete geçirecektir. Bir fotoğrafı (bir sanat eserini) okumanın tek yolu da budur aslında. O eser hakkında sahip olduğunuz bilgiler sizi diğerlerinden üstün kılmayacaktır. O eser hakkında sahip olunan bilgiler sadece sizin o esere kuramsal yaklaşmanızı sağlayacak, o eseri parçalamaya (analiz yapmaya) yarayacaktır. Oysa o eserin muradı bu mudur? Kendisini yorumlamadan evvel, onunla bir ünsiyet kurmadan evvel yeterince bilgi sahibi olmamızı mı istemektedir? Peki o halde nedir bir eserin bize söylemeye çalıştığı asıl şey?
Bir sanat eseriyle, bir mekanla ya da bir kimseyle (bu çemberi istediğiniz kadar genişletebilirsiniz) aramızdaki yabancılık halini ortadan kaldırmak istiyorsak yabancılık aynasını kendimize çevirmemiz gerekmektedir. ‘Eser bana yabancı’ düşüncesi o esere kuramsal yaklaşmamıza yol açtığı gibi o esere olan yakınlaşma niyetimize de set çeker. Onun bize yabancı olduğu düşüncesi bizim o esere (mekana, kimseye vs.) olan önyargımızı korur. Böylesi bir düşünceyle o eserin bize söylemek istediğine tam anlamıyla vakıf olamayacağımız gibi onunla tam anlamıyla ünsiyet kurmamıza da engel teşkil edecektir. Ancak yabancılık halini kendimize çevirdiğimizde durum değişmektedir. Yani ‘Ben esere yabancıyım’ düşüncesiyle esere yaklaştığımızda bu sefer bizim o esere olan yabancılığımızı ortadan kaldırmak için bir adım atmış oluruz. Kendimizin o esere (mekana, kimseye vs.) yabancılığı bizi daima rahatsız edecektir. İnsanın kendinde gördüğü yabancılık hali yaratılış vasıflarımıza aykırı bir haldir. Ne olursa olsun o yabancılığı kaldırmak isteyecektir. Yabancılık aynasını kendimize çevirmediğimiz müddetçe bu bilinçten daima uzak kalacağız. Bize unutturulan bu kadim hassasiyete sahip olmadığımız müddetçe de ne bir eserle, ne bir mekanla, ne bir zamanla, ne de bir kimseyle olan yabancılığımız ortadan kalkmayacak ve onunla tam anlamıyla yol alamayacağız. Bize bu kadim hassasiyet neden unutturuldu aceba?
Şimdi tekrar (kendimizin bu fotoğraflara yabancı olduğumuz düşüncesiyle) bu iki fotoğrafa tekrar dönelim ve soruyu yineleyelim; ‘Bu fotoğraf bana ne söylemektedir?’ Kendinizin bu fotoğrafa yabancı olduğunuz kabulüyle zihninizde bu üç teyzeyle uydurduğunuz her hikayenin özünde kendinizi bulacaksınız. Özünde siz olduğunuz sürece o eserle olan yabancılığınız ortadan kalkacağı gibi o eser de tüm anlam kapılarını size sonuna kadar aralayacaktır.
Onbeş sene sonra tekrar bu mekanın önünden geçerken bir an duralamıştım. 67 nolu bu kapının önünde onbeş sene önce o üç teyze tecessüm etmişti birden. Şimdi artık onlar yoktu. Mekanın yüzünde zamanın kırışıkları gün geçtikçe artmış bir halde yapayalnız ve terk edilmiş haliyle orada duruyordu hala. O üç teyze muhtemelen bu dünyada yolculuklarını tamamlamışlardı. Ama geride bana kendisine bir anlam yükleyeceğim bir mekan bırakmışlardı.
Beni şimdi bunca zaman sonra tekrar bu mekanın eşiğine getiren, bu mekanın önünde durduran, bu mekana kendimden bir anlam yükleten neydi? Bana bu mekan şimdi neyi anlatmak istemekteydi? Duvardaki 67 nolu kapı numarasının artık sıradan bir numara olmamasının sebebi neydi?
rüzgardan
rüzgarın okşadığı dağlardan
dağların yuvalandığı kuşlardan
kuşların şarkılarından ve şarkıların boşluklarından
ilmek ilmek ördüğü düşlerine yaslanılmalıdır
mahcubiyet öldürebilirdi şairi
kekeme kalemlerle şiir yazılmamalıdır
düşlerin yolcusuna düş göründü kekedi diye kalemi
düş düş düşüledi düştü düşerek düşünerek
yakubun metanetine sığındı
musanın duasına sonra
ölmesin diye düşleri
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *