Ali Kaçar: Türkiye’deki Gladio’yu ABD kurdu

Ali Kaçar: Türkiye’deki Gladio’yu ABD kurdu

Genç Birikim’in son sayısında 6-7 Eylül olaylarını ve Kontrgerillayı konu edinen derginin Genel Yayın Yönetmeni Ali Kaçar’ın makalesi, 2008 yılında Vakit gazetesinde verdiği Gladyo konulu röportajı hatırlattı. Kaçar o röportajında, Türkiye’deki Gladyo yapılanmasına ilişkin geniş bilgiler vermiş, emperyalist ve siyonistlerin güdümündeki örgütün iyi tanınması gerektiğini belirtmişti. İşte o röportaj:

Aslan Değirmenci’nin röportajı (2008)

Genç Birikim Dergisi, 1998 yılının Şubat ayından itibaren çıkmaya başladı. Bütün zorluk ve baskılara rağmen 11 yıldır yayın hayatına devam ediyor. Dergi, başlangıçta sadece gençlerin kendi yazdıkları yazılarla çıkmayı kendisine hedef edinmişti. Ancak 28 Şubat post-modern darbecilerinin oluşturduğu baskıcı ve totaliter ortamdan, herkes gibi derginin genç okuyucuları da nasibini aldı. Bu baskılar, gençlerin yazmasını, derginin alınmasını ve okunmasını zorlaştırmıştı. Haliyle bu durum, derginin, hedef kitlesini yeniden gözden geçirme zorunluluğunu gündeme getirmişti.

Dergi son bir yıldır ise Gladio, çeteler ve Ergenekon üzerine yaptığı araştırmalar ile gündeme geldi. Derginin Genel Yayın Yönetmenliğini yapan araştırmacı yazar Ali Kaçar’la, çıkarmaya hazırlandığı ve merakla beklenen Gladio, Kontrgerilla ve Çetecilik isimli kitabı öncesinde geniş bir söyleşi yaptık. Türkiye’deki çetelerin tarihini masaya yatırdık ve “Ergenekon bugün mü ortaya çıktı?” sorusuna cevap aradık.

Türkiye’de son 1-2 yıldır çetelere yönelik yoğun operasyonlar yapılmakta. Bu çeteler yeni mi ortaya çıktı?

Türkiye’de çeteciliğin tarihi, Milli Mücadelenin ilk yıllarına dayanır. İlk faili meçhul cinayetler de yine bu yıllarda işlenmiştir. Bu dönemde faili meçhul -ya da faili meşhur- cinayetlerin ilki, Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının 28 Ocak 1921 tarihinde Karadeniz’de boğdurulmasıdır. Bu olayın faili olarak Trabzon’da kayıkçı esnafının başı olan eski İttihatçı Yahya Kâhya, İstiklal Mahkemesi’nde sorguya alınır ve serbest bırakılır. Kısa bir süre sonra da Yahya Kâhya’nın kendisi 3 Temmuz 1922 tarihinde faili meçhul bir cinayete kurban gider. Aslında Mustafa Suphi ve arkadaşlarının ölüm emri, Ankara hükümeti tarafından verilmiştir. Bu olayın faili olan Yahya Kâhya da Cumhurbaşkanı Muhafız Alayı Komutanı olan İsmail Hakkı Tekçe tarafından öldürülmüştür.

Emir aynı yerden mi?

Evet… Mustafa Suphi ve arkadaşları, hem de Yahya Kahya, aynı yerden gelen emir neticesinde öldürülmüşlerdir. Bu olayı araştırmak üzere Meclis tarafından Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey görevlendirilmiştir. Ancak, kısa bir süre sonra Ali Şükre Bey de faili meçhul bir cinayete kurban gider. Ali Şükrü Bey’in araştırmaları neticeye varacağı endişesiyle, Ali Şükrü Bey’in üzerine, Mustafa Kemal’in has adamı ve çete lideri Topal Osman gönderilmiştir. Dr. Rıza Nur, bu olayı hatıratında uzun uzadıya anlatmaktadır. Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi olayına katılan Topal Osman ve 8 adamı da Ankara’ya baskın var diye pusuya düşürülür. Topal Osman ve 8 adamı silahı bırakıp teslim olmalarına rağmen, hepsi öldürülür. Çokça silah sıkılarak Ankaralılara da karşılıklı çatışma vardır izlenimi verilir. Oysa o gün Ankara’ya yönelik ne bir baskın vardı, ne de bir çatışma söz konusu olmuştu. Topal Osman ve adamları da yine İsmail Hakkı Tekçe tarafından öldürülmüştü.

Hepsi birer birer öldürülüyor yani. Peki amaç neydi?

Amaç, asıl faile gidecek herhangi bir iz bırakmamaktı. Kısacası bütün olayların emri tek bir yerden verilmişti; o tek yer ise Ankara hükümeti idi. Bu cinayetlerin daha sonra Cumhurbaşkanlığı Alay Komutanlığı’na getirilen İsmail Hakkı Tekçe tarafından işlendiği iddia edilmiştir. Bunu Mustafa Kemal’in en sadık adamlarından olan Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde söylemektedir. Bu cinayetlerin aydınlatılması, o gün devlet gücü kullanılarak engellendiği gibi, bugün de aynı şekilde devlet gücü kullanılmak suretiyle engellenmektedir.

Ergenekon, derin devlet, Gladio ve Kontrgerilla gibi örgüt isimleri, son yıllarda çokça gündeme getirildi. Bunlar ayrı ayrı örgüt isimleri midir, yoksa aynı örgütün farklı zamanlarda isimlendiriliş şekli mi?

Aslında bütün bu örgüt isimleri ya da bu örgütler, gövdesi de, çatısı da aynı olan tek bir örgütün, değişik zamanlarda farklı şekilde isimlendirilmiş halleridir. Ancak gövdesi aynı olan bu örgütü ya da bu örgütün örgütlediği çeteleri anlayabilmek, onları tanıyabilmek için, 1950’li yılların başlarına kadar gitmek gerekmektedir.

Neden o kadar eskilere gidiyoruz?

Çünkü bu yıllar, Türkiye’nin ABD ile ikili ilişkilerinin geliştiği ve NATO’ya girdiği yıllar. Bilindiği gibi Türkiye, müteaddit defalar yaptığı başvurularından sonra, ancak 18 Şubat 1952’de NATO üyeliğine kabul edilebilmiştir. Türkiye, henüz NATO’ya üye olmadan önce Trumann Doktrini gereğince geliştirilen askeri ilişkiler çerçevesinde, gerilla eğitimi görmek üzere 16 kişiden oluşan bir subay kafilesini ABD’ye göndermiştir. Bu subayların arasında Alparslan Türkeş, Turgut Sunalp, Daniş Karabelen, Ahmet Yıldız, Mucip Ataklı ve Suphi Karaman ile daha sonra isimleri darbe dönemlerinde çokça anılan subaylar da vardı. Bu 16 kişilik subay, bir Komünist işgaline karşı zorlu bir gerilla eğitiminden geçirilmişlerdir. Bu eğitimde patlayıcılar dâhil, her türlü silahın kullanılması, adam öldürme, sabotaj, halkı kışkırtma ve direnişe hazırlama ile bomba yerleştirme teknikleri gösterilmiştir.

Sonra ne oldu bu ekibe?

Bu ekip, ABD’nin emperyal menfaatleri için hiç tanımadığımız ve haritada dahi birçoğumuzun hâlâ yerini bilmediği Kore’ye (25 Haziran 1950 – 27 Temmuz 1953) denenmek için gönderildiler. ABD, o yıllarda NATO üyesi ülkelerde ve NATO üyesi olmayan Avusturya, İsveç ve Norveç gibi ülkelerde, görünüşte Sovyetler Birliği’ne karşı, NATO dışında farklı illegal bir örgütlenme faaliyetlerine girişmişti. Bu faaliyetlerin sonucunda her ülkede değişik isimle anılan ve bugün dünyanın başına bela olan bu örgütü kurdurmuştur. Türkiye’de de bu örgütün kurulması için, Kore Savaşı’nda denenmiş olan subayların arasında bulunan Tümgeneral Daniş Karabelen görevlendirilmiştir. Karabelen, kısa bir süre içerisinde CIA’nın paravan kuruluşu JUSMATT’ın yardımıyla bu örgütü, Özel Harp Dairesi eski Başkanı Emekli Tuğgeneral Kemal Yılmaz’ın ifadesine göre 27 Eylül 1952’de kurmuştur. Karabelen’in, bu örgütte görevlendirdiği ilk isim, yakinen tanıdığı ve çok güvendiği İsmail Tansu olmuştur.

Bu örgütün adı, o zamanlar da mı Ergenekon’du?

Hayır! 27 Eylül 1952’de kurulan bu örgütün ilk adı, Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) idi. Bu örgüt, daha sonraki yıllarda ABD’deki yönetmeliklere uygun olarak isim değişikliğine giderek, 1965’de Özel Harp Dairesi (ÖHD), 1990’lı yıllardan itibaren ise Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) ismini almıştır. Bordo bereliler olarak bilinen askerler, bu birime mensuptur. Bu askerler, her şartta hayatta kalabilecek tarzda çok özel eğitime tabi tutulurlar. Bu örgüt, Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki diğer birimlere göre bir ayrıcalığa sahiptir. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bütün birim ve yapılar, Genelkurmay Başkanlığı içinde bir daireye bağlıdır ve bugün de hâlâ böyledir. Bu ayrıcalık nedeniyledir ki; diğer birimlerin kuruluşunda uyulan prosedüre, bu birimin kuruluşunda uyulmamıştır.

Bu birimin kuruluş talimatı kimden geldi?

Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı bütün birimler, ihtiyaca göre Genelkurmay Başkanlığı’nın emriyle kurulur. Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) ise Milli Siyaset Kurulu’nun kararı doğrultusunda, Milli Savunma Bakanlığı’nın kararnamesiyle kurulmuştur. Bu birimin kurulması kararının altında, sadece askerlerin değil, dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı’nın da imzası bulunmaktadır. Bu yönüyle bile bir ayrıcalığa sahiptir bu örgüt! Seferberlik Tetkik Kurulu ya da Özel Harp Dairesi’nin, halk arasında genel ve yaygın olarak bilinen ismi Gladio ya da kontrgerilladır. Bu örgütün, ülkelere göre değişik ismi vardır; örneğin Yunanistan’da Pelle di Montone (Kırmızı Koyun postu), Almanya’da Sword, Avusturya’da Schwert, İtalya’da Gladio (Kılıç) ismiyle bilinir.

Bu örgüt, ABD dayatması sonucunda mı kuruldu?..

Bu örgüt, tamamen ABD’nin istekleri doğrultusunda kurulmuş, resmi ama illegal bir örgüttür. Bu örgütün faaliyetleri ile ilgili ne bir kanun, ne bir yönetmelik, ne de bir tüzük vardır… Bu örgütün faaliyetleri ile ilgili olarak, ABD’de yayınlanan 1964’de dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner tarafından aynen tercüme ettirilerek, 1965’te onaylanarak yürürlüğe giren (Sahra Talimnamesi) ST 31-15 kodlu ‘Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Hareket Talimnamesi’ vardır. Bu örgütün çalışma talimnameleri dahil, kuruluş fikri ve finansı, ABD tarafından sağlanmıştır. Bu örgütün kurulma fikrinin de, finansal desteğin de ABD’nin tarafından verildiğini, Milli Savunma eski Bakanlarından Hasan Esat Işık çok açık olarak belirtmektedir. Zaten Seferberlik Tetkik Kurulu’nun (STK) kurulmasında, başrolü Ankara’da sivil bir yardımlaşma kurumu görünümü altında faaliyet yürüten Amerikan Askeri Yardım Örgütü ‘JUSMATT’ oynamıştır. Bu kuruluş da CIA’nın paravan kuruluşlarından birisidir. Bu kuruluşun dışında, yine CIA’nın paravan kuruluşu olan AID’nın (Amerikan Kalkınma Teşkilatı) da katkısı olmuştur. Bu teşkilatın CIA ile ilişkisi belgelendiğinden dolayı faaliyet gösteremez hale gelince, yine aynı fonksiyonu görmek üzere CIA’nın bir başka kuruluşu olan AAFLI (Amerika-Asya Hür Çalışma Enstitüsü) devreye sokulmuştur. AAFLI’nın görünürdeki görevi, sendikalara mali destekte bulunmak, işçilere yönelik seminerler düzenlemek ve sendikacıları ABD’de özel eğitimden geçirmektir. Bu örgütün asıl görevi ise, işçi kesimindeki kontrgerilla örgütlenmesini gerçekleştirmektir.

Kanlı 1 Mayıs olaylarında AAFLI’nın rolü var mı?

Türkiye’nin yakın tarihinde gerçekleşen işçi olaylarına ve sendikacılık tarihine bakıldığında, AAFLI’nın etkisi çok daha iyi görülecektir. Yok dememiz mümkün değil. İşin ilginç yanı ise; STK ya da yaygın bilinen ismi ile ÖHD (Özel Harp Dairesi), ABD tarafından ambargo uygulandığı 1975 yılına kadar ‘JUSMATT’ın binasında faaliyet göstermiş olması. Hatta o döneme kadar ÖHD’nin giderleri de ABD tarafından verilen 1 milyon dolarla karşılanmaktaydı. Gladio ya da Türkiye’deki ismiyle kontrgerilla (Özel Harp Dairesi), bugün ortaya çıkarılan örgüt ve çetelerin üst şemsiye örgütüdür. Arkasında ise ABD ve istihbarat teşkilatları vardır. Türkiye’de yapılan her darbenin arkasında olduğu gibi, iç kışkırtmaların, anarşik olayların, Kahramanmaraş, Çorum ve Malatya olayları ile siyasi suikastların arkasında ABD vardır. 12 Mart darbesiyle ilgili olarak, dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil “CIA altımızı oydu..” ve dönemin Başbakanı Süleyman Demirel “11 Eylül günü akan kan, nasıl olur da 13 Eylül günü bıçak gibi kesilir..” derken, sadece Türkiye’deki örgütleri değil, aynı zamanda bu örgütlerin arkasındaki dış güçleri kastetmişlerdir.

Bu örgüt, sadece askerlerden mi oluşmakta?

Hayır! Bu örgüt, yerüstü ve yeraltı olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Yerüstü unsurları askerler, yani subay ve astsubaylardan; yeraltı unsurları ise ‘vatansever’ sivillerden meydana gelmektedir. Askerler bilinmektedir; bordo bereliler, subay ve astsubaylardır. Ancak ‘vatansever’ unsurlar ise bilinmemektedir; kimlikleri de, faaliyetleri de gizlidir. Seferberlik Tetkik Kurulu’nun kurucularından olan ve aynı zamanda ÖHD’nin ilk Lojistik Şube Müdürü olan emekli İsmail Tansu, bu vatansever güçleri şöyle anlatmaktadır: “Sivil uzantılar, ülke işgal edilince kullanılmak üzere barış zamanında eğitilip bekletilirler. Göreve tabi tutulmazlar. Yani görev verilmez. Kopuk tesbih taneleri gibi her yere dağılmışlardır. Türkiye’nin her yerindedirler. Savaşla beraber tesbihin ipi bağlanır. Görev alırlar. Karı-koca aynı birimdedirler ama birbirlerinden haberleri yoktur. Herkes kendi görevini yapar.”

Kimse bilmez mi bunları?

Hayır!.. Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu da, kendisiyle yapılan bir röportajda; “ÖHD’nin sivil kanadı diye tutturmuşlar. Yahu bunların hepsi çok güvenilir kişilerdir. Bu kişileri, ÖHD’nin en başındaki yetkili de tanımaz. Ben de tanımazdım…” diyor. 1971-1974 yılları arasında ÖHD’nin Başkanı olan Kemal Yamak da, Bülent Ecevit’e verdiği brifingde; “Bu vatansever gönüllülerin adlarının gizli olduğunu, ömür boyu görevli olduklarını ve ayrıca bu vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde saklı silah depolarının bulunduğunu” ifade etmiştir.

Yeraltı unsurlarını oluşturan siviller, kimlerden oluşuyordu?

Bu vatanseverlerin arasında “yerel polis müdürleri, okul idaresi ve müdürleri, önde gelen din temsilcileri, yargıçlar ve diğer hukuk temsilcileri, sendika lideri ve liderleri, etkili basın-yayın organlarının temsilcileri ve diğer etkili kişiler” bulunmaktadır. Bu birimde her kesimden insan vardır. Bülent Ecevit, 1978’de Başbakanlığı döneminde bir ziyaret amacıyla Kars’ın Sarıkamış ilçesine gittiğinde, orada askeri birliğin komutanı olan generalin, bir ara ÖHD’de çalıştığını öğrenmesi üzerine, ÖHD ile ilgili bilgi almaya çalıştığını söyleyerek, komutana şöyle der; “Farz-ı muhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı, aynı zamanda ÖHD’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?” Komutan da; “Evet, öyledir, ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır” cevabını verir. Bu komutan Sabri Yirmibeşoğlu idi!.. Emekli Orgeneral Kemal Yamak, Aksiyon dergisine (Sayı: 579) yaptığı bir açıklamada; “Ecevit, kontrgerilla iddiasını ortaya atarken, kendi partisinde milletvekili olan Daire mensupları vardı. Bunlar, daha gençken seçilmişlerdi” diyordu.

Tamam, bu kadar gizli ve örgütlüler. Peki, bu örgütün kuruluş amacı, bu kadar gizli ve kapsamlı olmalarının anlamı neydi?

Bu birim kurulurken amacı, ülkenin ya da bir kısım topraklarının işgali halinde, işgal edilen bölgede sivil halkı organize etmek, direnişe hazırlamak için hazırlık yapmak olarak belirlenmiştir. Nitekim Genelkurmay eski Başkanı ve DYP eski Milletvekili Doğan Güreş, 1992’de Gazeteci Nilüfer Yalçın’ın bir sorusuna; “Önce şu kontrgerilla sözü tamamen yanlış kullanılıyor. Bu teşkilatın amacı şudur: Karşıda savaşa giren bir düşman vardır. Kontrgerilla, düşman bölgesine sızarak oradaki halkı mukavemet için organize eder. Ya da düşman, toprağına girmiştir, teşkilat işgal bölgesinde kalıp halkı direnişe teşvik eder, organize eder. Bu kuruluşlar her ülkede var. İngiltere’de SAS Alayı, ABD’de Delta Forces budur. Bizde de Özel Kuvvetler Komutanlığı var..” şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap, hem kontrgerilla varlığının, hem de görevinin ne olduğunun en üst düzeyde kabulü anlamına gelir.

Bu, aslında gayet normal bir durum değil mi Ali Bey? Ülkemizi savunmamız ve düşmanlara karşı bizim de bir şeyler yapmamız neden tehlikeli olsun ki?..

Elbette durum sadece o kadarla kalsa problem yoktu. Ama başlangıçta Komünizm tehlikesine karşı kurulan birim, daha sonraları ABD tarafından istenmeyen ve menfaatleri için tehdit olarak algılanan hükümetler, kişiler, gruplar ve oluşumlara karşı kullanılmıştır.

Yani bu örgüt, bir süre sonra kontrolden çıkmış ve ABD güdümünde bir örgüte mi dönüşmüştür?

Bu konuda Emekli Orgeneral Doğan Bayazıt şöyle demektedir: “Bizim ülkemiz sadece komünist istilaya uğrayacak tek bir komşuya sahip olsaydı, o zaman komünist işgale karşı işgal sahasında mücadele verecek bir teşkilat yeterli olabilirdi. Fakat bizim ülkemiz, din ihracından tutun da, diğer bütün tehditlere tabidir. Dolayısıyla antikomünist değildir. Din devrimine karşı da kullanılacaktır.” Türkiye’de, 6-7 Eylül 1955 olaylarından tutun, yapılan bütün darbelerden ve ülke içinde çıkarılan iç kargaşalıklara kadar, hatta siyasi suikastler, faili meçhul cinayetler de dahil olmak üzere, meydana gelen bu tür karanlık ve kanlı kitlesel olayların temelinde bu örgütün bulunduğu iddia edilmiştir.

Özel Harp Dairesi ya da kontrgerilla ilk olarak ne zaman gündeme geldi?

Türkiye’de Özel Harp Dairesi tarafından yapılan ilk kitlesel eylem 6-7 Eylül 1955 olaylarıdır. Bunu, Tempo dergisinde (9 Haziran 1991) gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun Özel Harpçi Sabri Yirmibeşoğlu ile yaptığı röportajdan öğreniyoruz. Yirmibeşoğlu, bu röportajında; “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demişti. 6-7 Eylül olayları (o zamanki ismi Seferberlik Tetkik Kurulu) ÖHD’nin ilk kanlı kitlesel eylemidir. 12 Mart 1971 darbesinden tutuklanan Talat Turhan, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk gibi isimler ünlü Ziverbey Köşkü’nde sorgulanırlarken ilk kez ‘burada yasa, Anayasa yoktur. Sizler kontrgerillanın elindesiniz’ sözlerini hiyerarşik yapı içerisinde birbirlerine ‘komutanım’ diye hitap eden sorguculardan duymuşlardır.

O dönem Ziverbey Köşkü’nün komutanı olan Memduh Ünlütürk’ün Erol Mütercimler’e, “Ben de Ergenekon’un üyesiyim. Ergenekon Türkiye’de bütün kurumların üstündedir; Özel Harp Dairesi Genelkurmay’dan da, hükümetten de üstündür” sözü, bu örgütün gücünü, konumunu ve varlığını göstermektedir.

Türkiye kamuoyunun gündemine ne zaman geldi?

Gündeme Bülent Ecevit’in 1990 yılının Kasım ayında bir gazetede çıkan açıklamasıyla girmiştir. Bülent Ecevit’in, bu açıklamasında bakanlık, parti başkanlığı ve başbakanlık yapmasına rağmen devlet şeması içinde bu örgütün ismine rastlamadığını, ilk olarak Semih Sancar’ın kendisini bilgilendirmesi neticesinde bu örgütten haberdar olduğunu söylemesi ise, gerçekten çok ilginçtir…

Gerçekten çok ilginç… Kimse bilmiyor muymuş bu örgütün varlığını?

Hayır. Ecevit’in bu açıklamasından, bakanların, başbakanların bile bilmediği, haberdar edilmediği bir örgütlenmenin var olduğu anlaşılmaktadır. Kontrgerilla olayını sadece Ecevit gündeme getirmemiştir. Konuyla ilgili ilginç açıklamalardan birini de Uğur Mumcu’nun öldürülmesi ile ilgili olarak, kapatılan Refah Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan yapmıştır. Erbakan, Mumcu cinayetinde şüphelerin, böyle profesyonel bir olay dolayısıyla kontrgerillanın üzerinde toplandığını, Belçika ve İtalya’da açığa çıkarılan kontrgerillanın Türkiye’de Özel Harp Dairesi adı altında faaliyette bulunduğunu, hükümetten Özel Harp Dairesi’nin faaliyetlerini yasaklamasını istemişti.

Benzer örnekler var mı?

Elbette!.. Bir başka ilginç olay da Turgut Özal suikastı dolayısıyla gündeme getirilmişti. Turgut Özal’a yapılan suikastı inceleyen komisyon üyesi olan Yargıtay eski üyesi Uğur Tönük Kartal Demirağ’ın kontrgerilla üyesi olduğunu belirlediklerini, ancak MİT’ten olduğunu tahmin ettiği üç kişinin bu tahkikatı durdurmasını ve kendisinin komisyondan ayrılmasının istendiğini, bu üç kişiyi gönderen komutanın da dönemin MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu olduğunu bizzat Turgut Özal’a söylemiştir. Turgut Özal bu suikastın arkasında bir örgütün olduğunu, bu örgütün üzerine gitmesi halinde içeride önlenemeyecek birtakım karışıklıkların çıkacağını, bu nedenle de üzerine gidemediğini kardeşi Korkut Özal ve ANAP’ın eski milletvekili olan Faik Tarımcıoğlu’na açıklamıştır.

Bu yapılanma, bu kadar kapsamlı ve baş edilemez bir örgüt müdür?

Bu örgütü gizemli ve tehlikeli hale getiren, ‘vatanseverlerden’ oluşan yer altı unsurlarıdır. Bu unsurların faaliyetleri de, kimlikleri de gizlidir. Bu unsurların ömür boyu görevli olmaları ve kullanmaları için Türkiye’nin çeşitli yerlerinde saklı silahlarının bulunması olayın vahametini daha da artırmaktadır. İşte bugün ve yıllardır, çözülemeyen faili meçhul cinayetler, siyasi suikastlar, toplu katliamların nedeni bu unsurlar ve bu unsurları kullananlardır. Bunlar bilinmediği için tasfiye edilmeleri de bir hayli zordur.

Yani güvenlik güçlerinin işi hiç de kolay değil?

Böyle bir örgütü ortadan kaldırmak, onu çökertmek sanıldığı kadar kolay değildir. Elbette son zamanlarda bu örgütlere yönelik olarak yapılan operasyonlar anlamlıdır. Ama bilinmelidir ki, artık işe yaramayan, hatta örgüt için taşınmaz bir yük haline gelen ve kontrol dışına çıkmış bu tür örgütlere yönelik yapılan bu operasyonların Gladyo’nun başında bulunanlar için -muhtemelen- bir kazanç olarak değerlendirileceği kanaatindeyim. Veli Küçük’e emir veren iç ve dış karanlık güçlerin üzerine gidilmediği, Genelkurmay Başkanının yargılanamadığı, Özel Harp Dairesi ya da şimdiki adıyla Özel Kuvvetler Komutanlığı arşivlerine girilmediği sürece, bu örgütün çökertilmesi mümkün değildir.

Org. Eruygur ve Org. Tolon’un tutuklanmasından sonra ‘Ergenekon ile Gladyo’nun ayrı örgütler’ olduğunu iddia edenler var ama…

Jandarma eski Genel Komutanı Em. Org. Şener Eruygur, Ege ve 1. Ordu eski Komutanı Em. Org. Hurşit Tolon ile muvazzaf subayların da bulunduğu Ergenekon yapılanmasını, Gladyo’dan ayrı, bağımsız bir yapılanma olarak değerlendirmek, Gladyo/Kontrgerilla yapılanmasını anlamamak anlamına gelir. Geçmişte olduğu gibi, Ergenekon yapılanması dolayısıyla ortaya çıkarılan bu illegal örgütün tetikçileri cezalandırılmak suretiyle, asıl merkez örgüt olan CIA/ABD güdümlü Gladyo’nun üzeri örtülecektir. Daha sonraki dönemlerde, Gladyo değişik isim ve tetikçilerle, asıl fonksiyonunu icra etmek üzere yeniden Türkiye’nin gündemine yerleşecektir. Tıpkı 9 Mart cuntası dolayısıyla yargılanan Cemal Madanoğlu gibi isimlerin bırakıldığı gibi, aynı şekilde Org. Eruygur ve Org. Tolon gibiler tahliye edilebilirler…

Bazı uzmanların illegal olan bu örgütle mücadelede “önce ABD ile mücadele göze alınmalıdır” tespitine katılıyor musunuz?

Elbette. ABD üslerinin, başta Jusmaat olmak üzere bütün üslerin bu ülkede sökülüp atılmadığı sürece de bu örgüt çökertilmez. Zamanında başbakanın, cumhurbaşkanının, bu örgütün kim ya da kimlerden oluştuğunu bildiği halde üzerine gidemediği bu yapının sıradan bir güç olmadığı bilinmelidir. O halde teslim mi olalım, hayır! Asla!

Böyle bir şey demek mümkün değildir. Demek istediğim, karşı karşıya olduğumuz bu karanlık ve eli kanlı örgüt, yıllardır bu ülkede kök salmış ve arkasında dış emperyalist ve Siyonist güçlerin olduğu bir örgüttür. Mücadele edeceğimiz örgütü çok iyi tanımamız gerekmektedir. Çünkü geçmişteki olayların failleri ile Ergenekon yapılanmasının arkasındaki failler aynıdır.

Ergenekon ya da meşhur ismiyle kontrgerillanın, PKK ile olan ilişkisi ne boyuttadır?

Bu konuda çok şey yazıldı çizildi. Abdullah Öcalan, Mahir Sayın ile yaptığı röportajda MİT’in kendisini kullanmak istediğini, ama kendisinin MİT’i kullandığını söylemiştir. MİT’çi Ali Yıldırım da Abdullah Öcalan’ı kontrol altında tutmak için kızı Kesire ile Abdullah Öcalan’ı evlendirdiğini ifade etmiştir. Gazeteci Avni Özgürel, Abdullah Öcalan’ın MİT’e ait bir büroda çalıştığını belirtmiştir. Bütün bunlar Abdullah Öcalan ile MİT’in, henüz PKK ortada yokken ilişkiye geçtiğini ortaya çıkarmaktadır. Abdullah Öcalan her ne kadar MİT’i kullanmaya çalıştığını söylese de, MİT ya da kontrgerilla PKK ilişkilerine bakıldığı zaman görülecek olan, Abdullah Öcalan’ın ve dolayısıyla PKK’nın kullanıldığıdır. PKK kurulurken Abdullah Öcalan’ın yanında Ağrılı Kürt pilot Necati de bulunmaktaydı. Öcalan, pilot Necati’ye güvenmekteydi ki, en gizli toplantılarını pilot Necati’nin tuttuğu evlerde yaptığını kendisi söylemiştir. 12 Mart darbe döneminde askeri savcı olan Baki Tuğ; ‘Pilot Necati ile Yüzbaşı İlyas Aydın’ın aynı kişiler olduğunu, hem ‘Mahir Çayan’ı hem de Öcalan’ı finanse ettiğini, bu kişinin 12 Mart’ta İlyas Aydın, 1970’li yılların sonunda ise Pilot Necati Kaya olarak tanındığını, Mahir Çayan’a finans desteği sağlayıp, silahlı eylemler yapmaya yönlendiren eski yüzbaşı pilot İlyas Aydın’ın, daha sonra Pilot Necati Kaya takma adıyla Öcalan’ın da örgüt kurmasına ve silahlı eylemler yapmasına destek sağladığını ve uzun müddet beraber çalıştığını’ iddia etmiştir. Bu iddia doğru olmasa, yani pilot Necati ile Yüzbaşı İlyas Aydın ayrı ayrı kişiler olsalar bile, pilot Necati’nin Özel Harp Dairesi’nde ya da MİT’te görevli olduğu kesindir…

Bu röportaj ilk olarak 24-25/12/2008 tarihlerinde Vakit Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Kaynak: https://anadoluhaber.blogspot.com/2008/12/anadoluhaber-gladionun-resmi-tarihi.html

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *