Ve şimdi söz Kur’an’ın!

Ve şimdi söz Kur’an’ın!

Söyleyiniz Allah aşkına, bugün Kur’an ve yaratan ve emreden yegane ilah ve rab olan Allah bugün hangi işimize karıştırılıyor, hakem kılınıyor, söz sahibi biliniyor? Bazı iş ve işlemlerimizin meşruiyeti adına yasak savma kabilinden kutsal bir nesneye teberrüken teveccüh etmek dışında bir işlevi kalmış mıdır Kitab-ı Kerimimizin?

Mustafa Bozacıoğlu

Bu başlığı atalı üç ay civarında bir vakit geçti… Belki daha fazla. Zira başlık hepinizin malumu olduğu üzere Ramazan ayında oruç ibadetini ifa ettiğimiz günlerin bir farklı uygulamalara konu farizası olarak ‘mukabele’ ritüeli mi dersiniz, alışkanlığı, âdeti mi dersiniz ya da sağaltıcı bir tashihle ‘ibadeti’ mi, ne derseniz deyin hemen herkesin bir şekilde yüzleştiği Kur’an tilaveti/kıratı uygulamalarına binaen atılmıştı.

Gelgelelim içini doldurmak bugüne nasipmiş! Atılmış paragraf başlarının, notlandırılmış, akla takılan açılım ve suallerin açıklama ve ayrıntılandırılmasına şimdi fırsat bulabildik.

Yazımıza konu işlem, her Ramazan ayında camilerde, mahallelerde toplu olarak bazı evlerde gerçekleştirilen, hatta bir ara, ara verilip tekrar başlanmış olan Topkapı harem dairesinde 7/24 kesintisiz ifa edilen ‘hatim’ olgusu ki meşhur adıyla ‘mukabele’ uygulamalarından mülhem devletin tv’sinde kotarılan Kur’an’ı güzel okuma yarışmasıdır. Şimdilerde buna ‘mevlid’ okumaları da eklenmiş bulunuyor.

Bu eklemeye sevinsek mi üzülsek mi bilemedim. Zira bir dostun ifadesi ile ‘Türkülerin yüzde onu günahtır, oysa ilahilerin yüzde doksanı şirktir!’ (Oranlar değişiklik gösterse de hüküm değişmez!)

Hasılı şimdi önümüzde, ‘mevlid-ilahi, hatim, mukabele, kıraat-tilavet, tecvid, teğanni, yüzünden okuma-ezbere  okuma, yüzden bakma/takip, Kur’an dinleme…’ gibi birçok başlık yanında bizim konu edineceğimiz, ‘yarışma, güzel okuma, Kur’an’ın araçsallaştırılması/tüketilmesi, mehcur bırakılma…’ gibi başlık tercihleridir.

İlk zikrettiğimiz başlıklar da en az ikincileri kadar önemli ve tahlil, tashih bekleyen başlıklardır. Her biri diğerine feda edilmeden üzerinde önemle durulması, anlam durulmasının temin edilmesi, yanlış ve farklı maksatlarla kullanılarak tüketilmelerinin önüne geçilmesi gereken hususlardır. Zaten düştüğümüz yerlerden biri, belki de başında gelen husus bu ‘anlam yitimi’, ‘kavram kirliliği’, ‘kendi kavramlarımızın içerik, kapsam ve getiri-götürüsünün farkında olmamak’ olarak ifade edilmelidir.

İşte bu yazının amacı da işbu tashih ve aslına irca ameliyesi olarak görülmelidir. Eksiğiyle kusuruyla… Niyet halis, murad belli; çaba bizden, takdir sizden (takdir; illa beğeni anlamında değil, karşılıklı teati içinde hakkın ikamesi, eksiğin tamamlanması, isabetli olanın alınıp paylaşılması manasınadır), tevfik Allah’tandır.

Peşinen söyleyelim ki kimse Kur’an’ın okunmasından, hele güzel okunmasından rahatsız değildir. Bu, işin farkında olanlar için ekstra bir nimettir. ‘Nurun ala nur’ kabilinden… İşin motivasyonunun, duygusal boyutunun (ruhun asıl gıdası!) gözetilmesi, anlamla buluşup hikmet idrak edildiğinde gözyaşlarıyla eşlik edilmesi olsa olsa artı değer yazar. İşte tam bu esnada kelamın mana ile buluşması, oradan alınacak ders ve sorumlulukların gözetilmesi tahakkuk ediyorsa bu okuma gerçekleşmiş demektir. Kur’an okumanın bizatihi ibadet oluşunun da bu meyanda düşünülmesi lazımdır. Yoksa Rabbimizden geleni O’na (cc) aynıyla iade etmek değil! Amaç da bu değil, istenen de!

Bizim asıl eleştiri konumuz Kur’an’ın bir program vesilesi ile yarışma konusu kılınmasının bizatihi kendisi de değil. Bunlar da elbette eleştiri konusudurlar. Zira aynı kanalın reklamları, dizileri, konsept (Mesela okuyucu hafız ise ona ayrı bir teveccüh gösterilebilmektedir. Yine milli/yerli ağızlar/okumalar salık verilmekte, örneğin bir Arap, Mısır vs okuyuşları handiyse kerih görülebilmektedir.) hepsi birer tartışma, eleştiri konusudurlar. Kur’an burada bir tüketim aracı olarak kullanılmakta ve adeta nesneleştirilmektedir. Bizim asıl eleştiri noktamız ki bu yazının da mihverini oluşturmaktadır: ‘Ve şimdi söz Kur’an’ın!’ şeklinde sunucu tarafından dillendirilen replik cümlesidir.

Sunucu ‘kariyi/okuyucuyu’ takdim ettikten sonra, bu ‘Ve Şimdi Söz Kur’an’ın’ diyerek kenara çekilmekte, okuyucu icrasını sunmaya başlamaktadır. Şimdi ‘Ne var bunda?’ diyenleriniz (Burada pek olmaz, ama yazının ulaşması mümkün/temenni edilen kitle açısından veya en azından Türkiye ahalisinin ekseri düşünüldüğünde bu sual kurgusu pek abes olmasa gerek!) olursa, bakınız; bu okuyuş yarışmanın jürisince o pek tercih edilmeyen ağız/okuyuş olarak bir Arap tarafından okunduğunda bu ‘ses söz’, ‘kelam mana’ birlikteliği tahakkuk etmiş olur ve fakat bir yerli okuyucu okuduğunda (istisnalar kaideyi bozmaz) çoktan da çok oranda bu birliktelik sağlanamaz. Sadece ses ve duygu öne çıkar!

Belki de bu olayın en sitayişle anılacak, beğenilecek tarafı da jüri üyelerinden birinin okunan kelamlarla ilgili olarak parça parça ve sadece birkaç ayeti içeren anlam odaklı açıklama ve değinileridir. İnanın programdan geriye akılda kalanlar ise bu anekdotlar olsa gerek! Hani peygamber (as)’ın kesilen kurban akabinde ‘Kalanı getirin!’ dediğinde getirilen bir kemik parçasını görünce sitayişle ‘Bize asıl bunun dışındakiler kaldı desenize!’ anekdotunun tam aksi oranda olarak, o kemik mesabesinde!

‘Ve şimdi söz Kur’an’ın’ ifadesine dönersek, sunucu aslında ‘sesi’ takdim etmektedir. ‘Söz’ uzaklarda bir yerlerde, gizlenmiş, örtülmüş, susturulmuş, unutulup unutturulmuş, baskılanmış, görmezden gelinir halde, tam ve orijinal ifade ile ‘mehcur’ bırakılmış olarak durmakta, sadırlara, yüreklere, zihinlere ineceği, indirileceği, hayata dokunacağı hayatla buluşacağı, hayat bulacağı ve en önemlisi ‘hayat taşıyacağı/sunacağı’ anı beklemektedir.

Söz Kur’an’ın olsa kişiler, kişilikler, aileden topluma, siyasetten ticarete, hukuktan ictimai hayata, muamelatlara değin bu savrulmalar, istikametin tam tersi (çoğunlukla da paralele) sapmalar, yaşanan hal-i zül melal neyin nesidir? Bu kimin fesidir; takke külah karışmış? Seçiminden geçimine, adaletinden liyakatine, anasından danasına yasa(ma)sına, okulundan kışlasına, sokağından caddesine, mezrasından mahallesine, camisinden tekkesine, pazarından cumasına, pazarından marketine, köyünden kasabasına ve dahi şehrine/kentine, adalet sarayından ikamet sarayına, nikahından talakına, mirasından emeğine, işçisinden patronuna, memurundan amirine… söyleyin nerede Kur’an’ın sözü, hükmü, emri, buyruğu geçiyor, söylediği kale alınıyor, mihver, norm, kıstas kılınıyor. Kim endişeleniyor, ‘acaba’ diye kaygılanıyor; Kur’an’ın sözü bu konuda nedir, Allah bundan razı olur mu, Resulullah (as) ne yapardı, nasıl yapardı?

Doğumdan ölüme, açılışlardan kapanışlara, özel günlerden gecelere değin hemen her vesileyle, her zaman ve mekanda, bu coğrafyalarda Kur’an okunuyor, okuma istatistiklerinde okuma oranı açısından en çok okunanlar arasında Kur’an da yer alıyor, ne var ki ne sadra şifa oluyor ve de içtimai sorunlar son buluyor. Aksine pıtrak gibi artıyor, her türünden bu zaaf ve hastalıklar!

Bu, kitabımızın ‘..bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmına inanmıyor musunuz?!’ azar ve sakındırma içerikli uyarısının da ötesinde kitabın tümünü işlevsiz kılma, yok sayma, görmezden-duymazdan gelme ameliyesi değil de nedir? Siz doktorun yazdığı reçeteyi yüzünden okuyup tekrar ederek, yüzünüze gözünüze sürerek tedavi olunabileceğini mi sanırsınız? Hastalığın ilerlemesi, kronikleşmesi de cabası…

Yine cahiliye adeti kabilinden; ‘Kur’an okunurken’ dinlememek/işitmemek adına gürültü patırtı çıkarmak nifak, küfür, zulüm ve cürmü hakeza Kur’an okunurken meseleyi salt sese indirgemekle mukayese edilse çok mu haksızlık etmiş oluruz?

Keza, kitabımızın ‘Kur’an okunurken susun ve dinleyin, umulur ki merhamet olunursunuz.’ uyarısı bugün yine (uzun yıllara sari) sadece sesini işitip o esnada konuşmamak (özellikle hutbeyi bozan bir davranış olarak klişeleşmiş!) olarak anlaşılır olmuş, kimselerin manadan, içerikten, buyruktan (emirler kadar yasaklardan da) yana bir teyakkuz hali, irkilme melekesi kalmamıştır.

Söyleyiniz Allah aşkına, bugün Kur’an ve yaratan ve emreden yegane ilah ve rab olan Allah bugün hangi işimize karıştırılıyor, hakem kılınıyor, söz sahibi biliniyor? Bazı iş ve işlemlerimizin meşruiyeti adına yasak savma kabilinden kutsal bir nesneye teberrüken teveccüh etmek dışında bir işlevi kalmış mıdır Kitab-ı Kerimimizin?

El’an bu böyledir! Bu gelen-ek-sel hurafeler bu meyandadır da modern hurafeler bunlardan aşağı kalır mı? Bir tarafta tefrit, öte tarafta ifrat desek, inanın bu bile az! Modern ve postmodern algıda Kur’an zaten malumunuz bir arkeolojik, antropolojik kazıya konu kılınmıştır! Onunla ilişki bir mühendislik ameliyesinden öte geçmemektedir. Bu aklı-evvel ve ahirler Kur’an’ın bırakınız sözünü sesine dahi mesafelidirler. Mesafeli olsalar iyi; metnin üzerinde neredeyse elde kazma kürek, gözde at gözlüğü ve büyüteç, o da yetmez teleskop cirit atmakta, köşe kapmaca oynamakta, her türlü şek ve şüpheyi ona boca edecek, ilahi tenzille ilişkisini kesecek, beşerileştirip daha da ileri giderek yokluğunu ispat sadedinde ömürlerini heba edecekler neredeyse! Ediyorlar da! Ateşle oynuyor, ateşe yaklaşıyorlar gönüllü gönülsüz! Bizim, ‘dinime dahleden bari müselman olsa’ sözünü bile çok hafif bırakacak yerli akıldaneler de taşeronluktan hiç geri adım atmıyor, aksine emre amade gönüllüleri oynuyorlar!

Yok hermeneotik, yok sözlük anlam, yok ‘Bana göre!’, yok ‘şu demiş’, yok ‘bu demiş’, yok görecelilik, yok tarihselcilik, yok çok anlamlılık, yok şu rivayet, yok bu rivayet geçtik manayı, sözü; metne savaş açmış durumdalar! Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır anlamak zor, çok zor! Üstelik de o kendisinde şek ve şüphe bulunmayan metni, tarihsel bir veri olarak onca kayıt, şahitlik (Corpus Coranikum bunlardan biridir.), kayıt, ezber elde mevcut iken yine sözüm ona tarihi rivayetlere, kişisel verilere ihale ederek beşeri kurgularla bunun peşine düşmeleri yok mu, akıl alır gibi değil! Din, iman zaten kabul etmez, akıl iz’an, vicdan kabul etmeyince!

İşte bizler hakiki anlamda ‘Ve şimdi söz Kur’an’ın’ sözünü baş tacı bilip hakkını vermeyince, gereğini yapmayınca yüzümüz yerden kalkmayacaktır! Yetmez; o sözü, onun sözünü her zaman ve mekanda kaim ve hakim kılmadan da iflah olmayacağız.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *