“Özellikle devlete biatlı akademik geleneğin hassaten Türkçülük damarını beslemeye çalışması, Türkleri seçilmiş millet olarak ifade etmesi, sessizce lakin etkili bir şekilde devam etmektedir. “Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet” söylemi, tekçiliğe ve ırkçılığa vurgu yapan ve öne çıkaran bir söylemdir.”
Yakup Döğer
Özelde Osmanlının, genelde ise Müslümanlık aleminin içinde yaşadığı buhrandan çıkması için icat edilen kurtuluş düşünceleri, Yusuf Akçura’nın (1876-1935) “Üç Tarz-ı Siyaset” fikrini ileri sürmesiyle, hararetli bir şekilde tartışılmıştır.(1) Hemen bütün kesimlerin dahil olduğu bu tartışmaların zeminini, üretilmiş değerlerin teşkil ettiği, zamanın ruhuna ve günübirlik çözüme dönük olduğu söylenebilir.
Yusuf Akçura’nın ortaya attığı “Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük”, süreç içerisinde birbirinden ayrı olmaktan öte, her birinin diğerinin içine girdiği ve üç tarzın da ortak yönleriyle, her düşüncenin taraflarınca sahiplenildiği görülmüştür. Akçura, ileri sürdüğü siyaset tarzlarının her birini ayrı bir “tarz-ı siyaset” olarak ifade etmiş olsa da, zikredilen üç tarz-ı siyasetin birbirinden ayrılmadan, taraflarca sahiplenildiği malumdur.
Siyaset tarzı olarak Osmanlılık düşüncesinin süreç içerisinde aşağı doğru inerken, İslamcılık ve Türkçülük düşüncesinin yukarı doğru ivme kazandığı görülmektedir. Lakin buna rağmen ne İslamcılık akımı Osmanlılık ve Türkçülükten vazgeçmiş, ne de Türkçülük akımı İslamcılık ve Osmanlılıktan vazgeçmiştir. “Türklük bir vücut, İslâmiyet ise onun ruhu olarak ifade edilmiş, İslâmiyet gidince Türklük’ün bir an bile yaşayamayacağı ileri sürülmüştür.”(2) İslamcı cenahın “Kavm-i Necib-i Türk”(3) olarak Türklüğe vurgu yapması, Türklüğün övünç kaynağı olduğundan bahsetmesi, bununla birlikte “Hilafet ve Saltanat” taraftarlığının savunucusu olması, üç tarz-ı siyasetin birbiriyle hemhal olmuş melez yapısını ortaya çıkarmıştır.
Türkçülük, II. Meşrutiyet dönemi ve sonrasında İttihat ve Terakki’nin ideolojisi haline gelmiş olsa da onlar da hem Osmanlılıktan hem de İslamcılıktan bir türlü yüz çevirememiştir. Nitekim propaganda aracı olarak neşrettikleri risalelerde “Millet-i Osmaniye” tabirini sıklıkla kullanmışlardır.(4) Diğer yandan, meşrutiyetin İslam’a uygunluğuna hassaten dikkat çekmeleri, hilafet ve saltana bağlı olduklarını beyanları, İslamcılık ve Osmanlılık mefkûresinden faydalanmak istediklerini göstermektedir.(5)
İslamcı cenahın Türkçülük damarı
İslamcılık ve Türkçülük mefkûrelerine mensup entelektüellerin her iki akımı da sahiplendikleri gözlerden kaçmaz iken, dikkat çeken yanın, İslamcı cenahın “Türkçülük” mefkûresi mensuplarından daha fazla “Türklük-Türkçülük” üzerinde durmaları, Türklük söylemini, mensup olunan bir ırk-kavim olmanın ötesinde dile getirmeleridir.
II. Meşrutiyet sonrası İslamcı kesimin sesi olarak neşriyat yapan Sırat-ı Müstakim – Sebilürreşad neşir hayatına başladığı ilk dönemlerinde keskin bir Türklük–Türkçülük savunusu yapmaktadır. Sırat-ı Müstakim dergisi sıklıkla “Türklük” meselesini gündeme getirir, propagandasını yapar. Türkler “Kavm-i necîb”dir. “İslam ve Türk Alemi” adı altında “Türk Derneği”ni konu edinir.(6)
‘Soylu kavim Türkün Derneği’ olan Türk Derneği’nin işi, Türklükle ilişkisi olan ırkların geçmişteki ve şimdiki eserlerini, yaptığı işleri ve durumlarını öğrenmeye ve öğretmeye çalışmaktır. Yani Türklerin eskiden beri gelen eserlerini, tarihini, dillerini, gelenek ve kültürlerini, edebi eserlerini, soylarının hangi ırka dayandıklarını, sosyal yaşamlarını, medeni durumlarını, eski ve yeni Türk yurtlarını araştırıp inceleyecek, elde ettiği neticeyi çeşitli yollarla neşredecek-duyuracak, kavmin ortak diline dönüşü temin edecek, Türkçeyi sadeleştirerek güzelleşmesine itina gösterecektir.(7)
Türklüğe övgü!
Sırat-ı Müstakim “Türk Derneği Tüzüğünü” yayınlar. Tüzüğün 2. maddesi yukarıda zikredilen işlerin yapılmasını gerekli görmektedir.(8)
Ahmet Mithat (1844-1912) ve Eşref Edip (1882-1971) Türklüğe dair konferanslar verir. Ahmet Mithat Efendi ve Eşref Edip, bütün kavimleri tarihsel süreç içerisindeki tekâmülleriyle “Türk” yapmaya azim ve gayret gösterir. İslamcı kesimin bu olağanüstü çabası Türkçülere dahi dudak ısırtacak cinstendir. Türkçülük mefkûresi Türkçülerden daha ziyade İslamcı kesimin çabasıyla yükselmeye başlar.
‘Arap lisanı dini lisan, Türk lisanı ise fenni lisan’
İslamcılara göre, Türkiye Ümmeti gayet kadim bir ümmettir. Fars Devletinden evvel ve sonra Türklerin gayet büyük devlet ve memleketleri mevcut idi. Türkiye Ümmeti kadim olduğu gibi Türkçe lügatte pek eski bir lügattir.(9)
Dikkat edilirse İslamcı kesim Türklerin tarihini Fars’tan öteye kadar götürmektedir.
Türklükle beraber Türkçe de ele alınır. Edebiyat, gazetecilik, romancılık, mektuplaşma ve konuşmaların cümlesi saf ve sade Türkçe olmalı, edebiyat Arap ve Acem lügatlerinden temizlenmelidir.(10) Türk lisanı yalnız Türklerin değil, bütün Müslümanların lisanı olmak istinadına sahiptir. Arap lisanı dini lisan, Türk lisanı ise fenni lisan olmalıdır.(11)
Oysa diller de ırklar da Allah’ın ayetlerinden bir ayettir ve bunu en iyi bilen İslamcı kesim olmalıydı.
‘Bugünkü cihan Türklerin eseridir’
Sırat-ı Müstakim Müslüman havsalasını zorlayan ifadelere yer verir.
Türklüğün kıymeti bilinmelidir. Türk, ayağıyla yerleri sarsan, bayrağıyla gökleri tutan taşkın alaydır. İlk yürüyüşüyle illere şan, gövdelere can vermiştir. Bugünkü cemiyetler, devletler, bugünkü beşeriyet, medeniyet hep o anadan doğmuştur. Bu günkü ruh, bu günkü hayat hep o pınardan fışkırmıştır. O büyük ocak, yalnız birkaç oymak yetiştirip ondan sonra kısır kısır oturmamıştır. Osmanlı Türkleri cihangirlere yakışır işler yapmıştır. Küçük bir aşiretten muazzam bir devlet çıkardığını bütün cihan bilir ve bu hakkı teslim eder. İş bu kadarla da kalmamıştır. Bir hakikat daha vardır ki, bu günkü cihan Türklerin eseridir.(12) İslamcı cenaha mensup olan Ispartalı Hakkı, Türklüğün yücelmesi için olağanüstü gayret sarf etmektedir.
Yukarıda geçen ifadeler cumhuriyetin ilanından sonra icat edilecek olan “Türk Tarih Tezi”nin istinadını oluşturacak ifadelerdir. Şöyle de denilebilir ki –Babanzade’nin deyimiyle– “İslamcı Türkçüler” Türkçülüğün serpilip gelişmesine ciddi anlamda katkı sağlamıştır. Bu tespitimiz, İslamcı cenahı hor ve hakir görmek değil, günümüzde de yaşanan durumu kavramaya dair acizane bir katkı sunmayı hedeflemektedir. Düşünün ki günümüzde de “Akıllı Türk’ten makul tarih” çıkarmaya çalışanlar bulunmaktadır.
Türkçü-modernist-İslamcı çizgideki yayınlar
İlmiye sınıfına mensup olan Halim Sabit de (1883-1946), İslamcılık ve Türkçülük arasında sıkışan fakat Türkçülüğü ağır basan simalardan birisidir. İslamcılık ve Türkçülüğü birbirinden ayıramayan, bu sebepten iki kimlikli olmakla beraber Türkçülüğü her zaman ağır basmıştır. Halim Sabit, İttihat ve Terakki’nin desteğiyle 12 Şubat 1914-30 Ekim 1918 tarihleri arasında İslam Mecmuası’nı çıkaran isimdir. Türkçü-modernist-İslamcı çizgide yayınlar yapmıştır.(13) Türk Yurdu Dergisi‘nde seri makaleler olarak yayınlanan “Altaylara Doğru” seyahat notları, Türkçülüğe ve Türk Dünyasına bakışını anlama açısından önemlidir.(14)
Türkçülük mefkûresinin kurucu akıllarından biri olan Ziya Gökalp (1876-1924), bu tarihlerde bu kadar keskin bir Türkçülük savunusunda bulunmamış, Türkçülük savunusu yaparken bu kadar cesur olamamıştır.
“Üç Tarz-ı Siyaset” sahibi Yusuf Akçura, İslam dininin Türk milliyetinin teşekkülünde mühim bir unsur olabileceğini söyler.(15) Türkçü olan Akçura dahi İslam Dininin gerekliliğini savunmaktadır. Fakat Akçura’nın İslam Dinine olan ihtiyacı, Türk Milliyetinin oluşumu için kullanılacak bir malzeme olmasından dolayıdır. Buna rağmen Ispartalı Hakkı’dan daha makuldür.
Çifte mefkûre, Türkçü – İslamcı
Durumun vahametini gören Babanzade Ahmed Naim (1872-1934) de tartışmalara müdahil olur. Ahmed Naim özellikle, Türkçülüğü savunan İslamcılara seslenir. İslamcıları, halkı Türkçü-İslamcı olarak çifte mefkûre sahibi yapmakla suçlar. Ahmed Naim tartışmalara dahil olanları Türkçüler ve Türkçü-İslamcılar olarak ikiye ayırır. Bu ayrımı yaptıktan sonra Türkçü-İslamcıları ağır bir dille eleştirir.
Türkçü-İslamcı cenah Halis Türkçüler gibi değildir. Halis olanlar her şeyi açıkça söylemekte, ikiyüzlülük etmemektedir. Fakat Türkçü-İslamcı cenah hem kavmiyeti hem de dini birbirine mezcetmek için olağanüstü çaba göstermektedir. Din ile kavmiyeti değer olarak aynı görürlerken, Kâbe ile Turan Ülküsünü de birbirine müsavi değerlendirirler. Babanzade bu meselede de endişelidir. “Türklerin yüzünü Kâbe’den Turan’a çevirmekten vazgeçiniz” diyerek uyarma ihtiyacı hisseder. Eğer böyle yapılırsa ahali Turan’a bakarken Kâbe’yi unutacaktır.(16)
‘Tanrı Müslümanlara acıdı ve Türkleri ortaya çıkardı’
Dikkatlerden kaçmayan diğer bir husus ise, sürekli Türklükle tarihin bağının kurulmasıdır. Öyle bir bağ kurulur ki Tevrat’ta dahi Türklere dair bir iz bulunur. Türk’le tarihin bağı kurulurken, akla ziyan izahlar yapılır.(17)
Meşrutiyet dönemi İslamcılarından ve aynı zamanda tarihçi de olan Filibeli Ahmed Hilmi de (1865-1914) Türkleri ve Türklüğü yücelten, tarihte Türklerin rolünün önemine vurgu yapan yazılar yazar. İlginç olan, Filibeli’nin “Allah” lafzı yerine sürekli “Tanrı” lafzını telaffuz etmesidir. Peygambere tâbi olan Araplar kısa zamanda birçok yerler fetih etti, fakat bozulmaları nedeniyle İslam memleketleri istilaya uğradı. Tanrı Müslümanlara tekrar acıdı ve düşmanlarıyla arasına Türkleri koydu.(18)
‘Türklüğün fiyatı çok ağırdır’
Türkün tarihle kurulan bağı, İslam’dan münezzeh, pagan oldukları zamanı da kapsar. Bu dönemlerinde pagan bir inanca sahiptirler fakat yine kahraman ve övülesi işler yapmışlardır. Filibeli kendisini Türk adıyla anılan çok eski bir millete mensup olarak görür. Türkler binlerce sene erlik meydanında sırtı yere gelmez yiğit olarak kalmıştır. Tarihte bilindikleri vakitten İslam girinceye kadar geçen iki bin yıl içinde belli başlı yalnız üç kere yenilmiştir. Kaldı ki bin, yüz bin kere yenmiştir. Çinliler bu kahraman Türklerin elinden yakalarını kurtarmak için, aylarca süren uzun duvarlar çekmiş, yine kurtulamamıştır. Sonunda Türklere vergi vererek yurtlarını Türk atlarına çiğnetmekten kurtarmıştır.(19) Dikkat edilirse Filibeli, Türklerin gasp, yağma ve talana dair eylemlerini de bir övünç vesilesi olarak görmektedir. Müellifin ifadelerinden zımnen, “Tanrı Türkü korumuştur” sonucu da çıkarılabilir. Filibeli’ye göre, Türklüğün fiyatı çok ağırdır.(20)
‘Panislamizm, Panturanizm’in sağlanmasıyla mümkün’
Rusya Türklerinin ilk siyasî temsilcisi, İslamcı cenaha mensup gazeteci yazar, özellikle doğu ve uzak doğuyu dolaşmış olan seyyah Abdürreşid İbrahim de “Panturanizm” savunucusudur. Abdürreşid İbrahim, Panturanizm’i Müslümanların en ciddi malı olarak görür. Osmanlı Türkleri, Rusya Tatarları, Azerbaycan, Kuban Tatarları ve Çin Garbi Moğolistan’ı, Türkistan Çini, Merkez Çin’de kaim Tatarlar, hepsi Turan sülalesine aittir. Bütün bu unsurlar bir araya gelirse, dünya siyasetine başka bir renk verecektir.(21)
Abdürreşid İbrahim ayrıca, Panturanizm ile Panislamizm’i aynı akım olarak değerlendirir. Müellifin değerlendirmesinde ilginç olan, Panislamizm’in sağlanmasını Panturanizm’in sağlanmasıyla mümkün görmesidir.
Edebiyat alanında da, tarihi Türk’e mal eden, Türk ırkını yücelten, tarihe yön veren, tarihi Türk’le özdeşleştiren isim olarak Mehmed Emin Yurdakul önümüze çıkıyor. Yurdakul Türk’e, “Ey Türk ırkı, ey demir ve ateşin evladı, Ey binlerce yurt kuran, ey yüzlerce taç giyen, ey dünyaya efendi olmak için doğan sen! Tanrı senin alnına bir kara baht yazmadı”(22) diye seslenir. Atillalar, Cengizler, Timurlar, Yavuzlar, Türk’ün geniş göğsünü kabartan ecdadıdır.(23)
‘Türkler Müslümanların hamisidir’
Nisan 1920’de Ankara’da kurulan TBMM’de yapılan oturumlarda da “Türk” ve “Türklük” vurgusunun ağır bastığı görülmektedir. “Türk ve Müslüman”(24) tanımlaması da ayrıca dikkat çeken ifadelerdir. Meclis tartışmalarında, Türklerin birkaç bin yıldır Asya’daki faaliyetlerine değinilerek, Türklerin tarihle bağı sürekli kurulmuştur.(25)
Dünyanın en büyük milleti olan Türk Milleti, fedakârlık ve kahramanlığını göstermelidir.(26)
Türkiye devleti bir Müslüman devletidir ve Müslümanların hamisidir. Türkler, İslamiyet’i ve Ahkam-ı Şeriyeyi muhafaza ile mükellef ve onunla müftehirdir.(27)
Türklük aşısı
Hasan Basri Çantay, meclisin harice yönelerek milletin istiklali için meşru bir zeminin sağlanması gerektiğini ifade eder. Bunun için görevlendirilecek yetkililer “Türk ve Müslüman” olmalıdır ve bunlar için ilmi tetkikatlar yapılarak yardımcı olunmalıdır. Hariçte gösterilen bu çabalardan bir fayda çıkarsa ne ala. Eğer çıkmazsa, hiç olmazsa “Türklük” aşısı yapılmış olur.(28)
1920–1923 arası meclis tartışmalarında, “Türklük” üzerine çok yoğun ifadeler kullanılır. Genelde kullanılan ifade, “Türklük ve Müslümanlık”tır. Ön kelam “Türk” ırkıdır. Bunun izahı da, “Türklükle Müslümanlığın birbiriyle özdeşleştiği” şeklinde yapılmaktadır.(29)
Cumhuriyet dönemi
Osmanlının dağılmasından sonra kurulan laik Kemalist cumhuriyetin ideolojik temeli Kemalizm, birleştirici unsuru da Türk ırkı olarak kabul edildi. 1912’de kurulan “Türk Ocakları”, yeni cumhuriyet rejiminde, rejimin arka bahçesi olarak Türk kavmiyetçiliğinin kök salması için devlet destekli çalışmalar yapar. Türk Ocakları’nın kapatılmasının ardından “Halk Evleri” aynı işlev üzere görevini sürdürdü. Her şey Türk ve Türklük içindi. Siyaset, iktisat, hukuk, tarih, zaferler, insanlığın binlerce yıllık geçmişi, Avrupa’nın Türk’ten çaldığı ilim… aklınıza ne gelirse, hepsi Türklüğe mal edildi. Fakat özellikle tarih konusu üzerinde hassaten duruldu. Türk’ün tarihle bağı “Türk Tarih Tezi” adıyla kuruldu. Tarih Kongrelerinde Türk Dehasının asırların karanlığı içinden bulup çıkardığı Türk Tarih Tezi izah edildi.(30)
Bunun da şüphesiz bir tek gerekçesi vardı, o da yeni kurulan cumhuriyet rejiminde, gelecek nesillerin İslam ile aidiyet duygusunu kesmekti. Bu, harf devrimiyle yapılırken, dinin referans olduğu tarihi geçmiş de dinden soyutlamak istendi. Mektep çocuklarına “Türklük mefkûresi” çok öncelerden verilmeye başlanmıştı cumhuriyetle beraber hız kazandı. Asırlardan beri Türkler milli mefkûresiz yaşıyordu. Türkiye’deki Türkler kendi milliyetlerini inkâr ederek “Osmanlı” adını takınmışlardı. Halbuki dünyada “Osmanlı” namı altında bir millet yoktu.(31)
Türk çocukları için tarih ve din bilgisi
Resmi tarih yazımı da bu minval üzere icad edildi. İcad edilip yazılan resmi tarih tamamen kutsaldan soyutlanmış, ırkın üstünlüğüne dayanan bir seyir izledi. Daha önceki tarih yazıcılar, İslam öncesi Türk Tarihine hiç önem vermemişlerdi.(32) Resmi ideoloji Kemalizm ve onun birleştirici harcı olarak “Türklük”, dini ve geleneksel bütün kutsalların yerini aldı. “Türk çocuğu” için yeni bir tarih, yeni bir din bilgisi gerekmekteydi. “Türk çocukları” için “Tarih” yeniden yazılırken, “Din bilgisi” kitapları da yeniden düzenlendi.(33) Tarih de, din de artık resmi ideolojinin kontrolünde olmalı ve yeni nesil “Cumhuriyet çocuğu” olarak yetiştirilmeliydi. Öyle de oldu.
Resmi tarihin yazıcılarına göre;
“Bin yıldan fazla süren İslamlık-Hıristiyanlık davalarının doğurduğu husumet duygusu ile mutaassıp müverrihler bu davalarda asırlarca İslamlığın öncülüğünü yapan Türklerin tarihini kan ve ateş maceralarından ibaret göstermeğe savaştılar. Türk ve İslam müverrihler de Türklüğü ve Türk medeniyetini İslamlık ve İslam medeniyeti ile kaynaştırdılar; İslamlığa öncülük eden binlerce yıla ait devreleri unutturmayı, Ümmetçilik siyasetinin icabı ve din gayreti vecibesi bildiler.”(34)
‘Türk’ün tarihi dinin gölgesinde kalmış’
Resmi ideolojiye göre, Türk Tarihi dinin –İslam’ın– gölgesinde kalmıştır. Bu sebepten Türk Tarihinin inkar edilmiş ve unutturulmuş simasını ve mahiyetini bütün hakikatleri ile meydana çıkarabilmek için Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti bu boşluğu doldurabilecek çalışmalar yapmaya başlar. Bu çalışmalar, “Türk Tarihinin Ana Hatları” adında bir eser ortaya çıkardı. “Türk Tarihinin Ana Hatları”, Türk Tarih Heyeti’nde yer alan Afet İnan, Mehmet Tevfik, Samih Rifat, Akçura Yusuf, Dr. Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi, Şemsettin, Vasıf ve Yusuf Ziya tarafından hazırlanmıştır.(35)
Türk Tarihinin Ana Hatlarını yazanlar, amaçlarını şöyle dile getirmektedir:
“Türk milleti için milli bir tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış bir adımdır. Bununla milletimizin yaratıcı kabiliyetinin derinliklerine giden yolu açmak, Türk deha ve seciyesinin esrarını meydana çıkarmak, Türk hususiyet ve kuvvetini kendine göstermek ve milli inkişafımızın derin ırki köklere bağlı olduğunu anlatmak istiyoruz.”(36)
Bundan sonra cihan tarihinde Türklerin meziyetleri, asıl memleketleri, nasıl yaşadıkları anlatılacaktır.(37)
Türkler ilk devletlerini bundan 2500-3000 yıl evvel kurmuşlar
Artık Türk yüceltilmeli, kökü kutsaldan arındırılmalı, tarihi binlerce yıl geriye gitmelidir. Köprülüzâde Mehmed Fuad’ın ifadesiyle:
“Türkler dünyanın en eski milletlerinden biridir. Anadolu’ya gelmeden evvel, Orta Asya denilen yerlerde çobanlık, kervancılık, demircilik, ekincilikle yaşarlardı. Türkler ilk devletlerini bundan 2500-3000 yıl evvel kurmuşlar, o zamandan beri hiçbir yabancı milletin boyunduruğu altına girmemişler, daima “hakim, efendi” kalmışlardır.”(38)
Bu tarihsel sürecin sonunda, tarihin bir cilvesi olarak Osmanlı yıkılmış, küllerinden “Yüce Türk Devleti” yeniden doğmuştur. Kemalist ideolojinin birleştirici unsuru olarak tercih ettiği Türkçülük-Ulusalcılık sonucu Türk, tarihin bir unsuru olmaktan öte, tarih Türk’ün eylemleri sonucu ortaya çıkan hadiseler birikimi bağlamında değerlendirilmeye başlanmıştır.
Peygamber Türkçe mektup yazmış!
İzmirli İsmail Hakkı, Peygamberin kuvvetli bir ihtimalle, oymak itibariyle Türk olabileceğini, Evs ve Hazrec kabilelerinin Türk oymağından gelebileceğini, Peygamberin ashabı arasında üç Türk olduğunu, Peygamberin Ramazan’da bir Türk çadırında itikâf ettiğini, Peygamberin Türkçe bir mektup yazdığını, Peygamberin Türkler hakkında hadisi olduğunu, Kur’an’da Türkçe kelime bulunduğunu, İmam Azam’ın Türk olup içtihatlarının Türk ideolojisine uygunluğunu dahi söyler.(39)
‘Türkler olmasa İslam Medeniyeti vücut bulmazdı’
Her ırkın, her dilin, her coğrafyanın sahibi Türk olduğu gibi, her kutsalın temsilini yapanlar da Türk’tür! 1932 yılı Temmuzunda yapılan I. Türk Tarih Kongresi’nde Mısır din ve ilahlarının Türklerle alakası tartışılmış, tebliği sunana göre, Mısır Medeniyeti bir Türk medeniyeti olarak ifade edilmiştir.(40) Türkler İslam Camiasına girmemiş olsalardı, İslam medeniyeti denilen medeniyet vücut bulmaz, o derece inkişaf etmezdi.(41) Yeni kurulan ulusal devlette, yetişen nesil, Reşid Galip’in dediği gibi, “Varlığını Türk varlığına armağan etmesi” için yetiştirilir.
1926 tarihinde toplanan Türk Ocağı Hars Heyeti, 1927 senesinden başlayarak her yıl, Türk Dünyasının umumi vaziyet ve ahvalini gösterecek surette “Türk Yılı” adlı bir salname neşrine karar vererek, bunun ilk sayısını hazırlayıp meydana çıkarma işini de Akçuraoğlu Yusuf’a vermiştir.(42) Eserde “Türk Dünyası”ndan sıklıkla bahsedilmesi, bugünkü muhafazakâr iktidarın da sıklıkla ifade ettiği “Türk Dünyası Birliği”nin kökenlerini görmek açısından önemlidir.
‘Muhammed, Mekke’den Medine’ye kaçmış adına da hicret denmiş’
Resmi ideolojinin tarih telakkisinden, inanılan kutsallar da nasibini almıştır. Özellikle İslam ve Hz. Muhammed (sav) itibarsızlaştırılmaya, değersizleştirilmeye çalışılır. Müslümanlık geleneğinde var olan Peygambere saygı ifadesi kitapta hiç yer almaz. “Muhammed, Mekke’den Medine’ye kaçmış, bunun adına da hicret denmiştir. (…) Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. Bu esasları içeren cümlelere ayet, ayetlerden meydana gelen parçalara da sure derler. İslam rivayetlerinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek aracılığıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur.(43)
Bu ifadelerde, dinin esaslarının Allah tarafından değil, Hz. Muhammed’in kendisi tarafından konulduğu iddia edilmektedir.
‘Muhammed’de vahiy ve ilham fikri doğmuş’
Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sora kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur. Vahiy, ilham fikri Muhammed’den evel de Araplarca meçhul değildi.(44)
İslam fetihleri istila olarak ifade edilmiştir. Ebu Müslim Horasani Türklerle giriştiği kanlı mücadelelere devam etmiş, fakat Türkleri Arap hakimiyeti altına alamamıştır.(45)
Arapların Türk memleketlerine olan tecavüzleri adi çapulcu akınlarından ibaret kalmıştır. Türk medeniyeti Arap taarruzuna uğramıştır.(46)
Haccac en meşhur kumandanlarını Türkler üzerine saldırtmış fakat Türklerin cesaret ve kahramanlığı önünde bu kumandanlar çok çabuk sönüp gitmiştir.(47)
Yazılan Kemalist tarihte, Araplar nezdinde İslam aşağılanırken, Türklerin sürekli kahramanlığından bahsedilir.
Türkleştirme
Kemalist ideoloji, ütopyası olan Türklük’ü her alanda yüceltmeye, Türk’ün yeryüzünün hakim ırk olduğunu izaha çaba gösterir. Tabii yeni ulus devlette hangi ırktan olursa olsun, hepsinin “Türkleştirilmesi” gerekmektedir. İsmet Paşa’nın dediği gibi “Görevimiz, bu yurt içinde bulunanları ne yapıp edip Türk yapmaktır.”(48)
Yeni bir devlet kurulmuş ve Türklük yükselmiştir ve gittikçe yükselecektir. Türklük çevresi içinde yaşayan öğeler, bundan sonra artık onun çekim gücüne karşı direnemeyecek; Türklük potasına gönüllerini teslim etmekten başka bir şey yapamayacaktır.(49)
Türkçülüğün peygamberi durumunda olan Gökalp’e göre, “İnsanlarda köken aramak doğru değildir. Türk’üm diyen her bireyi Türk tanımaktan başka çıkar yol yoktur.”(50)
Türkün Amentüsü: “Türkiye için ahiret gününün olmadığına iman etmek”
Türkleştirmek için yol gösterici olanlar, yeni cumhuriyetin aydın ve entelektüel takımıdır. Onlar yirmi-yirmibeş senelik tahsilin verdiği hakla etrafına yol göstermek hakkını kazanmışlardır. Cumhuriyet aydını, herhangi bir kahveye girdiği dakikadan itibaren, “Bana yol gösterin” demeyecek “size yol göstermeye geldim” diyecektir.(51) İşte bu yol göstermeye gelen yeni aydın, milliyetin, ulusalcılığın doğması için “dinin ıslah edilmesi”ni de gerekli görür. “Dini ıslahat hareketi, milliyet devrinin başlangıcıdır.”(52) Kemalist ideoloji için din ırkçılığın, Türkleştirmenin önünde en büyük engeldir. Türk’e yeni bir amentü yazılır. “Türkiye için ahiret gününün olmadığına iman etmek” Türk’ün yeni amentüsüdür.(53) Celal Nuri’nin tanımıyla, dinin gayesi beşerin refahını sağlamaktır. Din beşer için yaratılmıştır, beşer din için değildir.(54)
Fıkıh ve akaid tadile muhtaçtır, Muamelat dahi asri ihtiyaçlara göre düzenlenmelidir. Kur’an’ın manası bu asırda, eski asırlarda anlaşıldığı gibi değildir. Terakkiyat hep yeni bir tefsirin mukaddimesi olabilir.(55)
‘Damarlarında Türk kanı taşıyan Müslüman’
Kemalist ideolojinin Türklük üzerine söylediklerinin tamamına yakını, 1908’li yıllarda İslamcı cenah tarafından da ifade edilmiştir.(56) Tarihi süreçte İslamcı cenahın Müslümanlıkla Türklük arasında gidip gelmesi, fakat –ne yazık ki– Türklük duygusunun ağır basması süreklilik arz eden bir hal almıştır. Asker, Türk askeridir ve üstünde askerlik şerefi ve Türklüğün yüceliği vardır. Önce Türklük sonra Müslümanlık ifade edilir.(57)
Dinin farz kıldığı görevleri Müslüman milletler arasında en iyi yapan Türklerdir.(58)
“Damarlarında Türk kanı taşıyan Müslüman”(59) tabiri de ilginçtir.
Necip Fazıl, “Büyük Doğu’yu, yalnız Türk vatanının bugünkü ve yarınki sınırları ile çevrili bir ruh zemininde arayacaktır.”(60) Büyük Doğu’nun manşetinde “Müslüman Türklerin” gazetesi” yazmaya başlar.(61) Öz Türkçe, Kalu beladan beri malımız olan ve elden ele bugüne kadar devrettiğimiz kelimelerle, kendi lisan mimarimize uydurulabilmiş yabancı dillerin kelimelerinden ibarettir.(62) Necip Fazıl kendisini, “gerçek Türk varlığının, Türk tarihinin, Türk ruhunun son ihtiyat akçası” olarak tanımlar.(63) “Bozkurt” Türklere nasıl yol göstermişse bundan sonra da başka bir “Bozkurt” gerçek kurtuluş yolunu gösterecektir.(64)
Gerçek Türk ahlakının doğması için…
Nurettin Topçu’da da Türklük ve Türkçe sevgisi ağır basar. Topçu’ya göre, Türk Dili hançerlendikten sonra Batılı kelimeler Türkçeye kolayca akın etmeye başlayacaktır. Zamanla Türk’ün ruhu ve Türk dili anlaşılmaz hale gelecektir.(65) Topçu’nun ifadesiyle, Türk milliyetçiliğinin tarihte olduğu gibi tekrar yüceltilmesi için, mektebi ezen bütün bu kuvvetlerin hakimiyetine son verilmesi lazım gelir. (…) Türklüğün yeniden tarih sahnesine çıkabilmesi için, düşman kuvvetlerin varlığına fiilen son verilmelidir.(66) Latinceden alınan fakülte ve üniversite kelimelerini öğretim yuvalarımızın alnına yazmak, Türk çocuğuna ıstırap vericidir.(67) Türkiye’de gerçek Türk ahlakının doğması isteniyorsa, milli kaynaklarımızla dünya sahnesine atılmalı ve Müslüman Türk kendine has olan şahsiyetini yabancı ideallerin esaretinden kurtarmalıdır.(68)
Topçu’nun düşünce dünyasında; Anadolu (Türkiye), Türklüğün kendisini bir yurt kılmasıyla, Türklük de Anadolu’nun kendisini bir millet kılmasıyla var olmuştur. Bundan sebep, Türklüğün yeni bir ruhla ivmelenen tarihi Anadolu’da başlarken, Anadolu’nun tarihin gün yüzüne yeni bir ‘hareket’le yurt kılınarak çıkışı da Türklükle başlamaktadır.(69)
Meriç’e göre bugün bir Türk tarihi yok
Cemil Meriç de kendisini “Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi” olarak tanımlar.(70) Meriç’te de Türklük ağır basar. O’na göre, Türkün kılıcı ülkeler fethederken Türkün zekâsı da kelimeler fethediyordu. Türk milletinin tarihinde çeşitli merhaleleri vardır.(71) Meriç’e göre bugün bir Türk tarihi yoktur.(72) Bütün Türk tarihi, bir çobanın etrafındaki sürünün hikâyesidir. (…)Türkiye asırlardır her türlü düşünce hürriyetinden mahrum bırakılmıştır.(73) Meriç’e göre, Osmanlı devleti kurulurken Şarkî Roma çöküyordu. Türk ırkı devlet kurma kabiliyetine sahiptir. Cumhuriyet, Tanzimat’la başlayıp, Meşrutiyetle devam eden yenileşme hareketinin son perdesidir. Tarihten çok acı dersler alan Türk milleti büyük bir kumandanın etrafında şahlanarak hayat hakkını kabul ettirmiştir.(74)
Sonuç yerine
Türkçülük–ırkçılık söyleminin yeniden alevlendiği, her şeyin tekçiliğe indirgendiği ve özellikle İslamcı cenahın da taraf olduğu ülkemizde, bu meselenin Müslümanlar tarafından tekrar düşünülüp tartışılması gerektiği kanaatindeyiz. Türkçülüğün diğer bir tabirle ve asli ifadesiyle ırkçılığın, yeryüzü insanlığının uluslaşması döneminde insanlığın başına ne dertler açtığını ve açmaya da devam ettiğini görmekteyiz.
İman etsin ya da etmesin ırkçılığın insanlık fıtratına düşman bir akım olduğu, aklıselim ile düşünenlerin varacağı kanaattir. Türkçülük-ırkçılık belasının bu memleket insanına yaşattığı acılar yakın tarihimizde malum olduğu gibi günümüzde de tekraren devam etmektedir. Ulus devlet olmanın kaçınılmaz bir sonucu olan ırkçılık, modern devletin tanrılaşması ve “Layüs’el” olması nedeniyle yasal olarak varlığını sürdürmektedir. Günümüzde de devlet tanrılaşmış ve yönetenler ölümlü birer ilah olmuştur. Ölümlü tanrı ve ölümlü ilahlar, meşruiyetini ulusalcılıktan-ırkçılıktan almakta, ırkçılığı meşru bir akım olarak göstermek için olağanüstü çaba sarf etmektedirler.
Özellikle devlete biatlı akademik geleneğin hassaten Türkçülük damarını beslemeye çalışması, Türkleri seçilmiş millet olarak ifade etmesi, sessizce lakin etkili bir şekilde devam etmektedir. “Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet” söylemi, tekçiliğe ve ırkçılığa vurgu yapan ve öne çıkaran bir söylemdir. Kendi dışında kalan her şeyi ötekileştirmeyi hedeflemektedir. Ve bu söylem, muhafazakâr iktidar tarafından kaynar kazan haline getirilmiş, “tek” olanın dışında kalanlar da bu kaynar kazanda eritilmeye çalışılmaktadır. “Akıllı Türk’ten makul tarih” çıkarmaya çalışanlar bu kaynar kazanın kepçecileridir.
Dipnotlar:
1- Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınevi, Ankara, Mart 2005, sayfa 60
2- Mehmed Fahreddin, İçtimaiyat: Feministlerin Nazargah-ı İnsafına, Sebilrürreşad, cilt 8, sayfa 317, 27 Haziran 1912
3- Sırat-ı Müstakim, cilt 1, sayı 20, sayfa 318, 11 Ocak 1909
4- Hayye ale’l-felah, Rumeli Matbaası, Selânik, 1326 (1910)
5- Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin nizamnamesi, Selanik: Hakkak Ömer Kani ve Mahdumu Matbaası, 1325 (1909). İttihad Terakki’nin hilafet ve saltanat vurgusunun bütün nizamnamelerinde belirgin şekilde ifade edildiği görülmektedir.
6- İslam ve Türk Alemi Türk Derneği, Sırat-ı Müstakim, cilt 1, sayı 20, sayfa 318, 29 Kânunuevvel 1324 (11 Ocak 1909)
7- a.g.e.
8- Türk Derneği Nizamnamesi, Sırat-ı Müstakim, cilt 1, sayı 21, sayfa 332, 01 Kânunusani 1324 (14 Ocak 1909)
9- A. Sevindik, İslam ve Türk Alemi: Rusya Müslümanlarında Dil ve Edebiyat, Sırat-ı Müstakim, cilt 1, sayı 19, sayfa 301, tarih 31 Aralık 1908
10- a.g.e., sayfa 303
11- Matbuat-ı İslamiye, Sırat-ı Müstakim, cilt 4, sayı 83, sayfa 95, 6 Nisan 1910
12- Ispartalı Hakkı, Türklük Gayreti, Sırat-ı Müstakim, cilt 6, sayı 141, sayfa 166, 5 Mayıs 1327 (18 Mayıs 1911)
13- Ali Birinci, Tûba Çavdar, Halim Sâbit Şıbay, DİA, cilt 17, sayfa 337
14- Halim Sabit, Seyahat: Altaylara Doğru, Türk Yurdu, cilt 1, sayı 12, 19 Nisan 1328 (2 Mayıs 1912). Halim Sabit’in İSAM veri tabanında bu başlıkta 35 seyahat notu tespit edilmiştir.
15- Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınevi, Ankara, Mart 2005, sayfa 60
16- Ahmed Naim, İslam’da Dava-yı Kavmiyet, Ta’kib ve Tenfiz Mecmuası Sahibi Nüzhet Sabit Beyefendi’ye, Sebilürreşad, cilt 12, sayfa 118, 23 Nisan 1914
17- Ahmed Midhat Efendi, Eşref Edip, Konferans: Tüklüğe Dair, Sırat-ı Müstakim, cilt 1, sayı 21, sayfa 334, 14 Ocak 1909
18- Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Dertleşme! Türk Kardaşlarıma -I-, Hikmet, cilt 1, sayı 6, 26 Mayıs 1910
19- Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Türk Kardaşlarıma -III- Biz Kimiz, Neler Yaptık ve Neler Yapmalıyız?, Hikmet, cilt 1, sayı 8, 9 Haziran 1910
20- Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, “Türk”lüğün Fiyatı, Hikmet, cilt 1, sayı 35, 21 Aralık 1910
21- Abdürreşid İbrahim, Panturanizm, Tearüf-i Müslimin, cilt 1, sayı 2, 28 Nisan 1910
22- Mehmed Emin Yurdakul, Türk yurduna: Ey Türk uyan!, İstanbul: Babikyan Matbaası, 1330 (1914)
23- Mehmed Emin Yurdakul, Turan’a doğru, İstanbul: Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekası, 1334 (1918)
24- TBMM Gizli Celse Zabıtları, cilt 1, sayfa 178, 1. İçtima, 85. inikad, 17 Teşrinievvel 1336 (17 Ekim 1920), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Sanem Matbaası, Ankara, 1985
25- a.g.e. sayfa 181
26- a.g.e. sayfa 195
27- a.g.e. sayfa 339
28- a.g.e. sayfa 372
29- a.g.e. sayfa 372
30- Şemsettin Günaltay, Türk Tarih Tezi Hakkındaki İntikatların Mahiyeti ve Tezin Kat’î Zaferi, Belleten, cilt 2, sayı 7-8, 1938
31- Ömer Seyfeddin, Mektep çocuklarında Türklük mefkuresi, İstanbul: Şems Matbaası
32- Sinan Meydan, Türk Tarih Tezinden Atatürk Milliyetçiliğine: Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, Truva Yayınları, İstanbul, Mayıs 2007, sayfa 60
33- Muallim Abdülbaki, Cumhuriyet çocuğunun din dersleri: ilk mekteb-üçüncü sınıf, İstanbul: İkdam Matbaası, 1928-1929. Aynı kitap, dördüncü ve beşinci sınıflar için de yazılmıştır. Beşinci sınıflar için yazılmış kitabın dördüncü sayfasında, “Müslüman milletler arasında maddeten ve manen en müterakki olan Türk Milletidir” ifadesi, Türklüğe övgü babından zikredilmektedir.
34- Tarih I, Mukaddime, Tarihtenevvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar, İstanbul Devlet Matbaası, 1931
35- a.g.e., Kitabın hazırlanmasında çalışanlar
36- Türk Tarihinin Ana Hatları, İstanbul Devlet Matbaası, 1930, sayfa 1
37- Mehmed Tevfik, Cihan tarihinde Türkler ve meziyetleri, İstanbul: Amedi Matbaası, 1928
38- Köprülüzâde Mehmed Fuad, Millî tarih: Devre-i mutavassıta: birinci sene, İstanbul: Kanaat Kütüphanesi ve Matbaası, 1337, sayfa 3
39- İsmail Hakkı İzmirli, Şark kaynaklarına göre Müslümanlıktan evvel Türk kültürünün Arap yarımadasında izleri, II. Türk Tarih Kongresi Bildirileri içinde, İstanbul, 20-25 Eylül 1937, sayfa 280
40- Yusuf Ziya Bey, Mısır Din ve İlahlarının Türklükle Alakası, I. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri içinde, Ankara, 02-11 Temmuz 1932, sayfa 245
41- Şemsettin Bey, İslam Medeniyetinde Türklerin Mevkii, I. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri içinde, Ankara, 02-11 Temmuz 1932, sayfa 289
42- Türk Yılı, Hazırlayan Akçuraoğlu Yusuf, Türk Ocakları Merkez Heyeti Tarafından neşrolunmuştur, Yeni Matbaa, İstanbul, 1928, sayfa 5
43- Türk Tarih Tetkik Encümeni Mecmuası, Tarih, cilt 2, sayfa 90
44- a.g.e. sayfa 128
45- a.g.e. sayfa 129
46- a.g.e. sayfa 141
47- a.g.e. sayfa 143
48- Tekin Alp, Türkleştirme, sayfa 1, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Neyir Matbaacılık, Ankara
49- a.g.e., sayfa 6
50- a.g.e., sayfa 22
51- Hamdullah Suphi, Dağyolu, Türk Ocakları Merkez Heyeti Matbaası, Ankara, 1928, sayfa 95
52- a.g.e., sayfa 183
53- Safi Dümer, Türkün Yeni Amentüsü, Hakimiyet-i Milliye Matbaası, Ankara, 1928
54- Celal Nuri, Tarih-i İstikbal, Yeni Osmanlı Matbaası ve Kütüphanesi, cilt 1, Hicri 1331, İstanbul, sayfa 63
55- a.g.e., sayfa 70
56- Ispartalı Hakkı, Türklük Gayreti, Sırat-ı Müstakim, cilt 6, sayı 141, sayfa 166, 5 Mayıs 1327 – 18 Mayıs 1911
57- Ahmed Hamdi Akseki, Askere Din Kitabı, sayfa 18, Diyanet İşleri Başkanlığı, Üçüncü basım
58- a.g.e., sayfa 173
59- a.g.e., sayfa 216
60- Büyük Doğu, sayı 1, 17 Eylül 1943
61- Büyük Doğu, cilt 4, sayı 1, 11 Mart 1949
62- Behçet Bağdatlıoğlu, Öz Türkçe, Büyük Doğu, sayı 3, 1 Ekim 1943
63- Necip Fazıl Kısakürek, “1001 Çerçeve, Paydos”, Büyük Doğu, yıl 5, sayı 19, 15 Temmuz 1949
64- Büyük Doğu, Kendi Mizanımız 2, sayı 8, 5 Kasım 1943
65- Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Hareket Yayınları, 2. Baskı, Kasım 1970, sayfa 30
66- a.g.e., sayfa 33
67- a.g.e., sayfa 79
68- a.g.e., sayfa 141
69- İdris Demirel, Nurettin Topçu’nun Düşünce Dünyasında Felsefe – Milliyetçilik Geçişmeleri ve Millet, Yurt, Din Seferleri, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 30, sayı 1, 2011
70- Cemil Meriç, Bu Ülke, sayfa 11
71- Cemil Meriç, Jurnal 1, 1955-65, sayfa 55
72- Cemil Meriç, Sosyoloji Notları, sayfa 46
73- a.g.e., sayfa 158
74- Cemil Meriç, Jurnal 2, 1966-1983, sayfa 275
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *