Yol Yoktur, Sen Yürürsen Yol Olur

Yol Yoktur, Sen Yürürsen Yol Olur

Her gittiğimiz yere kendimizden bir parça bırakır, o yerden de bir emaneti sırtlarız. Gittiğimiz yerlerde kendimizden bir parça bırakmak demek onların gözünde umuda yol olmak demektir…

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-22
Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun

Ben gecikmeli geldim dünyama
Yaşıtlarımın oynadığı sokaklara geç uğradım

Gecikmişlik hissinin verdiği o kesif tat insanı ömrünün sonuna kadar terketmez. Artık o kesafet dilimize bulaştıktan sonra ne tadılırsa tadılsın onun baskın tadı her zaman hissedilir. Bu iyi midir, kötü müdür bilmiyorum. Yerine ve zamanına göre değişkenlik arz etmesi fikrimi bulandırdığı için kendime sorduğum bu soruya sağlıklı bır karşılık veremiyorum. Geciktiğim için üzgünüm ancak geciktiğimin farkına vardığım için de şükürlüyüm. En azından yolumun kalan kısmını daha ihtiyatlı yürümeye çalışıyorum. Gecikmeyle yol almaya devam ederken her uğradığım yerlerde yeni bir gecikmişlikle karşılaşıyorum. O yerlerin bana verdiği hayrete ve şüküre başta tatmış olduğum kesafet tekrar ve tekrar hissettiriyor kendini. Olsun diyorum, bununla yol almayı göze aldıysam, her ne kadar o kesif tattan kurtulamasam da en azından yoluma devam etmek için kendime şükür sebepleri bulmalıyım. Olsun diyorum, her ne kadar bulduğum şükür sebeplerinde yeniden ve yeniden o kesafet kendini hissettiriyor olsa da en azından o şükür sebeplerim ayaklarıma güç veriyor. Ruhumun şükür sebeplerine ihtiyacı olduğu kadar bedenimin de bu yola devam edecek güce ihtiyacı var. Olsun diyorum ya, insan olduğumu da kabul ediyorum. Zayıf olduğumu kabul ediyorum. Yürüdüğüm bu yolda şükür sebeplerimi ararken gecikmişliğimi bana zaman zaman hatırlatan yakın sesler gecikmişlikle yürüdüğüm bu yola pişmanlık serpmekteler. Aceba boşuna mı yürüyorum? Bunca çaba ne için? Bedenimin ve ruhumun maruz kaldığı bu ezalar ne için? Pişmanlık hissi gecikmişlik hissime bulanarak sabrımı tüketiyor. Sonra nasıl oluyorsa bir şükür sebebine daha rast geliyorum ve bu döngü ve bu oyun baştan başlıyor. Tuhaf. Çok tuhaf.

Tuhaflığın üzerinde durmamaya alıştırdım kendimi. Bir şekilde bu sis dağılır ne de olsa. Dağılmasa da önemi yok. Benim için mühim olan bu yolda rast geldiğim şükür sebebiyle olan muhabbetimdir. Bana nasıl bir güç verecek? Hangi hassalarımı uyaracak? Hangi fikrimin perdesini aralayacak? Üzerinde düşünürken ciğerlerime çektiğim o berrak nefes bakışlarımı da içerime çekiyor. Ve gönüle uzanan bakışlarımızın sahip olduklarımıza şükretmekle mümkün olduğunu tekrar hatırlıyorum. Ben bu yolu sanki hatırlıyorum, sanki daha önce buradan geçmiş gibiyim. Fakat daha önce geçmiş de olsam bu sefer beni uyaran başka şeyler var bunu da görüyorum. Aynı yoldan iki defa geçilmez. Yol değişmiştir, yolcu değişmiştir, yolculuk değişmiştir. Değişkenlikler üzerine inşa edilmez bunu bilmez misin? Yeterince dinlendin, artık yoluna devam eder misin? 

Tekrar bir vadinin eşiğindeyim şimdi. Ben buraları bilmez idim. Ah bu bilmezliğim, onca zamandır neyi bekledin? Gecikmiş hissiyle de olsa bir yola niyet etmek kadar, bu yolda yürüyebileceğin bir yoldaşının olması da önemlidir. Ve o yoldaşın bir mihmandar ise yolculuğa başlarken sana güç verecek şükür sebebin var demektir. Mihmandar demem boşa değil. Mihmandar farsçadan dilimize armağan edilmiş ve ”ev sahibi, konuk ağarlayan kimse” anlamına gelen bir kelimedir. Fakat öyle sıradan bir ev sahibi değildir. Kendisinin de aynı zamanda mihman (misafir) olduğunun bilincinde olan bir ev sahibidir. Sahiplik duygusunu terbiye etmek istiyorsan sahip olduğuna mihman ol. 

Bu yolculukta kendisine eşlik ettiğim mihmandarımda bunun en berrak halini görebiliyordum. Gecikmişlik hissim omuzumda bir yük olsa da, yine o kesif tat ağzımın tadını bozsa da bu sefer yeni şükür sebebine kavuşmanın o buruk sevinci bilincimi tazeliyordu. 

Şuradan, diyordu mihmandarım, şu henüz sahiplerinin gelmediği yaylaya misafir olacağız. Henüz mevsimi gelmemiş olan bu yaylanın kimsesizliğine ve ıssızlığına doğru yol alırken gecikmişliğimin beni utandırdığını hissetmeye başlıyorum. Aklımda beliren tuhaf soruları baskılayarak yol alırken mihmandarım, burada yok ama geldiğimizi duymuştur, birazdan gelir, diyor yüzünde beliren hafif bir tebessümle. 

Mihmandarım etrafında bulduğu çalı çırpıyla ateş yakarken, ben aklımda saçaklanmış tuhaf sorularımı kovuşturma derdindeyim. Belki de ilk defa gecikmişlik hissime karşı şüphe duyuyorum. Elimde hiçbir sebep yokken duyduğum bu şüpheye anlam veremiyorum. Yaylanın göbeğindeyim, etrafımda beni çepe çevre sarmış ocağı tütmeyen bu yayla evlerini gözlemliyorum. İnsan sesinin kirletmediği o sessizliğin sesine kulak veriyorum. Ağaçların, bitkilerin ve kuşların sesiyle çümbüş bir sessizlik. Daha önce buraya gelseydim aceba aynı hissi yaşar mıydım diye gecikmişliğimi temize çıkarma gayretimi kendimden gizleyemiyorum.

Evlerin arasından gelen motor sesiyle dağılıyor zihnime çöreklenmiş sorular. Motor sesi çok geçmeden önümüzde tecessüm ediyor. Mihmandarımın beklediği buydu. Motorla üzerindeki yaşını almış bey amca sanki yaşıt gibiydiler. Sanki zamanla birbirine kaynamış, birbirinin haline uyum sağlamış gibiydiler. Bizi karşılarken daha önce başka bir yerde sahip olduğum benzer duygular içinde buluyorum kendimi. Fakat aynı yoldan iki kez geçilmiyordu, biliyordum.

Elini hürmetle öptüğüm bey amca bu sefer yayla sahibi değildi. Bu yaylanın muhafızıydı. Tevellüdü elli olan, yayla mevsiminin son bulduğunda sahiplerinin köylerine çekilmesiyle gelip tüm kış aylarını bir sonraki yayla mevsimine kadar burada ufacık bir kulubede ufacık bir radyo ve o ufacık odayı ısıtacak sobasıyla yalnız başına yaylanın muhafızlığını yapan Recep amca.

Yetmiş dört yaşındaki Recep amca geçimini sert kış aylarını bu yaylada yalnız başına geçirerek sağlıyor. Yayla sahiplerinin verdiği maaş bizim gözümüze kâfi gelmese de o hem verilen maaşa, hem sert kış aylarının soğuğuna hem de tüm bunların üzerine katmerlenen yalnızlığına razı. Yayla mevsiminde emaneti sahiplerine teslim edip köyüne döndüğünde de yalnız. Yıllar evvelinden hanımı vefat etmiş. Yalnızlığın her türlüsünü iliklerine kadar yaşayan bu yayla muhafızı tüm bu zorluklara rağmen şükrünü dilinden eksik etmiyor. Sırtını o ufak radyodan çıkan cızırtılı mahsuninin türküsüne yaslamış, demli çayından ve derin derin çektiği sigarasından şükrüne bulaşan kim bilir hangi şikayetlerini sıyırıyor.

”Yalancısın inanamam
Gayri sana güvenemem”

Buna rağmen bizi ziyadesiyle mihman etme derdindeyken aynı zamanda gözlerinde o yalnızlığına bir nebze ortak olmamızın sevincini görebiliyordum. Bu yolculuğun en zirve halini recep amcanın gözlerinde kendimi bularak yaşıyordum. O gözlerde gördüğüm kendimde, gecikmişliğin emaresi okunmuyordu. Ben kendimden bir parçayı Recep amcanın yalnızlığına perçinleyerek zihnimdeki vesveseden arındırmış mı oluyordum?

Gecikmişlik hissimin bu yayla muhafızının gözlerinde un ufak oluşunu seyrederken kendimi nereye konumlandıracağımı hala bilemiyorum. Bu satırlarını günler sonrasında kaleme alırken yine de bu histen uzak olduğumu söyleyemem. Hala o kesafet zaman zaman dilime nüfuz etmekte seziyorum. Fakat bu hissin beni kendine mahpus eden, iyi kamufle olmuş bir vesvese olduğunun da farkındayım artık. 

Her gittiğimiz yere kendimizden bir parça bırakır, o yerden de bir emaneti sırtlarız. Gittiğimiz yerlerde kendimizden bir parça bırakmak demek onların gözünde umuda yol olmak demektir. Recep amcaya kendimden bir şeyler bırakabilme umudunu beslerken onun gözlerindekini yüklenerek ayrılıyoruz oradan. Her ayrılışın tekrar bir vuslatı olduğunu bilerek ve inanarak.

Yolculuğumun nerede başladığını hayal meyal hatırlıyorum. Gözlerimi bu dünyaya gecikmeli açmış olmamın verdiği hislerimle bu yolculuğu ne zaman ve nerede bitireceğimi bilmeden ilerlerken bu vadinin zirvelerinden en diplerine sesim işitilsin istiyorum. 

Alıştır beni kendine eyy. İçimde büyüyen hayretimden, sana yürüyen gayretimden, yokuşlarına dayanan nefesimden elini eteğini çekme.

(Bu yolculukta bana mihmandar olan değerli ağabeyim İbrahim Kamberli’ye hürmetlerimle)

* Başlık, Bab’Aziz filminden alıntıdır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *